Medeniyeti ihya'nın ilk adımı
Medeniyeti ihya etmenin ilk adımı İnsanın kâinattaki ibret levhalarını görebilmesi ile başlar. İlahi vahiyin gölgesinde düşünmek insanın ufkunu aça ve medeniyetinin ihyasına doğru ilerlemenin imkanını yakalayabilir.
Kur'ân insanın tabiat ile olan ilişkileri hususunu belirli bir merhalede tekit etmekle kalmıyor, yeryüzünün imarı ve medenileştirilmesi hususunda Allah'ın yeryüzündeki halifeliğinin gereği ve bu görevin yerine getirilmesinde ve çeşitli uygulamalarda harcamaya toplum ve bütün beşeriyet ile olan ilişkilerinde insanı en cevval bir şekilde harekete geçip bütün gücünü kullanmaya davet etmektedir. Bu da ancak yerlerin ve göklerin derinliklerine ve sırlarına vakıf olabilmek için derin ve ileriyi gören bir görüş açısının oluşmasıyla gerçekleşebilir.
İnsanoğlu kâinatın kanunlarına gizli sırlarına, bilinmeyen taraflarına vakıf olup tabiatın her yönüyle ilgili olan bilgileri elde ederek onun medeniyetin oluşmasında rahatlıkla kullanabilmesi için sürekli bir gayretle ilmî deneyimlerin metotlarını en iyi bir şekilde ve bilimsel verilere uygun olarak kullanması gerekmektedir ki ancak bu üstün gayret ve çalışmalarla kâinatın kanun ve sırlarına hâkim olup onları insanlık yararına kullanabilir. Öncelikle de Cenab-ı Allah'ın o sonsuz yaratma gücüne en derin ve köklü bir iman ile iman ederek başlamak gerekmektedir. İşte yukarıda dediğimiz gibi böyle bir iman ile işe koyulup kâinatın içinde mevcut olan her şeyi yeryüzünün imarı ve insanoğlunun yerküresinde sürdüğü hayatının daha tekamül ettirilerek en üst seviyelerde yaşamasını sağlayacak şekilde güç ve gayretini kullandığında yeryüzündeki halifelik görevini gerçekleştirmiş olacaktır.
Kur'ân-ı Kerîm sürekli olarak insanları kendi varlıklarının gerçeğini ve insanın derinliklerinde gizli olan sırları iyice gözleyip bütün bu duyguların ve insan yapısının kâinattaki diğer varlıklarla olan ister maddi, ister duygusal ilişkilerini iyice öğrenerek görevini bu doğrultuda yerine getirmesini emretmektedir. Cenab-ı Allah insanı yaratırken onun bütün bu gayret ve araştırmalarında atacağı her adımda mü'min ve Müslüman bir insan olarak ona her türlü ve mükemmel nimetlere karşılık aynı oranda büyük bir sorumluluk yüklemiş ve ona verdiği her türlü duygunun bir sorumluluğu olduğunu ifâde ederek bunları bütün çalışmalarında, bilgi ve araştırmalarında, bütün deneyimlerinde rahatlıkla işleterek onlardan en iyi bir şekilde istifade etme nimeti de bağışlamıştır. Cenab-ı Allah şöyle buyurur:
"Bilmediğin bir şeyin ardına düşme. Çünkü kulak, göz ve kalb bunların hepsi o yaptığın kötü davranışlarından sorumludur." (el-İsrâ, 17/36).
Aynı şekilde Kur'ân insana etrafına bakıp bütün olaylardan ibret almasını ve gördüğü herşeyi -hatta yediği yemeklere varıncaya kadar- iyice araştırıp düşünmesini emretmiştir.
"İnsan bir kere (şu kendisine büyük nimet olarak verdiğimiz) yiyeceklerine baksın. Biz suyu döktükçe döktük. Sonra toprağı güzelce yardık. Orada taneler bitirdik. Üzümler, yoncalar, zeytinler, hurmalar. İri ve sık ağaçlı bahçeler, meyveler ve çayırlar...(yarattık)" (Abese, 80/ 24-31).
Aynı şekilde insan bir de yaratılışına bakıp düşünmesi gerekir.
"Bir de baksın insan hangi şeyden yaratıldı? Atılan bir sudan yaratıldı. Bel ile kaburga kemikleri arasından çıkan bir su..." (et-Târık, 86/5-7).
Ayrıca Kur'ân-ı Kerîm insanoğluna seslenerek yerlerin ve göklerin yaratılışındaki bütün sırlara ve hikmetlere bakıp ibret almasını istemektedir:
"Göklerin ve yerin melekûtuna (sırlarına ve yaratılış hikmetlerine bunların yönetiminin kimin elinde olduğuna) ve Allah'ın yarattığı şeylere ve ecellerin yaklaşmış olabileceğine bakıp da ibret almadılar mı? Peki, buna inanmadıktan sonra hangi söze inanacaklar?" (el-A'râf, 7/185).
