Orucu en iyi kim tarif eder?
Başlıkta sorulan sorunun cevabını yazının sonunda vermek âdettendir ancak ben ilk başta vereceğim. Orucu en iyi şairler tarif eder, anlatır. İlmihal kitaplarında, ansiklopedilerde ve sözlüklerde orucun tarifini bulabilirsiniz. Oruç hakkında her şeyi öğrenebilirsiniz. Ancak hiçbirinde bir şairin yaptığı tarifi bulamazsınız.
Her zaman olduğu gibi ne demek istediğimi bir örnek üzerinden izaha gayret edeyim. Sezai Karakoç'un İnsan ve Oruç adındaki şiirini bilirsiniz.
Oruç, ruhun sesi gelir her yıl
Gümüş topuklarını dokundurur kalbimize
Vücut dönmeğe başlar bir tapınağa kurban gibi
Yapılır örtülür uçurumları yakan dualardan
Ten ruhun avuçlarının içinde
Hilkat günlerinin yeniden oluşun terlerini döker
İnsan gecesini değiştirir gündüzüne erer
Bir mevsime döndürür zamanı hiç değişmeyen
İnsanın olma vaktidir bu erme fırsatı
Ruh emzirir anne gibi yeri göğü fecri
Yeni bir insan gelip nöbete duracaktır
Eskisi çürümüş bir heykel gibi devrildiğinden
Ey oruç, diriltici rüzgâr, İslam baharı
Es insan ruhuna inip yüce ilham dağından
Kevser içir, âbıhayat boşalt kristal bardağından
Susamış ufuklara insan kalbinin ufuklarına
Şair, şiire orucu ruhun sesine benzeterek başlar. Ona göre oruç, her yıl gelen ruhun sesidir. Cevap vermemiz gereken soru, şairin misafir gibi gelen ruh ile neyi kastettiğidir. Şair, "sesi olan ruh" demekle Ramazan ayını canlı bir varlık gibi düşünmekte. Öte yandan ruh ile mana alemini, maddenin arkasındaki büyük gücü düşündüğümüzde Ramazan Hak'tan bize gelen sesli bir mesaj olmakta. Ramazan, Allah'ın bizi sonsuz hayata davet eden elçisi.
Geldiğinde ise gümüş topuklarını kalbimize dokundurur. Topukları gümüşten olan bir misafir kim olabilir? Belli ki melek gibi ruhânî bir varlık kastedilmiş. Topukların gümüş olması beyaz ve şeffaf olmasına işaret ediyor. Bir önceki dizede de ruha benzetmişti. Bir ruhun topukları da gümüşten olur. Gümüş topukları ile kalbimize dokunması iki şekilde anlaşılabilir. İlki gümüş ruh görünmez varlık olduğu için ancak kalp ile hissedilebilir. Geldiğini kalbimizle anlarız. İkincisi ise ruhu gümüş topuklu bir misafir olarak düşündüğümüzde göğsümüze basabilmesi için bizim yerde, yani kabirde olmamız gerekiyor. Bu mecazî bir kabir, dünya işleri arasında Hakk'ı unutan her ruh beden kabrindedir. Dünyanın insana pek de faydası olmayan işleri arasında kaybolanları, yani ölüleri diriltmek için kalbe dokunuyor. Henüz ölmüş birini diriltmek için de kalbe masaj yapılmaz mı? Şair, okura, sen bu değilsin diyor adeta. Sen bu dünyaya bunun için gelmedin, senin gönderilme gayen başka. O yüzden kurtul şu süfli hayattan. O hayattaki seni yani nefsini öldür ve yeni bir hayata doğ, diyor bize oruç.
Oruç gümüş topuklarıyla kalbe dokununca vücut hareket eder ve kendi etrafında dönmeye başlar. Kalbe dokunması, kişiyi kendine getirir, diriltir. Ölmeden önce ölüp diriltmiştir. Vücudun dönmesi ise zikirdir, hakkı hatırlayıştır, masivayı unutuştur. Zikrin sebebi ise kişinin hayrette kalmasıdır. O hayret cezbeyi, cezbe de hareketi doğurur. O halde oruç, kalbine dokunarak tuttuğu kişiyi zikre, tefekküre sevk eder, günahtan ve süfli işlerden uzaklaştırır. Dönmek, ayrılamamak demektir, yapışıp kalmak demektir, cazibeye kapılmak demektir. Oruç tutan vücut da orucun ikliminden ayrılamaz, kopamaz, uzaklaşamaz, cazibesine kapılır. Kurban olmak ise varlığın tümüyle adanmasına işaret etmek içindir. Oruç tutan kişi tüm varlığıyla kendini adamış, kurban etmiştir. Açlıkla terbiye edilen nefis de boğazlanarak kurban edilir. Böylece nefis boğazlanarak, ruh adanarak kurban edilmiş olur.
