Türk milletinin ilham ve güç kaynağı gaziler
Türkiye Cumhuriyeti’nin bağımsızlığı ve toprak bütünlüğü uğrunda, hayatlarını feda etmeyi göze alan ve gazilik onuruna erişen kahramanlarımızın sergilediği cesaret ve fedakârlığın günü olan “Gaziler Günü” Türk milletine her zaman güç ve ilham kaynağı oldu. Kahraman gazilerimiz bayrağın ve bağımsızlığın paha biçilmez bir değer olduğunu ve bu değer uğrunda neleri göze alabileceğimizi cesur bir şekilde gösterdiler.
Gazi, din uğrunda savaşanlar için özellikle Türkler tarafından mücahit karşılığında kullanılan bir sıfat ve ünvandır. Gazi kelimesi sözlükte, "hücum etmek, savaşmak, yağmalamak, din uğrunda cihat etmek" manasına gelen gazanın ism-i faili olup, savaşta başarı kazanan kumandanlara, hatta hükümdarlara şeref unvanı olarak verilir. Gazi kelimesi Kur'an'da Âl-i İmrân Suresi'nde çoğul olarak yer alırken, Tevbe Suresi'nde şehitlikle beraber söylenerek övülür. Ancak bu iki anlamı barındıran kelime Kur'an'da mücahit kelimesiyle karşılanır.
GAZA RUHU TÜRKMENLERİ HEYECANLANDIRIYORDU
Türk dünyasında her dönem için, gaza faaliyetlerinde asıl itici gücün din gayreti olduğu söylenemez. Henüz yerleşik hayatın genelleşmediği, konar-göçer ve atlı-göçebe hayatını sürdüren büyük Türkmen kitlesi için gaza, her şeyden önce bir kazanç yoluydu. Doyumluk elde etme kaygısı gazayı bir meslek dalı haline getirmişti. Zira Türkmenler, medreselerin ve ulemanın hâkim olduğu şehir hayatının yaşandığı İslam anlayışından çok farklı bir popüler İslâm anlayışına sahipti. Bu anlayışta İslâm öncesi Orta Asya Türk inançlarının izlerini görmek mümkün. Anadolu'yu vatan haline getiren de bu Türkmen guruplarıydı. İran ve Azerbaycan üzerinden Anadolu'ya akan Oğuz Türkleri, beraberlerinde Orta Asya sözlü gelenekleriyle, atlı göçebe kültürü ürünü olan alplık ve yiğitliğin hayatlarını şekillendiği ve bu özelliklerini canlı yansıtan Oğuznamelerle gelmişlerdi. Osmanlılar dâhil, Anadolu'da kurulan bütün devletlerin ortak tabanını Oğuzlar oluşturmuştu.
Türkler, Anadolu'ya ilk yerleşmeye başlamalarından itibaren kendilerini doğuda Moğol istilası, batıda da Haçlı saldırıları karşısında bir mücadele arasında buldular. Anadolu'da gaza ruhu özellikle Türkmenleri heyecanlandırıyordu. Çünkü bağımsız hareket etme ve bu uğurda sürekli mücadeleyle geçen yaşam biçimi, Türkmenlerin karakteristik özelliğiydi.
Batı Anadolu'da Gazi Türkmen beyliklerinin yükselişini bu gaza etkinlikleri çerçevesinde değerlendirilmeli. Daha Malazgirt Zaferi'nden sonra Doğu Anadolu'da kurulan Saltuklar, Mengücekler, Artuklu ve Danişmendliler gibi ilk Türk Türkmen devletleri birer gazi devletiydi. Mengücek Gazi, Gazi Saltuk, Artuk ve oğlu İl-gazi, Danişmend Gazi gibi daha birçok Türkmen fatihi o dönemde Anadolu'yu parsellemeye başlayan gazi komutanlardı. Bu Türkmen gazi liderlerinden bazılarının türbeleri, abidevi eserler olarak günümüze kadar gelmiştir.
