Dünya işi ahiret işi
Zannediyoruz ki gençlerimizin hepsi dünyanın peşine düşmüş, nerede günümüzü gün etsek diye düşünmekten başka bir şey yapmıyorlar. Hiç de öyle değil. Mühim bir kısmı hayatın uhrevi boyutu ile son derece yakından ilgili. O kadar ki bazıları okulları, sınavları, meslekleri derken dünya ile meşgul olmanın, ahiret işlerini ertelemeye hatta engellemeye sebep olduğunu düşünüyor ve bunun çarelerini bulmaya çalışıyor. İçlerinde, meslekleri dahil her şeyi bırakıp dini ilimlere mi dönsek, hafızlık mı yapsak diye soranlar dahi var. Bu çerçevede Genç Öncüler Dergisi'nin benden istediği bir röportajın konuyla ilgili bölümlerini burada paylaşmak istiyorum. Konuya bakışımı dile getirmeden önce sizi şunu düşünmeye davet ediyorum:
Acaba Efendimiz Medine'de Müslüman olan herkesin hurma bahçelerini, Medine çarşısını, hayvancılığı, askeri hazırlıkları, evlerinin geçimi için yaptıkları her ne varsa onu bırakıp ashabı suffeye katılarak inen ayetleri ezberlemelerini ve kendisinden ilim tahsil etmelerini mi isterdi? Bilginin dini olan ve olmayan diye ayrışmasının tabii bir bölünme olup olmadığını da düşünelim bu arada. Veya yaptığımız işlerin gerçekte dünya ve ahiret işleri diye keskin bir şekilde ayrışıp ayrışmadığını.
Bu soruların cevabı konusunda kafalarımızın karışık olması ve meşgalelerimizin bir kısmının kesin olarak dünyalık olduğunu ve ahrete yönelik bir tarafının olmadığını düşünmemiz Peygamberimizin hayatı, ahlakı ve sözleri konusunda neredeyse hiçbir temelimizin olmamasından kaynaklanıyor. Bize sunulan kategorizasyonların onun öğretisinde nereye oturacağı konusunda çoğumuzun zihninde belli belirsiz de olsa bir fikir yok.
Aslında dünyevi ve uhrevi sorumluluklarımız, birini yaptığınızda ötekini ihmal etmek zorunda kalacağınız şekilde birbirine zıt değildir. Aksine çoğu zaman örtüşürler.
Bunu çok iyi anlar ve özümsersek esasında her işin bir dünyaya bir de ahrete bakan tarafı olduğunu görür ve bu vicdan azabından büyük ölçüde kurtuluruz. Söz gelimi evimizin mutfak alışverişini yaparken ya da bir misafir ağırlarken veya ailemizin geçimi için dünya işlerinden birini yürütürken aynı zamanda ahrette sevap olarak karşımıza çıkacak bir iş de yapmış oluyoruz. Efendimizin bu doğrultuda sayılamayacak kadar çok mesajı vardır. Zihnimizin, yaptığımız işleri bu kadar keskin bir şekilde dünya ve ahiret diye ayırması bizim açımızdan bir defodur. Acizane kanaatim pırıl pırıl zekaya ve öz disipline sahip genç arkadaşlarımızın bu evhamının, geleceği parlak, inançlı gençlerimizi dünyada söz sahibi olmaktan mahrum edip saf dışı bırakmak için şeytanın sağdan gelmesinden başka bir şey olmadığıdır. Hayata holistik bakmak ve her işin hem dünyaya hem de ahirete bakan yönleri olduğunu görmek gerek. Tevhid budur.
Diyanet İşleri Başkanlığının hazırladığı Hadislerle İslam isimli kaynakta konuyla ilgili özet olarak şöyle denmektedir (Cild 5, s.40 vd):
"Peygamberlerin mesleklerinin çeşitliliği, kişilerin ve toplumların ihtiyaç ve imkânlarına bağlı olarak kazanç yollarının farklı olmasının tabiî olduğunu gösterir. Müminlere yaraşan hareket, emek sarf etmek, alın teri dökmek ve üretmektir. Ayrıca imkânlarını seferber ederek işin en iyisini yapmaya çalışmak, elde edilen başarı ile yetinmeyerek daha iyisi için yeniden kolları sıvamak da müminlere yakışan bir hayat tarzıdır.
