Prof. Dr. Ahmet Ağırakça

İlimler tarihinin geçmiş ve geleceği: Tespitler ve öneriler

İslam medeniyeti, vahye dayalı bir medeniyet olarak bir "vahiy ve şehir medeniyeti" olup, ortaya koyduğu verilerle de bir telif medeniyetidir. İşte bu medeniyetin temeli olan telifi kolaylaştırmak için de daha ilk dönemlerden itibaren kâğıt imalatına önem vermiştir. Bununla ilim adamlarının önemli bir ihtiyacı karşılanmış ve ilmin inkişaf ve ilerlemesine zemin hazırlanmıştır.

Bu medeniyet, ilmin salt fiziki gelişmelerini ortaya koymamış ürettikleri eserlerle diğer medeniyetlerden farklı özellikler geliştirip bu ilkeler üzerinde yücelmiş bir medeniyettir. Dinin ibadat yönünü ilgilendiren ilimlerin yanı sıra fizik, kimya, matematik, tıp, astronomi alanında da büyük keşifler yapmış ve bu alanlarda dünya medeniyetlerine de öncülük etmiştir.

Bize binlerce eser ve müellif ismini taşıyan İbnü'n-Nedim, dünya ilimler tarihinin en önemli isimlerinden birisi olmuş ve kaybolma ihtimali olan birçok eseri bize tanıtmakla ilimler tarihinde büyük bir dönüm noktası oluşturmuştur.

Dünya medeniyetlerinin üstadı olarak kabul edilmesi gereken İslam medeniyeti, ilk insan/ilk beşerle yani Hz. Âdem'le başlar ve vahiy doğrultusunda şekillenir. Bağdat'ta bilge halife el-Me'mun'un rehberliği ve teşviki ile kurulan Beytu'l-hikme İslam Medeniyetinin ilk akademik kuruluşu ve kurumudur. Burada yapılan çalışmalarla ortaya çıkarılan ürünler, İslam medeniyetinin ilk verileri olup dünya ilimler tarihinde çok önemli bir kavşak noktasıdır.

İslâm dünyasında kurulan ilk rasathaneler astronomi ilmine hangi düzeyde başladığımızı göstermektedir. Burada yıldızların hareketleri ve durumları, güneş yılının müddeti vb. hususlarda önemli buluşlara imza atılmıştır. Bu dönemde yetişen büyük astronom ve matematik bilgini Muhammed İbn Musa el-Hârezmî ile Habeş el-Hâsib son derece önemli buluşlar yapmışlar ve astronomi tarihinde en büyük çalışmalar sayılan yerkürenin enlem ve boylamları üzerinde durmuşlardı.

Diğer taraftan gezegenlerin döndüğünü ve bu konudaki kanaatlerini dünyaya ilk tanıtanlardan birisi olan Ebu Cafer el- Hazin'in, üç bilinmeyenli denklemi çözmesi, hatta dört bilinmeyenli denklemlerin çözümündeki buluşlar İslam medeniyetinin hangi düzeye tırmandığını göstermektedir. Daha ilk dönemde ortaya konan bu ilmi verilerin Latinceye tercüme edilmeleri 14.yüzyılda İslam astronomi birikimi Avrupa'ya intikal etmiş ve Avrupa'yı aydınlatacak Rönesans'a zemin hazırlamış oldu.

Biruni'nin, yerkürenin döndüğünü dile getirmesi o dönemlerde çok bâkir bir bilgi idi. Hatta o günden 400 yıl sonrasına kadar bu bilgiden dünyanın haberi olmamıştı. Dünyanın güneşin etrafında döndüğünü ilk dile getiren Müslüman bilginlerdi. İbnu'l- Heysem'in buluşları, İstidaru'l-Kevn adıyla yazılan birçok risalede dünyanın kendi etrafında ve ayrıca güneşin etrafında döndüğünün anlatılmaya çalışılması, Batı dünyasının ilim adamlarına o günlerden ancak 300 yıl sonra ulaşabilmişti. Müslüman ilim adamları, bu gibi bilgileri dile getirirken Avrupa'da Archimedes yüzyıllar sonra bu bilgilerden haberdar olmuştur. Bu çalışmaları yapan ilim adamlarımız aynı zamanda Kopernik'in de önünü açmıştır. Dolayısıyla bütün Avrupa'nın, İslam âlimlerinin eserlerinden nasıl yararlandığını yine ilim dünyası çok iyi bilmektedir.

