Prof. Dr. Mehmet Emin Ay

“İnsanlık öldü” dedirten cinayetler!...

Birkaç gün önce Kırıkkale'de yaşanan ve kızının gözü önünde vahşice öldürülen bir annenin haberiyle yürekleri yaralayan ve vicdanları kanatan bir olaya şahit olmuşken, ardından bu kez Gaziantep'te, henüz dünyaya getirdiği yavrusuyla birlikte hastane odasında yatmakta olan bir annenin, ayrı yaşadığı kocasının bıçak darbeleriyle yaralandığı haberiyle sarsıldık...

Bir zamanlar, masum kız çocukları "Cahiliyye Çağı" denilen karanlık dönemin zalim ve cahilce anlayışıyla kumlara gömülerek hayatlarına son verilirken, bugün de maalesef masum kız ve oğlan çocuklarının ya bizzat kendileri ya da gözleri önünde "Ne olur ölme!" dedikleri anneleri öldürülüyor. Sağ kalanların ise hayatları boyunca unutamayacakları travmalar kalıyor, kabuk bağlayan bir yara halinde, körpe zihinlerinin bir köşesinde…

Sağduyulu her bir vatan evladı gibi ben de bu zâlim ve câni kocaların bıçak darbelerine maruz kalan kadınlardan hayatını kaybeden anneye rahmetler, yaralı olana şifalar niyaz ediyorum. Hayatını kaybeden ve saldırıya maruz kalan evlatlarının acısıyla yürekleri yaralı, kederli yakınlarına da sabır ve metanetler diliyorum. Yaşlısıyla çocuğuyla, fiziksel ve ruhsal olarak tarifi imkansız acılar çeken maktul, mağdur ve mazlumlara bunu reva gören, insanlıktan yana nasibi kalmamış iki zalime gelince, bu ülkenin vatandaşları olarak, devletimizin onlara en kısa zamanda "en ağır" cezalar vermesini bekliyoruz.

"İNSANLIK ÖLDÜ" DEDİRTEN CİNAYETLER

Yaşadığımız şu son iki olay, "insanlık öldü" dedirtecek kadar birtakım "vahim" sebepler ihtiva ediyor. Kadına karşı şiddet ve öldürme hadiselerinin sık sık tekrarlandığı ve belirgin bir şekilde arttığı ülkemizde, artık bu konu sadece bazı kurum ve kuruluşların, devletin ve kişilerin problemi değildir. Bu konuyu artık topyekûn toplumu ilgilendiren ve her birimizin sorumluluğu dahilinde bulunması gereken bir "acı gerçek" olarak kabullenmemiz gerekiyor. Dolayısıyla devlet, alması gereken kararları almak, çıkarması gereken yasaları çıkarmakla görevli olduğu gibi, sivil toplum kuruluşları ve medya da meseleyi doğru bir şekilde tanımak, tanımlamak ve tanıtmakla görevlidir. Nihayet, vatandaşlar olarak her birimizin insan olarak "sorumluluk" taşıdığımız ve bu sorumluluk gereği birtakım vazifelerimizin olduğu da inkar edilemez bir gerçektir. Ne var ki, bu sorumluk maalesef kaybolmaya yüz tutmuş ya da kaybolmuş durumdadır! Kaybolmamış olsaydı, o meş'um cinayet işlenirken, birilerinin, bu olayı engelleme adına çaba göstermek yerine video kaydı gerçekleştirme "sorumsuzluğu"na mahkum olmazdı!.. Eğer medya da gerçekten "sorumlu" davranmış olsaydı, bu vahşi olayı bir "haber" olarak vermek varken, reyting sağlamak amacıyla bir "canlı yayın" haline dönüştürmezdi!..

