(Bir önceki yazımızın devamı)
İbn Sina baş ağrıları için bir buz torbasının başa konması ve Tüberküloz 'un tedavisinin gül suyu ve gül şerbeti ile yapılmasını tespit etmekle büyük bir buluş sahibi olduğu kabul edilmiştir. O, afyonun başta analjezik ve hipnotik yani uyku getirici özelliklere sahip olduğunu kaydederek afyonun anestezide nasıl kullanılacağını anlatır.
İbn Sina cerrahi operasyonlarda hastanın ağrı hissetmemesi için afyonu şarap, sarı sabur, hindistan cevizi veya adem otu diye bilinen mandragora ile karıştırıp içirilmesi yöntemini uygulamıştır. Bu yöntem daha sonraları İslam dünyasının birçok hastahanesinde de tatbik edilmiş ve bu yöntemi Avrupalılar haçlı seferleri sırasında Müslümanlardan öğrenmişlerdir. Özellikle haçlı seferlerine katılmış Hugo de Bologna afyon karışımı maddelerden anestezi ilacını öğrenerek uygulayan ilk Avrupalı doktordur.
İbn Sina ampirik tıbbın yanısıra psikoterapi alanında da önemli bilgi ve etkinliğe sahip bir tabibtir. El-Kanun fi't-tıb adlı meşhur eserinde İbn Sina'nın psikoterapi ile ilgili yaptığı tedavi yöntemlerini yansıtan bir çok olay anlatılmaktadır. İbn Sina tıbbı altı yüz yıl müddetle bütün dünya tıp ilmi üzerindeki üstünlüğünü korumuştur. El-Kanun fi't-tıb Gerard of Cremona tarafından Arapçadan Latince 'ye çevirmiştir ve 1473 yılından başlayarak Roma'da, Milano'da ve Venedik'te defalarca yayınlanmıştır. Ayrıca 1279 yılında Joseph Lorki tarafından İbranice'ye tercüme edilmiş ve 1491 yılında Napoli'de yayınlanmıştır. 1593'te Roma'da tekrar Latince'den Arapça'ya çevrilerek Arapça metin ile birlikte basılmıştır. El-Kanun'un en iyi çevirilerinden birisi hatta bazı araştırmacılara göre en iyisi Andrea Alpago tarafından 934/1527 yılında yapılanıdır. Alpago bu çevirinin sonunda bir tıp terimleri sözlüğü ilave etmiştir. Bu çevirinin 1544 yılındaki baskısının kapağında İbn Sina'nın taçlı bir resmi olup bu resimle onun hekimlerin reisi olduğu anlatılmaktadır. Bu tercümenin bir el yazması İsviçre'nin Bale müze kütüphanesinde mevcuttur. En son çevirisi ise 1658 yılında yapılmıştır. Çağımızda da Cameron Gruner tarafından "A Treatise on the Canon of Medicine of Avicenne incorporating a Tranlation of first book" adıyla İngilizce'ye tercüme edilerek 1930 yılında Londra'da yayınlanmıştır. Oftalmoloji ile ilgili kısım yani üçüncü cildinin önemli bir bölümü Prof. Hirschberg ve L. Lippert tarafından 1902 yılında Almanca'ya tercüme edilip yayınlanmıştır. Paul de Koning tarafından anatomi ile ilgili kısım "Trois Traites de' anatomie Arabe" adıyla, ayrıca yine Koning tarafından böbrek ve mesane ile ilgili kısmın Fransızca çevirisi yapılmış ve Traite surle Calcul dans les reinset la vessie adıyla Leiden'de 1896 yılında neşredilmiştir. Bunların dışında Jos v. Sontheimer, Benikow ( 1900), Michailowsky (1900), Uspensky (1900) ve Cueva (1899) gibi ilim adamları el-Kanun'dan bazı kısımların çevirilerini yapmışlardır. El-Kanun, 1650 yıllarından sonraya hatta muhtemelen Fransız devrimi sonrasında üniversite kapanıncaya kadar Fransa'nın en eski ve en köklü üniversitesi olan Montpellier Üniversitesi ve Belçika'nın Louvain Üniversitesi'nde başta olmak üzere Avrupa'nın bir çok üniversitesinde hatta on dokuzuncu yüzyıla kadar dünya çapında standart ve vazgeçilmez bir ders kitabı olarak okutulmuş ve XVII. yüzyılda Vallodolid Üniversitesi'nde İbn Sina Kürsüsü kurulmuştur. Böylece el-Kanun Avrupa ilim dünyasında önemli bir eser olarak kalmış ve "Avicenna Ekolü" olarak kabul görmüştür.
Er-Râzî ve İbn Sina'nın Avrupa tıbbını ne kadar etkilediğini anlamak için her iki tabibin Paris Tıp Fakültesi'nin giriş koridorunda resimlerinin asırlardır asılı durmasının düşünülmesi yeterlidir.
İslam'ın ilme verdiği değer ve Müslüman ilim adamlarının gayretleri İslam medeniyetinin doğuşunu gerçekleştirmiştir. Haçlı seferleri ve saldırıları, Moğol istilası ve Endülüs'ün düşüşü İslam dünyasında ilmi duraklamaya sebep olmuştur. Bu olayların menfi etkileri Osmanlı Devleti döneminde kısmen bir duraklama devri olarak görülmüşse de inhitat engellenememiştir. Fakat Yirminci yüzyılın başından beri İslam dünyasındaki çöküşün nedenleri üzerinde durulması ve bu konuda ilim ve fikir adamlarının sürekli olarak düşünüp Müslümanları da düşünmeye davet etmeleri bu medeniyetin tekrar nasıl diriltilmesi mümkündür diye zihin terlemelerinin görülmesi bu medeniyetin tekrar dirileceğinin ilk işaretlerini verdiği görülmektedir. İnanç ve İslam'ın yok olması nasıl mümkün değilse, İslam Medeniyetinin de buna bağlı ve buna paralel olarak ilelebet yok olması da mümkün değildir. İslam Medeniyeti çağımızda gittikçe olgunlaşmaya doğru yüz tutan İslam düşüncesinin yeniden dirilişi ile görülmeye başlanmıştır. Bu da İslam medeniyetinin önümüzdeki yüzyıl içinde tekrar dirileceğinin emarelerini göstermektedir. İslam Dünyasındaki ilmi gayretler ve siyasi bilinçlenmenin İslam Medeniyetini bir gün yeniden ayağa kaldıracağının müjdesi olduğuna inanıyoruz.
İşte bunu çok açık bir şekilde gören Batı dünyası saldırı ve tuzaklarını bundan dolayı bu kadar süratlendirmekte ve İslam'a olan düşmanlığını İslamofobi ile göstermektedir. Ama korkunun ecele faydası yoktur, yükselişte olan İslam dünyası, inişe geçen ve yıkılışa doğru yol almaya başlayan ise bugün güçlü görünse de Batı dünyasıdır. Medeniyetlerin yükseliş ve yıkılış işaretlerini ne zaman nasıl verdiklerini bütün dünya ilim adamları görmektedir.