Bir medeniyet hangi temellere sahip olmalı?
Kur'ân-ı Kerîm insanın gerek maddî gerekse diğer yönlerine bakıp iyice düşünmesini istemektedir. Birçok ayet ve surede insanın gıdasını temin etmesi, onun yaratılışında ilk başlangıç olan bir damla su, yeryüzünün, gökyüzünün ve dağların yaratılışını, bitkiler ve hayvanlar âlemine dikkat edip bunların nasıl vücuda getirildiklerinin iyice düşünülmesi gerektiği hatırlatılmaktadır. Aynı zamanda bu ayetler insanı yeryüzünde ve bütün kâinatta dolaşarak Cenab-ı Allah'ın koymuş olduğu kanunları iyice idrak edip, hiçbir şeyin aciz bırakamayacağı muazzam bir iradenin dışında başka bir şeyle gerçekleştirilmesi mümkün olmayan bir mucize olarak yaratıldığını bizzat müşahede etmesi için onu her an tefekküre davet etmektedir. Kur'ân-ı Kerîm insanı, maddi manevî, ahlâkî ve ruhî bütün özellikleriyle mükemmel seviyede bir medeniyetin oluşmasına gayret etmeye ve buna katkıda bulunmağa teşvik etmektedir. Kur'ân-ı Kerîm birçok yerde uzun uzun bir anlatımla bu medeniyetin yapısını belirlerken maddi ve manevî temeller üzerinde oturtulmasının gereğinden söz eder. Her şeyden önemli bir şart olarak da bu medeniyet oluşup yeryüzünde yayılırken, en mühim bir özellik olarak bütün ölçülerini, değer ve prensiplerini Cenab-ı Allah katından insanlığa bildirilen hükümlerden, emir ve yasaklardan almalıdır. Bir medeniyet kâinatı ve içindeki varlıkları yaratan yüce Allah'ın emir ve yasaklarına, onun koyduğu ölçü ve değerlere ne kadar çok uygun olur ve onlara göre temellendirilirse o kadar uzun ömürlü o kadar sağlam ve asırlara yayılır gider.
Herhangi bir maddî mesele veya tabiatı ilgilendiren bir hususta, canlılar âlemi yahut onların dışında herhangi bir maddî platformda teşekkül ettirilecek bir medeniyeti belirleyen Kur'ân-ı Kerîm bize yol çizerek yol haritası belirleyerek gösterir. Kur'an'ın bütün buyrukları ve mesajları mutlaka bu medeniyetin inanç, takva ve Allah'a da'vet eden bir hareket temelleri üzerinde yükseltilmesini ele alıp mesaj olarak insanlığa sunmaktadır.
İşte Kur'ân-ı Kerim'in apaçık olarak insanlığa sunduğu mesaj ve oluşmasını istediği medeniyet buna dayanır. Bu medeniyetin denge hareketinden kaynaklanan mantık, her türlü inhirafı ve medeniyetin gelişmesindeki duraklamaları kesinlikle reddeder. Kur'ân-ı Kerîm'de bu meselelerin ele alındığı ayetler son derece apaçık olduğu gibi gayet de boldur. Kur'ân-ı Kerîm'in buyrukları bu yönleriyle ele alındığında, ruh ve madde tecrübesinin herhangi birisine meyledip diğerini de asla ihmal etmeyerek sürekli her ikisinin birlikte önemsenmesi istemektedir.
İşte Kur'ân-ı Kerîm'in insan ile tabiat arasında yarattığı bu mükemmel ahenk, onun ötesinde rahatlıkla görülebilen mükemmel dengede insanın emrine sunulan bütün maddî kuvvetler Cenab-ı Allah'a yapılacak ibadetlerle fevkalâde bir ilişki içinde olduğu da açıkça görülmektedir. Bu konuda insanın teorik ve pratik alanda faal kudretiyle uygulamış olduğu ve onun bu medenî ortamın oluşmasında sarf ettiği her türlü gayretinde de yine nihaî noktada Cenab-ı Allah'a sürekli muhtaç olduğunu, onun bu ihtiyacının yaratılışından kaynaklanan zafiyetinden de gelmekte olduğu bilinen bir husustur.
Bütün bunlar Kur'ân-ı Kerîm'de Hz. Davud ve Hz. Süleyman hakkında Cenab-ı Allah'ın rumuzlarla zikretmiş olduğu hususlarda ve ayetlerde gayet açıkça kendilerine gösterdiği gibi bu konuda mesele en mükemmel şekliyle ve zirvede değerlendirildiği de gözlemlenmektedir.
