Prof. Dr. Ahmet Ağırakça

Musibet ve sıkıntılar bir imtihandır

Dünya hayatı her zaman aynı düzlem ve düzeyde seyretmez. İniş ve çıkışları olan bir hayat yaşıyoruz. Bu dünya hayatında günahkar kullar olarak musibetlere düçar olduğumuzda bunun sonucunda bir hayır olduğunu düşünmemiz gerekir. İslam bize bunu öğretmektedir. Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem), bu hususta şöyle buyurur: "Allah'u Teala bir kimseye hayır dilerse, adalet-i ilahiyye muktezası ve o kimsenin günahlarını bağışlamak ve derecelerini yükseltmek için onu musibete uğratır" .

Kainatın yaratıcısı olan Rabbimiz, yarattıklarının hiçbirini başıboş bırakmamış, belirlediği ilahi düzen çerçevesinde kıyamete kadar sünnetullah gereği yüklediklerinin yerine getirilmesini istemiştir. Mükellefiyet ve hesap sorumluluğu olan insan için ise kıyamet asıl hayatın başlangıcıdır. Müminler için hedef Allah'ın rızası ve ahiret hayatı olduğundan bu dünyayı ve içindekileri hedefe götüren birer a'raf olarak görür. Bu nedenle dünya nimetleri kendisini şımartmadığı gibi hayatın, üzüntü, keder, musibet ve sıkıntıları da onu sarsmaz. Çünkü o, bu dünya hayatının geçiciliğine inanmış ve Rabbin şu hükmü onun benliğini kuşatmıştır. "Bu dünya hayatı sadece bir eğlence ve oyundan ibarettir, asıl hayat ahiret yurdundaki hayattır, keşke bilseler." (el-Ankebut, 64).

İşte mümin, Allah'ın bilinmesini istediği bu gerçeğe ulaşmak zorundadır. Birer imtihan sorusu bilinciyle karşılanmasını ve göğüslemesini bilen ve sabır gösteren mü'min için Rasul-i Ekrem (sallallahu aleyhi ve sellem) musibetlerin günahlara kefaret ve derecenin yükseltilmesine vesile olacağını haber vermektedir. Büyük uğraşlar içerisinde hayat mücadelesi veren insanoğlu ömrü boyunca, çevresinden, yakınlarından, sistemden, iş hayatından, aile hayatından çeşitli baskı ve zulümlere maruz kalabilir, hastalık, afet, ölüm gibi musibetlerle karşılaşabilir, işini, servetini, mevki, makam, öğrenim haklarını kaybetme, zarara uğrama, amacına ulaşamama, gibi vakıalarla yüz yüze gelerek sıkıntıdan, sıkıntıya uğrayabilir.

Tüm bunların Rabbimizin bilgisi dahilinde ve bir hikmet gereği olduğu düşünülmeli, mümkün olan her tedbire başvurularak sonuç Allah'a bırakılmalıdır. Çünkü cereyan eden tüm hadiselerin levh-i mahfuzda yer aldığını Rabbimiz haber vermektedir.

"Yeryüzünde ve sizin başınıza gelen her şeyi biz onu yaratmadan önce, onu kitapta (levh-i mahfuzda) kaydettik. Doğrusu bu Allah'a kolaydır" (el-Hadid, 57/22).

İşte müminin teselli kaynağı ve sığınması budur. Çünkü o, hayatta hiçbir şeyin tesadüfi olmadığına iman etmiştir.

Ancak tembellik, düzensizlik nasslara riayetsizlik, umursamazlık ve yeterli gayret göstermeme gibi nedenlerle meydana gelecek musibet ve sıkıntıların yukarıdaki hadis-i şerif ve bu ayeti kerimeyle irtibatlandırılması sağlıklı bir yaklaşım olamaz. Musibet istenmez, ancak vuku bulursa mü'mine düşen Allah'ın (c.c) çizdiği sınırlar dahilinde, gayret göstermek, hastaysa tedavi için uğraşmak, tüccarsa ticaretin kurallarını uygulamak, aile reisi ise yükümlülüklerini ifa etmek, kısaca bulunduğu konumun gereklerini yerine getirmek konuyla ilgili gerekli tüm tedbirleri alıp, gücü nisbetince çaba sarf etmektir. Sorumluluktan kurtulmak ve Rabbimize sunabilecek mazeret için gayret ve çaba şarttır. İşte ancak bundan sonra gösterilecek sabır ve tevekkül övülmüştür.

Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Herhangi bir Müslümanın başına yorgunluk, hastalık, düşünce, keder, acı ve kaygıdan diken batmasına varıncaya kadar, her ne gelirse Allah bunları o Müslümanın hatalarına kefaret kılar" buyurmaktadır. Diğer yandan mü'minler, Allah'ın kâfirlere mühlet ve nimet vermesi onun yüksek hayat standartlarında refah içinde yaşaması karşısında üzülmemeli, ezilmemeli, kıskanmamalıdır. Asıl hayatın ahiret hayatı olduğunu düşünmeli ve Allah'u Teala'nın şu ayetini zihnine nakşetmelidir: "İnkâr edenler kendilerine vermiş olduğumuz, mühletin sakın kendileri için hayırlı olduğunu sanmasınlar. Biz onlara ancak günahları çoğalsın diye (mühlet) veriyoruz. Küçültücü azap onlaradır." (Al-i İmran, 3/178)

Verilen sağlık nimeti, mal-mülk nimeti, mevki-makam nimeti , zeka bilgi nimeti vs. nimetler neticede insanı felakete götürecekse, bunların yokluğuna katlanmak, sabretmek, elde edilmesinden elbetteki daha kazançlı olacaktır. Böylece merhameti bol Rabbimiz müminleri yanlışa düşmekten muhafaza etmekte hem de verdiği musibet ve engellere karşılık müminlerin günahlarını affedip derecelerini yükseltmektedir.

"Bana söylesene, ey Muhammed! Biz onlara nimetler vermiş olsak sonrada tehdit edildikleri şey başlarına gelse kendilerine verilmiş olan nimetler onlara bir fayda sağlar mi?" (eş-Şuara, 26/205-207)

Bu çerçevede istenmesi bir yana sonuçta insanı, azaba, günahlara götürecek şeylerden uzak tutması için Allah'a dua edilmesi gerekmez mi?

Diğer yandan musibetler kişiyi eğitir ve olgunlaştırır, ona sabır, direnç ve kararlılık duygusunu kazandırır, kuvvetli bir irade ve dayanıklılık gibi gizli yönlerini ortaya çıkarır. Çünkü çeşitli iç ve dış etkenler, yıpratıcı ve engelleyici faktörler arasında doğru yolda yürüyebilmenin ve türlü çatışma ve engel arasında yeryüzünde insanları Allah'ın dinine davet etme ve dini hayata hakim kılma görevinin ifası için bu yetenek ve vasıfların olgunlaşması gerekir.

İslamda dünya hayatı imtihan yeridir. Kişiye Rabbi tarafından verilen her nimet gibi kısılan, verilmeyen şeyler veya düçar olunan eziyet ve sıkıntılar hep birer imtihan sorusudur; Sabredenler ve kendilerine Rablerinden ne ve nasıl gelirse gelsin razı olup, boyun eğenler, teslimiyet gösterenler, kanaat edenler ve her hal üzere Rablerine şükredenler hem dünyada hem de ahirette kurtuluşa ererler: "Andolsun ki, sizi biraz korku, açlık, canlardan, mallardan ve mahsullerden yana mahrum bırakmakla imtihan ederiz. Sabredenleri müjdele ki onlar bir musibete düçar olduklarında biz Allah içiniz ve ona döneceğiz" derler. " (el-Bakara, 2/155-156)

Tutulduğu hastalığa uzun süre dayanıp sabır ve şükür eden Eyyüp (a.s) hakkında Allah'ın şu buyruğu ne kadar manidardır: "Katımızdan bir rahmet ve akıl sahiplerine bir öğüt olmak üzere O'na tekrar ve geçmiş olanlarla bir mislini daha verdik." (el-Enbiya, 21/84)

Dünya ve ahiret hayatının nimet ve sıkıntılarının kıyasının yapıldığı bir hadis-i şerifle konuyu noktalayalım: "Kâfiri getirirler. Tam manasıyla cehennemin ateşine daldırılır ve kendisine şöyle denir: Şimdiye kadar hiç hayır gördün mü? Hiçbir nimet tattın mı? Cevap olarak der ki: "Hayır, Allah'a yemin olsun, Ya Rab bir şey hatırlamıyorum." Yine dünyada iken insanların en fena şartlar içinde yaşayanlarından biri getirilir ve cennet nimetleri içine bırakılır. Sonra da ona: "Hiç ömründe kötülük namına bir şey gördün mü? Cevaben der ki: "Hayır Vallahi Ya Rab hiçbir şey hatırlamıyorum."

Prof. Dr. Ahmet Ağırakça

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu'na aittir. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz.
Ancak alıntılanan köşe yazısı/haberin bir bölümü, alıntılanan habere aktif link verilerek kullanılabilir. Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
X
Sitelerimizde reklam ve pazarlama faaliyetlerinin yürütülmesi amaçları ile çerezler kullanılmaktadır.

Bu çerezler, kullanıcıların tarayıcı ve cihazlarını tanımlayarak çalışır.

İnternet sitemizin düzgün çalışması, kişiselleştirilmiş reklam deneyimi, internet sitemizi optimize edebilmemiz, ziyaret tercihlerinizi hatırlayabilmemiz için veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız.

Bu çerezlere izin vermeniz halinde sizlere özel kişiselleştirilmiş reklamlar sunabilir, sayfalarımızda sizlere daha iyi reklam deneyimi yaşatabiliriz. Bunu yaparken amacımızın size daha iyi reklam bir deneyimi sunmak olduğunu ve sizlere en iyi içerikleri sunabilmek adına elimizden gelen çabayı gösterdiğimizi ve bu noktada, reklamların maliyetlerimizi karşılamak noktasında tek gelir kalemimiz olduğunu sizlere hatırlatmak isteriz.