Ayrıca bu dönemde yaşamış olan ilim adamlarımız birçok küresel astronomi problemini büyük bir maharetle anlatmış, trigonometriye "kosinüs teoremi" gibi önemli sayılabilen bir yenilik getirmişlerdir.[1] Bütün bunların yanı sıra Ekvatorun çevresinin uzunluğunun yaklaşık 40.000 km olduğu yine Müslüman ilim adamları tarafından dile getirilmiş ve yeryüzünün doğruya en yakın ve en güzel haritaları ilk dönemden itibaren insanlığa kazandırılmıştır.

İslam ilimler Tarihinde İbn Sina'nın tıp alanındaki meşhur eseri el-Kanun fı't-tıbb büyük buluşlar ve tesbitler ortaya koymakla ne kadar büyük bir önem kazandıysa Birûnî'nin astronomi alanındaki el-Kanunu'l-Mes'udî adındaki eseri de bir astroloji, coğrafya, jeodezi, meteoroloji, kronoloji, trigonometri eseri olarak önemlidir.[2]

İbnü'l-Heysem (965-1039), gökyüzündeki bütün cisimlerin sabit yıldızlar da dâhil olmak üzere kendilerine özgü bir ışık yansıttıklarını keşfetmekle astronomi ilmini adeta zirveye taşımıştır. Onun Kitabu'l-Azlâl adlı eseri, güneş ve ay tutulmalarını konu edindiği gibi gezegenlerin hareketlerine ait teorisi de ışık geçirmeyen yüzeylere dayanır.[3] Astronomi problemleriyle uğraşırken bu düşünceler İbnu'l-Heysem'i gölge oluşumu teorisine de taşımıştı. Böylece fizikte büyük bir devrim yapacak olan ışık kaynaklarına dair görüşlerini Kitabu'l-menazir de ortaya koymuş ve ilk optik olayını/gözün görme olayını dünya ilimler tarihine kazandırmıştır. İbnü'l-Heysem, dünyanın manyetik alanının ve atmosfer basıncının ağırlık üzerindeki etkilerini de belirleyen ilim adamı olup, aynı zamanda "optik" alanında dünya ilimler tarihinde önemli bir buluşa imza atmıştır. İbnü'l Heysem gözün görmek için bir ışık yaymadığını, görülebilen yani bakılan nesnelerin göze doğru ışınlar ve şualar saçtıklarını, böylece gözün nesneden gelen ışınları alarak adese'den (göz bebeğinden) geçen ışınları görme sinirleri aracılığıyla beyne ulaştırdığını ve görmenin bu şekilde gerçekleştiğini söylemektedir. Onun bu sözkonusu ettiğimiz meşhur eseri "Kitabu'l Menazir " (optik/görmeye dair kitap ), Ortaçağ'da yazılmış en önemli fizik eseridir.

Bu dönemlerde yaşayan Abdurrahman el-Hazinî ( ö.550/1155 ), "Kitabu Mizani'l-Hikme" adlı eseriyle bu alanda büyük bir şöhrete ulaştı. Hazini, özgül ağırlık ölçüm aletlerini geliştirmek üzere büyük gayretler sarf etmiş ve kendisinden evvel yaşamış olan Cabir ibn Hayyan'ın kozmik denge düşüncesini daha ileri bir noktaya taşımaya gayret etmiştir.

Abdurrahman el-Hazinî, 515/1121 yaptığı terazi ile hidrostatik bilgini olarak tanınmıştır. O, statik ( durgun ) ve hidrostatik ( akışkan ) alanında önemli bir ilmi düzey yakalamıştır.