Bu noktada hırs ve tamahkârlığın karşıtı olan kanaatkârlık ayrı, helâl kazanç için gücü nispetinde çalışma, kazanma ve bunları Allah yolunda harcama ayrıdır. "Kendi rızkımı temin ettim, bu kadarı bana yeter, aşırıya gitmemek gerekir!" şeklindeki bir yaklaşım, sürekli çalışmayı ilke edinmeleri gereken ve "İki günü eşit olan aldanmıştır." anlayışına sahip olmaları beklenen inanan insanlarda olmamalıdır. "Allah'ın sana verdiği şeylerde âhiret yurdunu ara. Dünyadan da nasibini unutma!" (Kasas 28/77) şeklindeki ilâhî buyruk, hem âhireti hem de dünya geçimini birlikte ele almayı, denge içinde yürütmeyi gerektirmektedir.
Bu anlamda ümmetine yol gösteren Hz. Peygamber, Allah rızası gözetilerek yapılan bütün emeklerin değerli olduğunu anlatmıştır. Resûlullah (sav) ve ashâbı arasında geçen şu diyalog, Efendimizin çalışmayı nasıl değerlendirdiği konusunda bizlere bilgi vermektedir: Bir gün Peygamber Efendimiz, ashâbı ile otururken güçlü ve heybetli bir adamın geçtiğini görürler. Oturanlardan bazıları, "Ey Allah"ın Elçisi! Keşke bu kimse gücünü Allah yolunda kullansa!" diye temennide bulunur. Bunun üzerine Allah Resûlü, "Eğer bu kimse çocuklarının geçimi için çalışırsa, Allah yolundadır. Eğer yaşlı ana babasının ihtiyaçlarını gidermek için çalışırsa, onun yaptıkları yine Allah yolunda hizmettir. Eğer kendi izzet ve erdemi için çalışırsa, onun yaptıkları yine Allah yolundadır. Fakat riya ve gösteriş için çalışmaya koyulursa, işte o zaman o, şeytanın yolundadır." buyurur. (Taberânî, el-Mu'cemü'l-evsat, VII, 56.)"
Demek ki bizlerin her şeyden önce Allah'ın rızasının sadece belli amellere mahsus olduğu yanılgısından kurtulmamız gerekir. Atalarımız "niyyât ile âdât, ibâdât olur" demişler. Yani güzel bir niyetle yapılan gündelik alışkanlıklar nafile ibadet gibi sevap kazandırır. Zihnimizde dünya işleri diye damgaladığımız ve onlarla meşgul olurken ahretimizi kaybedeceğimizi sandığımız işlerin çoğu güzel bir niyetle yapıldığında iki cihanımızı da yoluna sokan bir amele dönüşür. Bu durumda, çoluk çocuğunu kimseye muhtaç olmadan helal lokma ile beslemek amacıyla çalışan işçi veya bilimsel bir araştırmada insanlığa fayda sağlayacağı açık olan bir buluş için günlerini gecelerini kütüphanelerde, laboratuarlarda geçiren bir araştırmacı yahut insanlara yeni iş sahaları açmak, ekmek kapısı olmak ümidiyle çalışan yatırımcı sadece dünya için mi çalışmış olur? Bunların niyetlerini tersine çevirip haram yolda zevku sefada harcamak için çalışan işçi, insanlığa zararı açık olan bir projede para için çalışan bir araştırmacı ya da servetine servet katmak amacıyla insanları fakirliğe, iflasa sürükleyen bir yatırımcının hali ise tamamen tersidir. Dışarıdan baktığımızda aynı işleri yapıyor görünen bu kişilerin Allah katındaki durumları niyetlerine göre bambaşka sonuçlar verecektir.
Sonuç olarak yaptığımız iş meşru olmak kaydıyla onu sırf dünyalık veya hem dünyalık hem ahretlik yapan şey niyetlerimizdir. Şeytanın bizi dünya işlerinde etkisiz kılmak için oynadığı oyuna düşmeden yeteneklerimiz, kapasitemiz ve imkânlarımız doğrultusunda her alanda Allah için, Allah'ın kullarına iyilikler yapabilmek için en iyilerden olmaya bakmak son derece uhrevi bir iştir vesselam.
Gençler ikinci önemli konu olarak doğru bildiğimiz şeyleri hayata geçirmeye başladığımızda da erteleme hastalığına tutuluyoruz, bundan nasıl kurtuluruz, diye sormuşlar. Ona verdiğimiz cevap da bir sonraki yazının konusu olsun.
Fatma Bayram
Ancak alıntılanan köşe yazısı/haberin bir bölümü, alıntılanan habere aktif link verilerek kullanılabilir. Ayrıntılar için lütfen tıklayın.