İnsanlığın öldüğüne hükmettirecek kadar vahim olan durum, işte budur kanaatindeyiz. Zira toplumun içine düştüğü hastalıklı bir ruh hali duruyor karşımızda… Başkasının çektiği acıya şahit olurken, müdahale etmek yerine izlemek… İzlemekle birlikte kaydetmek… Kaydettiğini başkalarıyla –büyük bir başarı elde etmiş edâsıyla- paylaşmak… Konuyla alakalı olan ve üzüntümüzü arttıran bir başka gelişme ise Kırıkkale'de yaşanan cinayeti kaydedip yayınlayan kişinin gözaltına alındıktan sonra serbest bırakılmasıdır. Zira bir insanın şeref ve haysiyetinin, taşıdığı canın, son anlarındaki duygularının ve sözlerinin ona ait dokunulmazlığını, "mahremiyeti"ni, böylesine ayaklar altına alarak kaydetmek ve cümle âleme yaymak, hiç kimsenin hakkı olamaz/olmamalıdır!.. Ne çare ki, onun bu davranışını bir suç olarak kabul eden ne bir hüküm, ne de cezai uygulamayı sağlayacak bir yasa var ortada!.. Bunlar yok, lakin bütün çıplaklığıyla bir hakikat şunu fısıldıyor bizlere: Her bir cinayet haberi, maalesef gün geçtikçe daha bir "vurdumduymaz" hale gelen kitlelerde his yoksunluğuna, suçu ve suçluyu mazur gören/göstermeye çalışan paylaşımların artmasına, bir cinayet haberini daha "dikkat çekici" hale nasıl getiririm düşüncesinde olan reyting düşkünü/vicdan yoksulu medyanın "kötü örnekler" galerisindeki haberlere bir yenisinin eklenmesine sebep olmaktan başka bir işe yaramıyor!..

CİNAYETİN HAYSİYETİ DE CİNSİYETİ DE YOKTUR!

Biraz önce toplum olarak muhatap olduğumuz bu vahim durumu meydana getiren problemler yumağını çözebilmek için topyekün bir "sorumluluk" anlayışına sahip olmamız gerektiğini ifade etmiştik. Devlet ve vatandaşlar olarak sorumluluk alanlarımıza daha sonra değineceğiz. Ancak ilk elde kurum ve kuruluşlar üzerinde durmak ve bir "yanlıştan vazgeçme" sorumluluğumuzu gündeme getirmek istiyorum.

Gerek medyada, gerekse yürütülen araştırma ve inceleme çalışmaları sonucunda kaleme alınan raporlarda, yaşanan cinayetler, "Kadın Cinayeti" başlığıyla verilmektedir. Sanki bir gizli el, her defasında erkeğe katil, kadına maktul; erkeğe zalim, kadına mazlum rolünü biçmekte ve toplum hafızasına bu şekilde kaydetmek gayreti içine girmede… Sosyal medyada bunun böyle olmadığını söyleyenler linç edilmeye çalışılırken, kadının değerini ve hakkını savunmak adına görüş beyan edenler bile, "Kadın, erkeğe emanettir" sözündeki "emanet" kelimesinden dolayı haksız eleştirilere muhatap olabiliyorlar. Sanki o gizli el, "Kadın Cinayeti" söyleminin zihinlere kazınmasına, toplum hafızasında bu şekilde yer etmesine engel teşkil edecek hiçbir gelişmeye imkan ve fırsat vermek istemiyor!..

Toplumda gözlemlediğimiz gerçekler, yapılan araştırma ve inceleme sonuçları şunu söylememize imkan vermektedir: Hem medyanın, hem de kadın ya da erkek olsun "insan" olarak her bireyin hak ve hukukunu savunan, onun huzur ve mutluluğunu sağlamayı hedefleyen sivil toplum kuruluşlarının önemli bir görevi vardır: Kadının hayatına ve haklarına sahip çıkmak kadar, bir "insan" olarak erkeğin de hayatına ve haklarına sahip çıkmak… Buna bağlı olarak bu kuruluşlar, kadına zarar verme ihtimali bulunan erkeği muhtemel bir olumsuz davranışa yönelmek, teşebbüs etmek ve gerçekleştirmek seçeneklerinin her birine engel olmak adına çaba göstermeyi de bir "görev" olarak görmelidir. Şayet bu ikili ve bütüncü bakış açısına sahip olunmazsa ve erkek muhtemel bir "düşman" olarak kabul edilmeye ve tanıtılmaya devam edilirse bu problemi çözmek, toplumun gündeminden çıkarmak ve sosyal hayatımızdan söküp atmak asla mümkün olmayacaktır. Bilinmelidir ki, câni ve kâtil hangi cinsiyeti taşırsa taşısın, cinayetin haysiyeti de cinsiyeti de yoktur… Ancak üzülerek ifade edelim ki, şu anda hem medya hem de kadın haklarını savunma misyonu taşıdıklarını düşünen birtakım dernekler, meselenin bu yönüne hiç eğilmemekte ve 6284 sayılı kanunun erkekler açısından ne gibi olumsuzluklar barındırdığına ve bu potansiyel olumsuzlukların ne gibi facialara sebebiyet verebileceğine/verdiğine hiç kafa yormamaktadırlar.