İslam'ın ilk filozofu ve aynı zamanda tabip olan el-Kindî, genellikle 'fizikî etkenlerin insanın ruh ve duygularında meydana getirdiği etkinin ölçüm ve değerlendirmesinin yapıldığı ilim' olarak tarif edilen psikofizyoloji ilminin öncüsü bu alandaki çalışmalarıyla da bilimsel psikofizyoloji ilminin temellerini atmıştır.

İbnu'n-Nefis'in küçük kan dolaşımının nasıl meydana geldiğini ilim dünyasına kazandırması insanlığa büyük bir hizmet olmuştur ve İslam medeniyetinin zirvelere nasıl tırmandığını göstermesi bakımından da büyük bir öneme haizdir.

İslam dünyasında, daha doğrusu bütün dünyada ve tıp tarihinde ilk steril sargı bezlerini kullananların Müslümanlar olduğunu biliyoruz. Tıp tarihinde sezaryen ameliyatının Müslüman tabipler tarafından yapıldığını, aynı şekilde ilk katarakt ameliyatının, ilk kanser teşhis ve ameliyatlarının, kızamık ve çiçek hastalıklarından bahseden ve bunların tedavilerini ilk defa gerçekleştirenlerin de Müslüman tabipler olduğunu bütün dünya biliyor.

Er-Râzî ve ez-Zehrâvî, ilk defa hayvan ve özellikle kedi bağırsaklarından imal edilmiş ameliyat ipliklerini (Catgut) kullanmışlar, cerahatlerde, derin yaralarda fitil uygulamasını gerçekleştirmiş, çocuk ve kadın hastalıklarından söz etmişlerdir.

İbn Sina'nın, mikropların hangi ortamlarda ve nasıl ürediğine dair buluşları önemli bir gelişmedir. Bugünkü tıbbın söz konusu hastalıkların sivrisinek aracılığıyla bulaştığı tespitine önemli bir zemin hazırlamış ve kaynaklık etmiştir. Aynı şekilde farelerin veba hastalığına sebep olduğunu teşhis etmesi, vebanın bulaşıcı olduğuna ve bu hayvanın mikrobu taşıyarak yaygınlaştığına işaret etmiş olması da tıp tarihinde önemli bir buluştur.

Yine paralyze'nin merkezi ve priferik türlerine ayrıldığını buna sebep olarak çok kanlı olmayı belirtmesi de orijinal bir bilgidir. Aynı şekilde zatü'l-cenb hastalığının belirtilerinin tesbiti tıp tarihinde bir devrim idi. Bütün bunların yanında dünya tıp tarihinde ilk defa bir bağırsak solucanı olan ankilostoma (Ancylostome) yani onikiparmak bağırsağında meydana gelen hastalığı keşfetmesi, İbn Sina'yı tıp tarihindeki üstün mevkiine yükseltmiş buluşlarından biri olmuştur.

İbn Sina, dünya tıp tarihinde önemli bir buluş olan mide ülserinin üzüntü ve sıkıntılardan oluştuğunu söylemesi, Bunun yanında kanser, yani ur (seratân) hastalığını teşhis etmesi de ilimler tarihine büyük bir bilimsel katkı idi.

İbn Sina'nın yüzlerce tıbbi buluşları ile birçok hastalığı teşhis ve tedavisi tıp ilminin İslam medeniyetinde nasıl bir düzeye ulaştığını gösterir. El-Kanun fi't-tıb'ta İbn Sina'nın psikoterapi ile ilgili yaptığı tedavi yöntemlerini yansıtan birçok olay anlatılmaktadır.

İslam tıbbının, İbn Sina ile zirveye tırmandığına bakarsak her zaman bunun mümkün olacağını ifade etmek de ve yeni gelişmeler başlatmak mümkün görülmelidir.

