Musikin seni çağırıyor
Geçtiğimiz hafta içinde Kadiköy İmam Hatipliler Vakfı'nın (KAİM) bir projesinin ilanını gördüm. Ayşe Kucur'un koordinatörlüğünü yaptığı proje kapsamında 60 öğrenciye bir hafta boyunca Türk musikisi ve kültürüne dair seminer, atölye, konser ve gezilerden ulaşan bir haftalık zengin içerikli bir program hazırlanmış.
Şimdi siz "Bu haberde ne var, ne güzel etkinlik işte" diyeceksiniz. Haklısınız, çok güzel etkinlik, belki böyle bir çok etkinlik yapılıyor, benim haberim olmuyor. Buna da eyvallah. Ama beni ümitlendiren ve sevindiren çocuklarımızda musiki kültürünün aktarılması ve sevdirilmesinin artık İmam Hatip liselerinin öncülüğünde ve bünyesinde yapılıyor olması. Türkiye'de iyi bir Müslüman olmak için dinimizi bildiğimiz kadar o dinin ışığı altında gelişen kültürü ve sanatı da bilmemiz gerektiğini düşündüğüm için bu haberi sevinç ve ümitle karşıladım.
Bu haberin beni niçin heyecanladırdığını size üç örnek üzerinden açıklayacağım. İlki İsmail Kara'dan. Hangi kitabında okuduğumu hatırlamıyorum, ama büyük zevkle okuduğum hatıralarını ve tanıdıklarını anlattığı kitaplarından biri olmalı. İsmail Kara Hocamız İstanbul İHL yıllarından bahsettiği bölümde bir konuda dikkatimizi çeker. Okullarının Fatih Cami'ne çok yakın olmasına rağmen bir kez olsun hocalarının Fatih Camii mimarisi hakkında hiçbir şeyden bahsetmediklerini üzülerek anlatır. O yaşlarda iken Fatih Cami'nin mimarisi hakkında verilecek bilginin ne kadar etkili olacağını belirttikten sonra İstanbul'da asırlar içinde teşekkül eden kültürümüzden bî-haber şekilde, deryadan habersiz deryada yüzen balıklar gibi, Fatih Camii ile Levent Sanayi Camii arasında bir fark yokmuş gibi davranmalarından üzüntü ile bahseder.
İkinci örnek Prof. Dr. Süleyman Berk'ten. Yalova Üniversitesi İlahiyat Fakültesi'nde hat hocası olan Prof. Berk'e, hatla olan ilgisinin nasıl başladığını sormuştum. Hoca yine İstanbul İmam Hatip Lisesi'nde öğrenciyken hatta merak sardığını ancak meslek dersleri hocalarının kendisine pek yardımcı olmadığını, cesaretlendirmediğini, edebiyat öğretmenin tesadüfen görmesi üzerine kendisini teşvik ettiğini, hatta ilgisinin ve kabiliyetinin olmasının çok önemli olduğunu söylererek yol gösterdiğini anlatmıştı.
Son örnek ise Osman Nuri Topbaş Hocaefendiden. Topbaş Hoca da İstanbul İmam Hatip'ten. Bir sohbetinde;
Gönül hûn oldu şevkinden boyandım yâ Rasûlallah
Nasıl bilmem bu nîrâne dayandım yâ Rasûlallah.
Ezel Bezmi'nde dinmez bir figândım yâ Rasûlallah
Cemâlinle ferahnâk et ki yandım yâ Rasûlallâh.
Dörtlüğüyle başlayan naatın sahibi Yaman Dede'den bahseder. Diyamendi iken Yaman olan ve naatler yazacak kadar Allah'ın Resulünü seven, Peygamber aklına geldikçe de kendinden geçen modern zamanlar dervişi hatta evliyası olan Yaman Dede, Topbaş Hocaların Farsça derslerine girmektedir. Haftada iki saat olan derste Yaman Dede, tahtaya Mesnevi'den bir beyit yazarmış, ardından iki saat o beyit üzerinde konuşurmuş. Yaman Dede'nin beyti anlatırken içine girdiği haller ise sınıfa akseder, çocukları içine alırmış. Şiir ve dervişlik hali öyle bir etkilermiş ki bir şey anlamadıkları halde dinlerlermiş. O zamanlar anlamadıklarını ise yıllar sonra anladıklarını ilave eder sohbetinin ilerleyen kısımlarında.
Şimdi ben "Farsça bizim için sıradan bir yabancı dil değildir, Farsça öğrenirken aynı zamanda kültürümüzü de öğrenmiş olursunuz." diyerek İHL'lere yeniden Farsça dersleri konulmalı desem, itiraz edenler çıkacaktır muhtemelen. Ama Yaman Dede, İstanbul İHL'de ders verirken belki Farsçayı KPDS sınavından 75 alacak kadar öğretmiyordu ama çocuklara verdiği zevk-i zelim, Mesnevî üzerinden verdiği tasavvuf az şey midir? Ya çocuklara peygambere nasıl aşık olunduğunu göstermesi! O, Farsça derslerinde, içi hazinelerle doldu bir köşkün kapısını araladı ve çocuklara içeridekilerden haberdar etti. O çocukların hepsi o kapıdan içeri giremedi belki ama en azından öyle bir kapı ve o kapının arkasında bambaşka bir dünya olduğunu öğrendiler.
Mimari, hat, edebiyat ve musiki. Elbette bu alanlarda ilerlemek için Allah vergisi bir kabiliyet gerekiyor. Ama onlardan haberdar olmak ve sevmek için bir yeteneğe ihtiyacımız yok. Güzel örnekleri gösterilsin, doğru öğretilsin kâfi.
Gittikçe çölleşen dünyamızda bir vaha açan KAİM Vakfı'na ve projenin koordinatörü Ayşe Kucur'u bu örnek çalışmasından dolayı tebrik ediyorum. Bu tür projelerin sayılarının artmasını can u gönülden niyaz ediyorum.
İsmail Güleç
Ancak alıntılanan köşe yazısı/haberin bir bölümü, alıntılanan habere aktif link verilerek kullanılabilir. Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
- Muhabbetin sulusu mu makbul kurusu mu? (02.11.2021)
- Toplumsal katkı mı, üniversite-toplum iş birliği mi? (30.10.2021)
- Üniversitenin topluma katkısı nasıl olmalı? (26.10.2021)
- Üniversitelerin topluma katkısı (23.10.2021)
- Unutulan bir gelenek Tarziye (20.10.2021)
- Mevlid okumak ruha gıdadır (16.10.2021)
- Farklı bir bakış açısıyla İstiklal Marşı (13.10.2021)
- Dile yapışan asalak: Aynen (10.10.2021)