İstemeler çeşit çeşittir. Kimi evrenden ne kuvvetle isterse evrenin onun için harekete geçeceği inancıyla asılır her türlü istemeye, kimi hayırlısı der bırakır, kulluğu nispetince yaptıktan sonra gereğini. Kimi de istememeyi ister. Rüzgârın önündeki yaprak misali bırakmıştır kendini. Sizin istemeleriniz hangi türden istemeler?
İstekleriniz aklınızdan öylesine geçiveren hayallerden mi ibaret? Yoksa Gazali'nin ince ince tahlil ettiği gibi hayalleri iradeye, iradeyi azme, azmi niyete, niyeti eyleme dönüştürebiliyor musunuz? Kuvvetle "İstiyorum!" diyebiliyor musunuz?
Bizi diğerlerinden farklı kılan özelliklerden biri de eğilimlerimizin hangi durumlarda ve ne kadar iradeye ve kararlılığa dönüştüğüdür. Hayatla bağımızı gösteren yer burasıdır.İşte sırf bu nedenle bile "istiyorum" diyebilmeli insan.Bilmem, siz bilirsiniz, nasıl isterseniz, fark etmez benzeri ifadeleri dillerine pelesenk edenlerin uyumluluktan ziyade hayatlarının sorumluluğunu etraflarına bıraktıklarından emin olabilirsiniz. Çevrenizde böyle insanlar varsa en ufak bir konuda bile son sözü söylemekten imtina ettiklerini fark edersiniz. Kahvenizi nasıl istersiniz gibi sıradan ve bir o kadar basit bir soruda bile "fark etmez" ya da "ben herkese uyarım" diyerek sıyrılıverirler istemekten ve karar merci olmaktan. (Onlar adına karar almamanızı, kendileri bir tercihte bulunana kadar beklemenizi tavsiye ederim.)
İstemek güçlü bir irade gerektirir. Sadece irade mi? Aynı zamanda ne istediğinizi de bilmeniz lazım. "İstiyorum" diyebilen kişi seçeneklerini iyi kötü ölçüp biçmiş, birinde karar kılmış demektir. "Niçin" sorusuna verilecek, iyi düşünülmüş bir cevabı vardır. Bazılarımız bu seçimleri hiç yapamaz. İstemekten, onun getireceği sonuçlardan korkar. Bazen de bu korkunun altında hata yapma endişesi yatar. Oysa hatasız yaşama isteği, istemenin kendisini öldüren ve kişiyi bu dünyada hiç var olmamış gibi sıfırlayan bir erektir.
Kuvvetli bir şekilde istemek, icap ettiğinde onların haklılığını savunmayı gerektir. Bunun için de isteklerimiz akıl süzgecinden geçmiş olmalıdır. Düşünce, inanç ve isteklerine karşı en güçlü eleştiri insanın kendi içinden gelir. Kendisine açıklayamadığını, kişi hiç kimseye açıklayamaz. İsteklerimizin hayal ve arzu aşamalarını geçip bilinçli seçimlere (yani en hayırlısını tercih etmek demek olan "ihtiyar"a) dönüşmesi için nefsani eğilimler olmaktan çıkıp hikmetli tercihler düzeyine yükselmesi gerekir. O nedenle "istiyorum" diyen kişi önce ne istediğini bilmeli, sonra da niçin istediğini. Yani kuvvetle istemenin alt yapısında bilgi olmalı. Aksi durumda ortada bir irade ve ihtiyar değil olsa olsa inat vardır.
Gelelim işin ilahi boyutuna. İnsana "istiyorum" diyebilme gücünü veren yaratıcı, aynı zamanda onu bilgiye ulaşma kapasitesi ile de donatmış. O nedenle ademoğlu "istiyorum" diye tutturduğu şeylerde mazur sayılmayacaktır. Zira bilinçli bir seçme gücü kişiyi davranışlarının sonuçlarından sorumlu kılar. Bu bilinç ve sorumluluk ahlakın en önemli dayanağıdır.
Yaşamınızın ilkeleriniz doğrultusunda özgürce ve onurla ilerlemesi için "istiyorum" diyebildiğiniz kadar "istemiyorum" da diyebilmelisiniz. Zannımca "istemiyorum" demek istemekten daha büyük bir direnç gerektirir. Zira "istemiyorum" dediğinizde sorun çıkabilir, yüzler asılabilir, huzur bozulabilir. Oysa yeri geldiğinde "istemiyorum" diyemeyen kişi bu karman çorman dünyada inancına ve prensiplerine göre nasıl yaşayabilir ki? Elmalılı'nın harika tespiti ile "huzur-perest olanlar cihat yapamaz". "Şu insanla bu kadar çok görüşmek istemiyorum", "Geç yatmak istemiyorum", "Burada bu kadar vakit kaybetmek istemiyorum", "Bu alkollü ortamda bulunmak istemiyorum" vs diyemeyecek gibi biriyseniz kişiliğinizi var etmeniz imkânsızlaşır. Bizi biz yapan şey evetlerimiz ve hayırlarımızdır çünkü.