Diğer taraftan Cebir alanında sıfır kavramının keşfi Müslümanlara aittir. Yer çekiminin tespiti, vb. birçok alandaki icadları bütün dünyaya yeniden anlatmamız son derece önemlidir. Bunlar yeniden anlatıldığı takdirde ve o dönemlerde elde edilen bilgilerin bilinmesi ve hatırlanması hâlinde, İslam Medeniyetinin yeniden ihyası için yetişecek ilim adamlarını görmek mümkün olacaktır.

Mesela Hârizmî'nin 197-215 (813-830) yılları arasında Bağdat'ta kaleme aldığı "Kitâbü'l-Muhtasar fî hisâbi'l-cebr ve'1-mukâbele" adlı eseri ile kökler aracılığıyla çözülebilen bir denklemler teorisi kurmak önemli bir buluştur.

İslam medeniyetini zirveye tırmandıran ve "İlmin ilk şartı şüphedir" anlayışıyla ilmî çalışmalarını ve teliflerini sürdüren bu medeniyet, gerçekten saymakla bitmez büyük ilim adamları yetiştirmiş ve muazzam buluşlar ortaya konmuştur. Ebu'l-İzz el-Cezeri'yi ve insanlık tarihinde önemli bir dönüm noktasını oluşturan Kitabu'l-hiyel'ini, medeniyetimizin baş eserlerinden birisi olarak yeni nesillere tanıtmamız gerekir. Zira medeniyetin dirilişi ve yeniden ayağa kalkması Medeniyet ve ilimler tarihimizde yapılanların iyi bilinmesiyle mümkündür.

Fizik ve teknoloji alanının 6./12. yüzyılda İslam kültür dünyasında ulaştığı yüksek seviyeyi gösteren en azından iki kitap tanıyoruz. Bu eserler, Abdurrahmân el- Hâzinî'nin[4] (515/1121 yılında yazdığı) Mîzânu'l-Hikme ile Ebu el-İzz İsmâîl İbn er-Rezzâz el-Cezerî'nin[5] " el-Câmi' beyn el-İlm ve'l-amel en-nâfi' fi sına'ati'l-hiyel" isimli eserleridir.

NOT: İslam medeniyetinin geleceği ile ilgili yazımız bunun devamında olacak

Ahmed AĞIRAKÇA


[1] Kâtip Çelebi, Keşfu'z-Zunûn, İstanbul 1943, II, 970; İbn Hallikan, Vefayatu'l-Ayan, Beyrut 1977, II, V, 764-766

[2] Kâtip Çelebi, Keşf, II, 134

[3] Sigrid Hunke, 117

[4]Brockelmann, GAL, 1. Suppl. s. 902.

[5] Ebu el-İzz İsmâcîl İbn er-Rezzâz el-Cezerî' , Mîzânu'l-Hikme, neşr. Ahmed el-Hasan Halep 1979.

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu'na aittir. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz.
Ancak alıntılanan köşe yazısı/haberin bir bölümü, alıntılanan habere aktif link verilerek kullanılabilir. Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
X
Sitelerimizde reklam ve pazarlama faaliyetlerinin yürütülmesi amaçları ile çerezler kullanılmaktadır.

Bu çerezler, kullanıcıların tarayıcı ve cihazlarını tanımlayarak çalışır.

İnternet sitemizin düzgün çalışması, kişiselleştirilmiş reklam deneyimi, internet sitemizi optimize edebilmemiz, ziyaret tercihlerinizi hatırlayabilmemiz için veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız.

Bu çerezlere izin vermeniz halinde sizlere özel kişiselleştirilmiş reklamlar sunabilir, sayfalarımızda sizlere daha iyi reklam deneyimi yaşatabiliriz. Bunu yaparken amacımızın size daha iyi reklam bir deneyimi sunmak olduğunu ve sizlere en iyi içerikleri sunabilmek adına elimizden gelen çabayı gösterdiğimizi ve bu noktada, reklamların maliyetlerimizi karşılamak noktasında tek gelir kalemimiz olduğunu sizlere hatırlatmak isteriz.