Aynı şekilde yüce kitabımız Kur'ân-ı Kerîm insanoğlunun tarihe ve insanın yeryüzündeki davranış ve hareketlerine, sürdüğü hayatın seyrini düşünmeye davet etmektedir:
"Yeryüzünde gezip dolaşmadılar mı ki, kendilerinden öncekilerin sonunun nasıl olduğunu görsünler? Onlar bunlardan daha çok, daha kuvvetli, yeryüzündeki eserleri bakımından daha sağlam idiler. Bununla beraber kazandıkları kendilerinden herhangi bir şey savamadı," (el-Mü'min/el-Ğâfir, 40/82).
Bunun yanında insanoğlu Allah'ın yarattığı diğer bütün yaratılmışlara bakıp düşünmelidir.
"Bakmıyorlar mı develere nasıl yaratıldı? Şu göklerin nasıl yükseltildiğine, dağların nasıl dikilmiş halde yaratıldığına, yerin nasıl yayılıp döşendiğine bakıp da ibret almıyorlar mı?" (el-Ğaşiye, 88/17-20).
Bunların yanında insanoğulları şu sosyal kanunlara da bir bakıp tefekküre dalması icap eder.
"Bak nasıl onların kimini kiminden üstün yaptık. Elbette âhiret dereceler bakımından daha büyüktür," (el-İsra, 17/21).
Ayrıca insan şu Allah'ın rahmet ve kudretinden fışkıran tabiata bakmıyor mu?
"Allah'ın rahmetinin sonuçlarına bakın ki yeryüzünü ölümünden sonra kupkuru olduğu halde onu nasıl diriltiyor. Şüphe yok ki O ölüleri de çürütecektir. O her şeye Kâdir'dir." (er-Rûm, 30/50).
İnsanoğlu şu sürekli istifade edip durduğu ve ağaçların dallarından sarkan meyvelere bakıp ibret almıyor mu? Bu nimetlerin kendisi için yaratıldığına şükredip bu nimetleri düşünmüyor mu?
"O'dur ki size gökten su indirdi. Onunla her çeşit bitkiyi çıkardık. O bitkiden bir yeşillik çıkardık. Ondan da birbiri üzerine binmiş (dizili) taneler; hurmanın tomurcuğundan sarkan salkımlar, üzüm bağları, zeytin ve nar bahçeleri çıkarıyoruz. Bunların kimi birbirine benzer kimi benzemez. Herbirinin verdiği meyvesine bakınız. Meyve verirken ve olgunlaştığı zaman şüphesiz bu size gösterilenlerde inananlar topluluğu için elbette ibretler vardır." (el-En'âm, 6/99).
İnsanoğlu şu hayatın ilk defa nasıl başladığına nasıl gelişip yayıldığına ve üstün bir noktaya geldiğine şöyle bir bakıversin:
"De ki: Yeryüzünde gezip dolaşın. Bakın yaratmaya nasıl başladık. Sonra Allah son yaratmayı da yapacaktır. Çünkü Allah her şeye Kâdir'dir," (el-Ankebût, 29/20).
Cenab-ı Allah Kur'ân-ı Kerîm'de insanı yine etrafına bakıp olayları ona göre değerlendirerek hayatını sürdürdüğü doğrultuda her şeyi bilip, iyiyi kötüden ayırmasını, kendisine yararlı olan şeyleri alarak zararlı olanları reddetmesini, iradesini, görüşünü iyice kullanıp bütün bunları imandan fışkıran bir ferasetle yani akıl, göz ve kulağını Allah'ın razı olacağı bir istikamette kullanmasını ona aynı zamanda bir görev olarak yüklemektedir.
"Ey iman edenler..İşitmedikleri halde "İşittik" diyenler gibi olmayınız." (el-Enfâl, 8/21)
Kur'ân-ı Kerîm aynı şekilde bu hususta bir adım daha atarak insanlara kendilerine verilen göz nimetini harekete geçirip etraflarına bakmalarını istemektedir. Zira göz her anda birçok şey ile karşılaşarak anında algılamaktadır. Göz idrak ettiği bu duyulan, işitilen, görülen ve hissedilen her hususta hiç de sınırlandırılmamış, bundan dolayı da bütün bu duyulan ve hissedilen, algılanan her şeyde bir sorumluluk yüklenmiştir. Yaratılışın ve kâinat kanunlarının dayanmış olduğu yegâne kaynak olan hakka ulaşabilmek için bunun Allah'ın emrettiği şekilde kullanılması istenmektedir:
"Doğrusu size Rabbinizden basiretler (gönül gözleri, hakikatleri idrak etme kabiliyetleri) geldi, Artık kim hakkı görürse yararı kendisinedir. Kim de hakkı görmekten kör olursa zararı kendisinedir. Ben sizin üzerinize bekçi değilim," (el-En'âm, 6/104).
Prof. Dr. Ahmet Ağırakça