GAZA VE CİHAT
İslâm ülkesinin düşman hücumuna uğraması halinde yapılan cihadın farz-ı ayın, uzaktaki düşman üzerine yapılan gazanın ise farz-ı kifaye olduğu, önceleri birincisinin "savunma", ikincisinin "sefer" manasını ifade ettiği, dolayısıyla gaza ve cihad kelimelerinin anlamları arasında farklılık bulunduğu, ancak zamanla bu farkın azaldığı ve özellikle Osmanlı döneminde bu iki kelimenin eş anlamlı olarak kullanıldığı anlaşılır. İslamiyet'in yayılmasından sonra şehitlikle birlikte gazilik, neferden hükümdara kadar her savaşa katılanın almak istediği bir şeref unvanı olmuştur.
İslam dünyasında gaza ve cihat kavramları genellikle birbirinin yerine aynı anlamda kullanılmıştı. Türkler arasında her iki kavram farklı anlamlar kazanmıştı. Kuran'da daha çok cihat ve mücahit kavramları geçmesine rağmen, Türkler Anadolu'da özellikle "gaza" ve onun faili olan "gazi" kavramını tercih etmişlerdi. Hz. Peygamberin her iki kavramın faziletleri hakkındaki övücü sözleri, Türklerde "ölürsem şehit kalırsam gazi" prensibinin ortaya çıkmasına sebep olmuştu. Türk-İslam tarihindeki fetih hareketlerinde, bu prensibin birinci derecede rolü vardı.
Türk-İslam tarihine bakıldığı zaman genel olarak din uğrunda savaşan her Müslüman'ın sıfatı olan gazi, dar manada ordudaki veya büyük şehirlerde muayyen zümreler için de kullanılmıştı. Horasan Gazileri, Semerkant Gazileri, Gaziyan-ı Rum (Anadolu Gazileri), Rumeli Gazileri gibi. Burada gazilik sadece cihat ruhunu yansıtan kutsal savaş olmaktan ziyade sosyo-ekonomik nitelikler taşıyan toplumsal bir gurubu belirtmekteydi. Hem de dini ve siyasi meşruiyeti olan imtiyazlı bir zümreydi.
TÜRKLERLE İLK TEMAS
İlk zamanlarda Kur'an ve hadislerin teşvikiyle Arabistan yarımadasından çıkan Müslüman Arap fatihleri, İslam'ı yaymak için sadece din gayreti ve cihat ruhuyla hareket etmişler, Hz. Ömer zamanında ilk defa Türklerle temasa geçmişlerdi.
Emeviler zamanında Anadolu ve İran coğrafyasına ulaşan Müslüman Araplar, kısa zamanda Türklerin yoğun oldukları Horasan ve Maveraünnehir bölgelerine dek yayıldılar. Her ne kadar bu ilk fetih hareketlerinde din gayreti ve cihat ruhu, önemli bir rol oynamışsa da Arapları, gazaya yönelten, parlak zaferler kazanmalarına yardım eden başka etkenler de vardı.
OSMANLI VE GAZİLİK
Türkistan'da başlayıp, Danişmendliler ve Selçuklular devrinde Anadolu'da gelişen gazilik kültürü, Osmanlılarda daha derin bir iman ve hayatiyetle canlanmıştı. Müslüman gazileri ile Türklerin alpları birleşiyor ve bu zümreler Anadolu'da dinî bir hüviyet kazanıyordu. Osmanlı devletinin kuruluşu ile ilgili olarak gaza ideolojisinin önemi üzerinde ilk duran tarihçi P. Wittek idi. Ona göre gaza, Osmanlı devletinin varlık sebebiydi. Menşeindeki uç gazi geleneği, Osmanlı'nın bütün tarihine hâkim olmuştu.