"And olsun ki Biz katımızdan Davud'a bir üstünlük verdik. (Ve dağlara dedik ki) Ey dağlar siz de onunla tesbih edin ve kuşlara da (bu emri verdik) Biz ona demiri de (elinde mum gibi) yumuşattık.
"Ve Davud'a: Uzun ve geniş zırhlar yap (halkalarını) dokumada da intizama dikkat et. Ve (ailenle) salih amel işleyin. Muhakkak Ben sizin ne yapmakta olduğunuzu görürüm, diye bildirdik. Biz Süleyman'a da rüzgârı (emrine verdik). Sabahtan öğleye kadarı bir aylık yol ve akşama kadarı bir aylık yol giderdi. Ve biz ona erimiş bakır madenini sel gibi akıttık. Ve Cinden bir taifeyi de onun emrine musahhar kıldık. (Sebe', 34/10-14).
Kur'ân-ı Kerîm'in dünya ve içindekilerin insanoğluna emrine verildiğine dair buradaki ayetleri tamamlayıcı mahiyette başka bir mesajı da aynen Sâd sûresinde yer almaktadır.
"Onların dediklerine sabret. Kudret ve mülk ve ibadet sahibi kulumuz Davud'u hatırla. Çünkü o her hoş olmayan şeyden tevbe eden ve (günah ve yanlışlığından) dönen birisi idi. Gerçekten Biz dağları onun emrine verdik. Akşamleyin, kuşluk vakti onunla birlikte tesbih ederlerdi. Ve her taraftan toplanıp gelen kuşları da (onun emrine verdik. Dağ ve kuşların) her ikisi ona yönelirdi. Onun mülkünü de kuvvetlendirdik. Ve ona hikmeti (peygamberlik ve ilimin tamam ve kemalini) ve (hakkı batıldan ayıran) güzel konuşma kabiliyeti verdik." (Sâd, 38/17-20).
Daha sonra ayetler tekrar baştan konuyu ele alarak aynı sûrede biraz sonra Hz. Süleyman'dan söz etmeye başlar:
"Süleyman (a.s) dedi ki: Ey Rabbim bana mağfiret et ve benden sonra hiç kimseye nasip olmayacak bir mülk (hükümdarlık) ver. Muhakkak Sen (herkesin muradını) verensin. (Onun bu duasına icabet olarak buyuruldu ki) Biz de ona emriyle yumuşak ve hoş olarak istediği yere akan rüzgârı musahhar kıldık. Ve şeytanları (onlardan çok güzel bina yapan) her bina ustasını ve (denize dalıp inci çıkaran) dalgıçları da (ona musahhar kıldık) İncilerle bağlanmış oları diğerleri de ona musahhar kılınmıştı. Biz dedik ki ey Süleyman bu bizim sana vergimizdir. Sana verilen bu maldan dilediğine hesapsız ver veya verme, bu sana kalmış bir husustur," (Sâd, 38/35-39).
Bu ayetlerde Hz. Davud ve Hz. Süleyman'ın Cenab-ı Allah tarafından yönlendirilerek, oluşturacakları İslami ortam ve toplum için verdikleri mücadelede sabırlı ve cesur olmalarını İslam düşmanlarına karşı her türlü donanıma ve güce sahip olmak için demiri kullanmalarını/ demiri her alanda işlemelerini, her türlü sanayi ve teknolojiye sahip olmaları halinde medeniyetlerini oluşturabilecekleri hatırlatılmakta ve bu konuda yapmaları gereken kendilerine emredilmektedir. Kur'an-ı Kerim'in bu buyrukları evrensel olup her dönem ve her lider ve yönetici için verilmiş direktifler ve öğretilen stratejidirler. Onun İçin Kur'an'ın verdiği mesajlara kulak asmak zorundayız.
Prof. Dr. Ahmet Ağırakça
Ancak alıntılanan köşe yazısı/haberin bir bölümü, alıntılanan habere aktif link verilerek kullanılabilir. Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
- Toplumların inşasında Kur’an-ı Kerim’in metodu (21.05.2019)
- Problemler ve çıkmazlar iman ve akılla aşılır (18.05.2019)
- İslam’ın yeniden medeniyet inşasına doğru - I (15.05.2019)
- Küçük kan dolaşımını anlatan eserin Osmanlı tıbbına kazandırılması (13.05.2019)
- En büyük cerrahi tıp eseri Türkçe çevirisi (09.05.2019)
- Türkçeye çevrilen tıp kitapları (07.05.2019)
- Osmanlı tabiplerinin tıp tercümeleri (ı) (30.04.2019)
- Osmanlının son günlerinde yaşanan ihanetler (27.04.2019)