Hayatımdaki üç önemli an
Herkesin hayatında, büyük değişikliklerin olduğu anlar olur. İnsanların hayatı, bir okulu kazandığında, biri işe kabul edildiğinde veya bir yere atandığında, biri ile tanıştığında veya tanışamadığında, sevdiği birini kaybettiğinde, yeni bir şehre taşındığında, bir yere gittiğinde veya gidemediğinde hayatı ciddi bir şekilde etkilenebilir.
Ancak ben bu yazıda bu tür bir etkilenmeden bahsetmeyeceğim. Onlar, hayatın içinde olan olağan haller. Bunlar daha çok kariyer olarak isimlendirdiğimiz kişinin meslek hayatı ile özel hayatını etkileyen gelişmeler. Benim kastettiğim böyle bir şey değil. Daha çok dünyaya, kendime ve geleceğime bakış ile ilgili bir durumdan söz edeceğim.
Önemli üç an
Hayatımda çok etkilendiğim ve uzun süre tesirinde kaldığım üç önemli an oldu. Bunlardan ilki, birinin bana amca demesi idi. Çocukken amca dediğim insanların yaşına geldiğimi fark etmem beni oldukça müteessir etti ve teessürüm bir müddet geçmedi. Gençlik günlerimin geçtiğini o vakit anlamıştım. Yaşlandığımı mı demeliydim yoksa! Bir zamanlar bir reklamda geçen "Bana amca, amca dediler" sözünü bulan kişiyi çok takdir ettiğimi hatırlıyorum. Çünkü o reklam hâlimi o kadar güzel tasvir ediyordu ki. Reklamcının bu kadar önemli bir insanlık halini yakalamasını ve yansıtmasını çok başarılı bulmuş idim. O reklamda oynayan oyuncu gibi hissetmiştim kendimi gerçekten. Aynı duyguları yaşamıştım. Artık ben de amca denecek yaşa gelmiştim ve bunu bir çocuk yüzüme vurmuş, hatırlatmıştı. Bu durumu sindirmem epey bir zaman aldı ve sonunda amca olmanın keyfini sürmeyi öğrenerek kurtuldum.
Amcalığa iyice alışmış ve benimsemiş iken ikinci çok önemli bir ana daha şahit oldum. Arkadaşlarımın çocukları evlenmeye başladığında hissedemediğim ve anlayamadığım duyguyu dede olduklarında yaşadım. Aynı yaşta olduğum bir arkadaşımın kucağında torununu gördüğümde amcalıktan dedeliğe terfi ettiğimi fark ettim. Amcalığı zar zor sindirmiş iken dede olmak da nereden çıktı diye kızıp durdum kendi kendime. Oysa babam, benim yaşımda iken on torun sahibi idi. Neden bu kadar şaşırdığıma bugün bir anlam veremiyorum. Ama arkadaşımın kucağında torununu görünce yaşadığım kısa süreli şokun sebebini tahmin edebiliyorum. Aynı yaştaki arkadaşlarımın kucaklarında kendi çocuklarını görünce şakayla karışık cümlelerle takılırken torunu görünce hissetmediğim duyguyu yaşadım. Şu var ki bu durum amcalığa geçişte hissettiklerimden ve yaşadıklarımdan daha kısa sürdü ve şoku atlatıp dedeliği daha kısa bir sürede kabul ettim, hatta kendimi hazırlamaya bile başladım. Şimdi ise dede olacağım günlerin gelmesini istiyor ve bekliyorum.
Beni en çok etkileyen üçüncü olay ise birlikte büyüdüğümüz arkadaşlarımdan birinin vefat haberi oldu. Annemi, babamı, dayılarımı, amcalarımı, halalarımı ve teyzelerimi kaybettiğimde, hatta onların çocuklarını kaybettiğimde olmadığı kadar derinden hissettim. Ölüm sanki geldi, yanıma oturdu ve bana "Ne zaman gidiyoruz?" der gibi sordu. Birkaç gün kendime gelemedim. Bunda yakın bir arkadaşı kaybetmenin verdiği üzüntünün de rolü de vardı elbette. Ancak o üzüntü ile birlikte yaşadığım ölümle yüzleşmenin etkisi de vardı.
Bu dünyanın her dem sürmeyeceğini, bir gün gelip göçeceğimi hiç aklımdan çıkarmaz oldum. Bu benim hayata karşı olan tutumumu da değiştirdi. Hz. Peygamber'in akşam yatmadan önce ettiği "Allah'ım! Senin ismini anarak ölür, dirilirim (uyur, uyanırım)" duası ile uyandığında ettiği "Bizi öldükten sonra dirilten Allah'a hamdolsun. Yeniden diriltip huzurunda toplayacak olan da O'dur." Ve "Allah'ım! Senin lutfunla sabaha ulaştık, senin lütfunla akşama erdik. Sen isteyince dirilir, sen isteyince ölürüz. Yeniden diriltip huzurunda toplayacak olan da sensin." dualarının hikmetini çok daha iyi anlar oldum ve uyumadan önce ve uyandıktan sonra eder oldum.
Ebussuut Efendi'nin dediği gibi;
Gitti hengâm-ı şebâb elden dem-i vuslat gibi
Geldi eyyâm-ı meşîb erdi şeb-i firkat gibi
Kavuşma zamanı gibi ömrün bahar mevsimi gençlik günleri de bitti, kısa sürdü ve ayrılık gecesine benzeyen ihtiyarlık günleri gelmese de hızla yaklaşıyor. Ellili yaşlarımın başlarındayım.
Amcalık, dedelik ve ölümle arkadaş olmak kolay olmadı ancak olduktan sonra da çok rahat ettim. Ölümü bir yolculuk olarak görmeye başladım ve valizimi hazır tutmaya çalışıyorum. Zâtî merhumun,
El verse safâ, fırsâtı eyleme bir dem
Dünyâ ana değmez ki cefâsını çeke âdem
Sözlerini çok daha iyi anlıyorum vebu dünyanın cefasını çekmemek için ona değer vermemeye çalışıyorum. Çünkü şairin dediği gibi;
Bir değirmendir cihan, her kimse bekler nevbetini
Biz de mihneti zevk etmeye çalışarak nevbetimizi bekliyoruz. Ne maziye teessüf ediyor ne de istikbalin gamını, tasasını taşıyoruz. Hâlimizi hoş görüp bir neş'e tahsil eylemek için geçinip gidiyoruz.
Bakalım bundan sonra hayatımı etkileyecek hangi olaylarla karşılaşacağım.
İsmail Güleç
Ancak alıntılanan köşe yazısı/haberin bir bölümü, alıntılanan habere aktif link verilerek kullanılabilir. Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
- Ahlat’ı görmemek eksiklik imiş (18.08.2023)
- Hüseynik’ten çıktım şeher yoluna (15.08.2023)
- Başını pencerede unutmayan var mı? (11.08.2023)
- Mekanın ihyâsı toplumun ihyâsıdır (07.08.2023)
- Ayna ayna söyle bana, var mı benden güzeli dünyada? (04.08.2023)
- Bilinmeyen hazinelerimizden: Beçin Kalesi ve Şehri (30.07.2023)
- Kurretü'l ayn-i "Habîb-i Kibriyâ"sın yâ Huseyn (27.07.2023)
- Bir okulun başarısı neyle ölçülür? (23.07.2023)