Nefis kurban edilince yerine yeni bir nefis doğar. Oruç, kabul edileceği Allah tarafından müjdelenen duayla, nefsi yeniden inşa eder. Dua kalkandır, kötülüklerden korumak için kişiyi örter, saklar, çevresine zırhtan bir duvar örer. Öyle böyle bir saklama, koruma, örtme ve inşa değildir. Çünkü bu yapının harcı pişmanlıktır, tövbedir, duadır, yakarıştır.
Dua, uçurumları, yani mesafeleri ortadan kaldırır ve seven ve sevileni kavuşturur. Uçurumların yanması aynı zamanda kişi için tehlikenin de ortadan kalkmasıdır. Bu dize, oruç, tutanı her türlü tehlikeden korur, demenin bir diğer yoludur.
İlk dörtlükte oruç geldi ve kişiyi onardı, düzeltti ve yeniden inşa etti. İkinci dörtlükte ise oruçlunun hali açıklanır. Ten, oruç ruhunun avuçları içindedir, yani bizi cehenneme götürecek işler yapmak isteyen nefis ruha bağlanmış, artık süfli isteklerde bulunamaz olmuştur. Çünkü tamamıyla ruha teslim olmuştur, emri altına girmiştir. Açlıkla ve ibadetle yeniden yaratılmaktadır ve bunun için de oruç, gayret göstermektedir. Her karanlık gecenin nurlu bir sabahı olduğu gibi insan da gecesini, cahilliğini, zalimliğini bırakır, gündüze, aydınlığa, irfana, hakikate erer, aydınlanır, nurlanır. Kişi artık bir kere erdi mi onun için mevsim hep bahardır, değişmez.
Ramazan ve oruç insan için kemâle erme fırsatıdır. İlk dizede ruha benzetilen Ramazan ayı tüm kâinatı bir anne gibi emzirir, besler, iyiliği büyütür. Cahiliye döneminden kurtulan kişi için artık yeni bir hayat başlamıştır. Oruç bedeni yeniler, eskisini eritir, çürütür ve yeni bir beden yaratır. Oruç, yenilenmedir. Eskisinin yerine gelen oruçla temizlenmiş ve arınmış beden, cehaletin tekrar kalp şehrine girmemesi için kapısında bekleyen nöbetçi olmuştur.
Şair son dörtlüğe oruca seslenerek başlar. Bu sefer orucu, ölü ruhları dirilten bir rüzgâra, kişinin selamete erdiği bahar mevsimine benzetir. İlham dağından, yani Hakk'ın katından, yücelerden tenezzül buyurup aşağılara, dünyalara in ve insanların ruhuna üfle demesi, akla ilk insanın ruhtan üflenerek yaratılmasını getirir. Sen de bizi yeniden diriltmek için ölü bedenlerimize üfle, es. Es ki dirilelim seninle. Bu dirilme cennette yaşamak gibidir. Dirildikten sonra bu dünya da cennet olur. Oruç onu özleyenlere, cennette Cemâlullah ile müşerref olanlara müjdeci olarak bu dünyada cennet şerbetlerini sunar, ölümsüzlük suyunu içerir. İnsan kalbinin ufuklarının nihayeti cennettir, Cemâlullah'tır. Oruç, tutanı cennete götürür, Cemâlullah ile müjdeler.
Lütfen söyleyin, orucu en iyi şairler anlatır, derken hâlâ abarttığımı düşünüyor musunuz?
Bu vesile ile Sezai Karakoç'u bir kez daha rahmetle yâd ediyorum. Bize oruç gibi bir nimet ihsan eylediği için de Cenâb-ı Mevla'ya sonsuz hamd-ü şükürler olsun.
İsmail Güleç
Ancak alıntılanan köşe yazısı/haberin bir bölümü, alıntılanan habere aktif link verilerek kullanılabilir. Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
- 18. yüzyılda bir iftar sofrası (18.04.2022)
- Emekli öğretim üyelerini dert edelim mi? (15.04.2022)
- Suriçi’ni bilmek isteyenlere kılavuz (12.04.2022)
- Ramazan ve Bektaşi fıkraları (08.04.2022)
- Ramazan fıkraları (04.04.2022)
- Şehr-i Ramazân merhabâ (01.04.2022)
- Derdi dağla paylaşmak (28.03.2022)
- Niye hikâye anlatıyoruz? (22.03.2022)