Osmanlı Devleti, gazi beylerinden biri olan Osman Gazi'nin liderliğinde kurulmuştu. İstanbul'un fethinden sonra gaza ruhu, merkezi politikaya rağmen sürdürülmüş, bu kez Avrupa kıtasının sınır boylarındaki akıncı birliklerinde devam etmişti. Osmanlı'yı bir imparatorluk haline getiren Fatih, 1461'de Trabzon dağlarına yaya tırmanırken, "Bu zahmetler Allah içindir. Elimizde İslâm kılıcı vardır. Eğer bu zahmeti ihtiyar etmese bize gazi demek layık olmazdı" diyerek, bu ruhtan ayrılmadığını ifade eder.
Osmanlı hükümdarlarına, Orhan'dan itibaren "sultan al-guzat" unvanı, askerlere "guzatu'l-İslâm" denilmekle, gazilik geleneği çeşitli şekillerde yüzyıllarca devam etmişti. Sipahiliğin babadan oğula geçmesi ve tımar teşkilatını oluşturan birime "kılıç" denilmesi tesadüfi değildi. Aşıkpaşazade, Bursa fatihi olarak andığı Orhan Gazi'yi "gaza için ak börk giyübtür, yüzü ak işi sağ olan Orhan Gazi, ne giyse yaraşur..." dediği bu ak börkü daha sonra Yeniçeriler giyecekti. Örnekten da anlaşıldığı gibi, gazilik geleneğinin devamı, Yeniçeri askeri teşkilatında daha açık görülür. Keza Enderun mektebinden önce Balkanlarda ilk devşirilen çocuklar, Hacı Bektaş Veli kültünün hâkim olduğu Anadolu'da, gazi ailelerin yanında, gaza gelenekleri ve terbiyesiyle yetiştirilmişlerdi. Bu yüzden Yeniçerilere "gaziyân-ı Hacı Bektaş-ı Veli" denilmesi de tesadüfi değildi.
Yine Kanuni Sultan Süleyman'ın Avrupa seferine çıkmadan önce, Sarı Saltuk'un makamını ziyaret etmesi, gaza ruhunun canlı tutulmasıyla ilgiliydi. 1732'de Tebriz'in alınması üzerine I. Mahmud'a gazi unvanı verildiği gibi, 1769 yılındaki savaşta, Rus ordularına karşı başarılarından dolayı III. Mustafa'ya da bu unvan verilmişti. Keza Hezarfen Hüseyin Efendi, "umur-ı saltanatın a'zamı feth-i bilad ve def'-i a'da ve gazadır" der.
Osmanlı'nın son sultanlarından II. Abdülhamid'in, 1877-78 Osmanlı-Rus savaşında şeyhülislamın fetvasıyla gazi unvanını alması, tuğrasına ve devrinde basılan sikkelere bu unvanı koyması, ayrıca hutbelerde söylenmesi için ferman çıkartması, bu geleneğin devamıdır. II. Abdülhamid, aynı savaşta Plevne müdafii Osman Paşa ile Ahmed Muhtar Paşa'ya gazi unvanı vermişti. Osmanlı tarihinde bunun örneklerini çoğaltmamız mümkün.
Bu durumda, her Osmanlı hükümdarının savaşa çıksın veya çıkmasın gazi olduğu sonucu çıkarılabilir. Dolayısıyla Konya Selçuklularından itibaren Türklerin Anadolu'da nesiller boyu devam eden faaliyetlerine bakarsak, gaza kelimesinin Türklerle özdeşleştiğini söyleyebiliriz. Gaza ruhu ve gazilik geleneği Türk kültüründe derin izler bırakmış, gazi ve kelimenin dişisi gaziye, sadece unvan olarak değil, şahıs ismi olarak da Anadolu'da severek kullanılmıştır.