Oysa ki, 6284 sayılı kanunun yürürlüğe girdiği yıldan itibaren kadına yönelik şiddet ve öldürme-yaralama olaylarında ne bir gerileme söz konusudur; ne de bu kanun, aile bütünlüğünü sağlama ve koruma hususlarında olumlu bir etki oluşturabilmiştir. Bunda hangi faktörlerin rol oynadığı, geniş bir bakış açısıyla araştırmayı gerektiren bir konudur ama ne yazık ki, bu alanda yapılmış yeterli sayıda araştırmaya sahip değiliz.

Bu konuda az sayıdaki araştırmalardan biri olan bir rapordan aşağıdaki paragrafı aktararak son verelim yazımıza… Zira bu bilgiler, erkeğin boşanma aşamasında olduğu veya boşandığı eşine, evine, çocuklarına yaklaşma yasağı dahil, muhtelif yasakları ihtiva eden "tedbir" kararının, hangi şartlar altında alındığına dair önemli bir bilgi vermektedir:

"6284 sayılı kanun kapsamında tedbir kararı verilirken vaka bazlı ayrıntılı analizler yapılmalıdır. Zira mükerrer şiddet vakalarında kıskançlık psikozları içerisinde olan erkeğin evden uzaklaştırılması öfkesini artırmakta ve erkeğin cinayet işlemesini psikolojik olarak kolaylaştırmaktadır. Öte yandan, tedbir kararı verecek yetkililerin, analiz yapmaya zaman olmadan karar vermek zorunda oldukları da bir gerçektir." (Bkz. Coşkun TAŞTAN-Aslıhan KÜÇÜKER YILDIZ, "Dünyada ve Türkiye'de Kadın Cinayetleri 2016-2017-2018 Verileri ve Analizler" Polis Akademisi Yayınları, No: 68, Şubat 2019, s.34)

Gelecek yazımızda, söz konusu raporda araştırıcı akademisyenlerin elde ettiği bulgular çerçevesinde konuyu irdelemeye devam edeceğiz.

Prof. Dr. Mehmet Emin Ay

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu'na aittir. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz.
Ancak alıntılanan köşe yazısı/haberin bir bölümü, alıntılanan habere aktif link verilerek kullanılabilir. Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
X
Sitelerimizde reklam ve pazarlama faaliyetlerinin yürütülmesi amaçları ile çerezler kullanılmaktadır.

Bu çerezler, kullanıcıların tarayıcı ve cihazlarını tanımlayarak çalışır.

İnternet sitemizin düzgün çalışması, kişiselleştirilmiş reklam deneyimi, internet sitemizi optimize edebilmemiz, ziyaret tercihlerinizi hatırlayabilmemiz için veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız.

Bu çerezlere izin vermeniz halinde sizlere özel kişiselleştirilmiş reklamlar sunabilir, sayfalarımızda sizlere daha iyi reklam deneyimi yaşatabiliriz. Bunu yaparken amacımızın size daha iyi reklam bir deneyimi sunmak olduğunu ve sizlere en iyi içerikleri sunabilmek adına elimizden gelen çabayı gösterdiğimizi ve bu noktada, reklamların maliyetlerimizi karşılamak noktasında tek gelir kalemimiz olduğunu sizlere hatırlatmak isteriz.