Burada bir inceliğe de dikkat çekmek isterim. İnsan bir şeyi istemediğinde bunu kuvvetli bir şekilde söylemeli. Sert demiyorum, kuvvetli diyorum. Bazıları mırın kırın eder gibi bir sesle "istemem" der, bir yandan da yemek sofrasında ısrar bekleyen yaşlı teyze gibi içi gider. Yan gözle bakar durur. Kendimizi, istemediğimizi söylediğimiz şeyleri yaparken bulduğumuzda buna sebep olan şey çevrenin ısrarındaki kuvvet değil bizim reddimizdeki zayıflıktır. "Hayır"larımız kuvvetli olmadığında "evet"lerimizin de bir anlamı kalmaz. Huzur bozulmasın diye her şeye evet demek bizi o kadar silikleştirir ki hiç yaşamamış gibi oluruz. Engin Geçtan'ın deyişiyle böyle birinin arkasından herkes "çok iyi bir insandı" der "peki, başka neydi, ne gibi vasıfları vardı?" diye soracak olsanız kimse diyecek bir şey bulamaz.
Dua ederken bile istediklerimizi kuvvetle (ısrarla) söylememiz istenir. Çünkü o sırada ilahi tecelliyi harekete geçirmeye çalıştığımız kadar kendi irademizi de güdülemiş oluyoruz. Bazıları hiç istekte bulunmayıp her şeyi ilahi tecelliye bırakmayı seçerler. O da bir yoldur. Olur mu, olur. Lakin istemeyi yaratan, istememizi istemiş ve "Duanız olmasa Rabbim sizi ne yapsın" (Furkan 25/77) buyurmuştur. Bize düşen istemektir. Adabıyla ve kuvvetle isteriz. Sonuçta takdir edilene de razı olur, şikâyet etmeyiz.
Yukarıda Gazali'nin isteklerin amele dönüşmesi aşamalarını ince bir şekilde ayırdığını söylemiştik. Günlük dilde bu ince farklara dikkat etmeden hayali, arzuyu, şevki, azmi bir tek "istemek" kelimesi ile karşıladığımızda zihinsel bir kargaşaya düştüğümüzü de vurgulamak isteriz. Bazı isteklerin sadece heves aşamasında kaldığını, bazılarının ise azim ve niyete dönüştüğünü görmezsek, her isteyenin isteğinin neden gerçekleşmediğini de anlayamayız. Duyguların aşamalarını farklı kelimelerle ifade etmek bu süreçleri daha büyük bir farkındalıkla yaşamamıza da yardım eder. Zihnimiz bu konuda net olduğunda geriye sadece korkularımızı yenmek kalır.
Hayallerin gerçekleşmesi için onları bilgi ve hikmet dairesinde azim ve kararlılığa (niyete) dönüştürmek gerektiği gibi isteklerimizi mantıklı bir sıralamaya koymak ve birbirine zıt şeyleri aynı anda isteme hatasına düşmemek gerekir. İnsanların ihtiyaç duydukları şeyleri istemelerinden, kendilerini iyi hissetmek için istemeye evrildiği (bkz. "Ben Çağı" belgeseli / Adam Curtis) sonsuz hazlar çağında bu istekler karmaşasını makul bir sıraya koyabilmek başlı başına bir mesele olarak önümüzde durmaktadır. Bir yandan sınavda yüksek başarı hayalleri kuran, diğer yandan kafasına göre takılmayı isteyen ergenler gibiyiz çoğumuz. Yetişkin olmak çelişik istekleri tutarlı hale getirecek bir düzenleme ile muhal olanı hayal edip durma çocuksuluğundan kurtularak enerjisini doğru hedefler için planlı bir şekilde kullanmak demektir. Bu ikisini –mümkün ile muhali; doğru ile yanlışı- ayırt edebilecek ferasete, hayırlı olanı tercih edebilecek "ihtiyar" kapasitesine ve kararları doğrultusunda ilerleyebilecek bir azme sahip olabilmek, insan eğitiminin bir numaralı hedefi olmalıdır.
Fatma Bayram