MİLLİ MÜCADELE VE GAZİLİK
13 Eylül 1921'de Sakarya Meydan Muharebesi'nin kazanılması üzerine, 19 Eylül 1921 tarihinde TBMM, Mustafa Kemal'e mareşal rütbesi ile birlikte gazi unvanı vermişti. Mustafa Kemal, "Neferlere" başlığı altında 20 Eylül 1337 tarihli kendi eliyle yazdığı ve silah arkadaşlarına gönderdiği mesajda bu unvan ve rütbeyi ancak onlara izafe ederek taşıyacağını belirtmiştir. Milli Mücadelenin askeri safhasının tam ortasında TBMM'den bu unvanı almasıyla Mustafa Kemal, Anadolu nezdindeki meşruiyetini pekiştirmiş oldu.
Mustafa Kemal'e gazi unvanını veren ilk TBMM, bir gazi meclisi olduğu gibi, Milli Mücadele sırasında, Gazi Meclisinin düzenli ordusu, ilk (İnönü Savaşları) ve son zaferini (Başkomutanlık Meydan Savaşı), halk arasında hala gaza ananelerinin yaşadığı Batı Anadolu topraklarında kazanmıştı. Bu saha, bir zamanlar uç bölgesi sayılan ve ilk gaza faaliyetlerinin başladığı topraklardı. Gazi Mustafa Kemal, 1924 yılında Dumlupınar'da büyük zafer hakkında konuşurken: "Arkadaşlar! Bu gaza ve şahadet diyarını terk ederken, o hatırayı hep beraber hürmet ve tazim ile selamlayalım!" diyordu.
Antep ilinin başına, gazi sıfatının konulması kararı, bu şehir halkının istiklal savaşında gösterdiği yiğitlik ve kahramanlıkla birlikte gazi hatırasını yaşatmakla doğrudan ilgisi vardı. 1934 yılında Atatürk soyadını alan Gazi Mustafa Kemal'in, gazi unvanlı bir kentin nüfusuna kayıtlı olması da tesadüfe yorumlanmamalıdır. Atatürk'le olan hatıralarını kaleme alan F. Rıfkı Atay, "Çankaya" adını verdiği eserinin her yerinde, onu hep "Gazi" diye anmıştır.
Osmanlı'dan kalma birçok lakap ve unvanı kaldıran Atatürk'ün bir konuşma esnasında, kendisine "Paşa hazretleri" denmesine tepki göstererek, "Ne demek paşa hazretleri? Paşa hazretleri yok, paşalık yok, bundan sonra bana paşa demeyiniz" demiştir. Bundan böyle Gazi unvanını şerefle taşıyan Mustafa Kemal Atatürk, bütün yazılarını, gazi imzasıyla kaleme almıştır.
Bu gaza geleneği, günümüzde de bazı faaliyetlerle canlılığını koruyor. Çeşitli savaş ve mücadelelerde hayatını kaybedenlere şehit, yaralı da olsa sağ dönen askerlerimize hala gazi demekteyiz. Sırası gelince Millet Meclisinin kutsal bir çatı olduğundan bahsedilmekte, bazı meclis oturumlarında meclis başkanları, gazi meclisi tabirini kullanarak bu ruha işaret etmektedirler. 1927 yılından beri her yıl düzenlenen Gazi Koşusu hala bu unvanla yapılmaktadır. Milli Mücadeleye katılarak İstiklal Madalyası alanlara da İstiklal Savaşı gazisi unvanı verilmiştir.
GAZİLİK ESERLERİ
Hangi gayeyle yapılırsa yapılmış olsun, sonuçta gazanın amacı İslam'ın gücünü yaymaktı. Yani daha çok fütuhat anlamına gelmektedir.
XI. yüzyıldan itibaren, Asya steplerinden Anadolu'ya akan Türkler hep darülharp üzerine yürümüşler, savunma değil, saldırma durumunda bulunmuşlardı. Bu suretle gaza ve gazi kelimeleri, Türkçe'nin temel gündelik konuşma diline girmiş, hatta bunlardan gazi, yer adı ve unvan olmuş, gaza ve gazavat destanlarında, menakıbnâmelerde, Osmanlı kroniklerinde ve mimari eserlerin kitabelerinde kullanılmıştır.
Cihat sözü ise, uç bölgelerinde anlatılan kahramanlık hikâyelerinde nadiren kullanıldığı gibi, erken dönem Osmanlı kroniklerinde de çok az geçer. Osmanlı Türklerinde gaza ruhu öyle gelişmiştir ki Arap edebiyatındaki megazi türünün yerini, Anadolu'da gazavatnâme adıyla gelişen edebi türe bırakmıştı.
Yazı dili ile konuşma dili arasındaki uçurumun iyice derinleşmeye başladığı XVI. ve XVII. yüzyıllarda Osmanlı aydınları, halkın konuştuğu dilden ve kullandığı kelimelerden mümkün olduğu kadar uzaklaşma modasına uyarak cihat ve mücahit kelimelerini tercih etmeye başlamışlardı.
Sonuç olarak bir yanda halkın nesiller boyu severek okuduğu ve dinlediği Battal Gazi, Danişmend Gazi destanlarında gaza ve gazi gibi kelimeler Türkçe'nin temel unsurlarından sayılarak devam ederken, öte yandan yüksek zümre edebiyatı mensubu şair ve münşiler marifetiyle, cihat, mücahit, mücahede gibi kelimeler, ötekilerin yanında yer almış, fakat bunlar hiçbir vakit gaza, gazi gibi kelimeleri dilden atamamıştı. Tanzimat dönemi edebiyatımızın önemli eserleri arasında da gaza ve alplık ülküsünün işlendiği ve canlı tutulduğu görülür. Namık Kemal'in "Vatan Yahut Silistre" ve Abdülhak Hamid'in "Eşber" adlı eserlerinde bu kavramlar işlenir.
DANİŞMENDNAME VE TÜRKMEN GAZİLER
Danişmend Gazi'nin kahramanlık öykülerini anlatan Danişmendname, yüzyıllarca Anadolu ve Rumeli Türkmen gazileri içinde zevkle okunuyordu. Danişmendliler, kendilerini Fırat-İslam uçlarının ve Anadolu'nun sonraki Türk gazilerinin hatta Balkanlardaki Osmanlı gazilerinin de ünlü kahramanı Seyyid Battal Gazi'ye dayandıklarını öne sürüyorlardı.
Anadolu'da ilk gazi hareketi, şüphesiz İslam'ın en önemli sınırı olan doğu Anadolu'da başlamıştır ki bölgedeki ilk gaziler, Arap fatihleri idi. El-Battal lakabıyla şöhret bulan Emevi komutanının, Anadolu'da Türkler arasında yayılan kahramanlık menkıbeleri, destanlaştırılarak Battalname derlenmiştir. Bu eser, Danişmendname başta olmak üzere Anadolu ve Balkanlar'da ortaya çıkan birçok gazavatname türü esere ilham kaynağı olmuştur. Oğuz Kağan ve Dede Korkut destanları gibi Oğuznamelerin alplarıyla Danişmendname ve Saltukname gibi menakıbnamelerin gazileri, aynı kahramanlık temasını işler.
Anadolu'yu Türklerin ilk istila hareketlerinden Milli Mücadeleye kadar bu ruh, bir ideoloji olarak hep var olmuştu. Nasıl ki Osmanlı devletinin üzerine bina edildiği dinamik gücün adı gaziler, liderleri Osman'ın unvanı da gazi idiyse, Cumhuriyet Türkiye'sini ortaya çıkaran Kuvay-ı Milliyecilerin de hepsi birer gazi, liderleri Mustafa Kemal de gazi unvanlı idi.
Her yıl bu ruhu yaşatmak için 19 Eylül Gaziler Günü olarak hatırlanır. Vatan uğruna canlarını hiçe sayan bu özel kahramanlarımıza şükranlarımızı sunarız.
( Osman Gazi'den Gazi Mustafa Kemal'e Anadolu gazileri - Selahattin DÖĞÜŞ, İslam Ansiklopedisi)