Uzun zamandan beridir ülke gündemini meşgul eden bir problem kaynağı ile karşı karşıyayız: Aile… En değerli, en önemli kurum olan ailenin, bir problem kaynağı haline gelmesi de ayrı bir üzüntü sebebi maalesef…
Bundan 20-30 yıl önce yurt dışına gittiğimizde, batı ülkelerinde çalışan vatandaşlarımızdan, o ülkenin sakinleri tarafından "aile yapımızın sağlamlığına dair" övgü dolu sözler söylediklerini duyardık. Gerçekten, bizler de ülkemizde dede-ninelerimizin ve dahi anne-babalarımızın, maddi yönden pek çok mahrumiyetler yaşamalarına rağmen "mutlu" yuvalara sahip olduklarına, bizleri bu yuvalarda büyüttüklerine bizzat şahittik. Ne çare ki, yurt dışına giden birinci nesil bu övgü dolu sözlerle muhatap olurken maalesef ikinci ve üçüncü kuşak nesillerimiz, aile konusunda yaşanan problemler hususunda ana vatanda yaşananları paylaştılar, sonraki yıllarda…
Maksadımız olumsuz bir tablo çizmek değil. Ancak ortada olan acı gerçekler net bir şekilde orta yerde duruyor. Bizler, ayet-i kerime'de ifade edildiği üzere, "mutlaka bir şekilde muhatap olacağımız imtihan sürecini" (Bkz. Bakara, 155) dünya hayatında karşılaştığımız çeşitli sınavlar, belalar, musibetler ve krizler olarak düşünüyoruz. Daha ziyade bunların maddi ve ekonomik kayıplar olduğunu değerlendiriyor ve büyük bir yanılgı içine düşüyoruz. Ne var ki, yanı başımızda duran, "ailede yaşanan sıkıntılar"ın da bir imtihan, bir sınav olduğunun; dahası bu sınavın, birçok problem için sebep ve odak noktası teşkil ettiğinin farkında bile değiliz çoğu zaman…
Kitle iletişim araçları ve medyadan en çok zarar gören kurum nedir? diye sorulsa, hiç şüphesiz ilgili-ilgisiz hemen herkes bunun "aile" olduğunu söyleyecektir. Tam tersini hayal ediniz ve bu ortamdan olumlu yönde en çok etkilenen/beslenen kurumun aile olduğunu düşününüz… Emin olunuz ki, böyle bir durumda insanlık tarihi kadar eski olan aile kurumu, hangi ülkede ve toplumda olursa olsun, temelinde mukaddes değerlerin mevcudiyeti sebebiyle mutlaka insanlık adına hep iyi/güzel/doğru/olumlu şeyleri telkin edecekti, çatısı altında yaşayanlara… Neticede dünya bugünkü yorgun, bitkin ve harap halinden çok daha farklı, zinde ve mamur bir halde olacaktı… Ama maalesef bu söylediklerimiz bir temenniden öteye gitmiyor…
Medya ve kitle iletişim araçlarının aile üzerindeki olumsuz etkilerinden bahsettik. Dilerseniz basit örnekler verelim. Bugün, mamasını yedirebilmek için minicik parmakları, küçücük elleri arasına cep telefonunu yerleştirdiğimiz bebeklerden tutunuz, birkaç diziyi bir arada takip etme başarısını(!) gösteren teyzelerimize; evlilik programlarının meftunu hanımlardan, maçların tutkunu beylere ve nihayet televizyon yerine internette, sanal dünyasında mutluluğu arayan, takma isimlerle kendini ifade eden, takipçileriyle yeni bir çevre edinen ve kurduğu bu sanal dünyada yaşamayı âdeta gerçek dünyaya tercih eden genç kızlar ve delikanlılara varıncaya dek milyonlarca insan kitlesinin varlığından söz edebiliriz. Bunlara, bir de saatlerce ekran başında oynadığı oyunun mahkumu olarak vakit öldürürken "hayatını kaybeden" ya da oyundan aldığı telkinlerle canına kıyanların dramını eklemek gerekiyor.
Tüm bunlar, adına aile dediğimiz mukaddes varlığımız, toplumun en değerli temel taşı ve fertleri bir arada aynı çatı altında buluşturan bir kurumda yaşanıyor. Aynı çatının altında ama farklı ekranların karşısında, farklı dünyalarda yaşayan insanlar tarafından… Ailenin, kitle iletişim araçları sebebiyle bu "parçalanmış"lığına dair kanaatimizi, aile fertlerinden sadece öğrencilik dönemindeki çocukları üzerinden ele alacak olursak meselenin ne kadar vahim olduğu ortaya çıkacaktır. Zira, RTÜK tarafından önceki yıllarda 26 merkezde yapılan bir araştırmada, 6-18 yaş aralığındaki 4.306 öğrenciyle birebir görüşülerek hazırlanan rapora göre, öğrencilerin % 40'ının kendi televizyonu, % 73'ünün bilgisayar/tableti, % 63'ünün ise internet erişimi var. Aynı anket grubuna dahil öğrencilerin % 50'sinin cep telefonu var. Bu oran lise öğrencilerinde % 90 seviyelerine çıkıyor. Üniversite öğrencilerinde bu oranın %100 düzeylerinde gerçekleşmesi ise takdir edersiniz ki, uzak bir ihtimal değil…
BU GİDİŞ NEREYE?
Yukarıdaki istatistik rakamlarındaki oranların düşmediği, bilakis arttığı cümle âlemin bildiği bir hakikat… Peki bu gidiş nereye?.. Aile içi iletişim problemlerinin oldukça arttığı, aile içi şiddet olaylarının, yuvaların yıkılmasına ve hatta ölümlere sebebiyet verdiği, madde bağımlılığı oranlarında dikkat çekici artışların yaşandığı, toplumu ayakta tutan değerlerin başında gelen "büyüklere hürmet-küçüklere şefkat" anlayışının neredeyse ortadan kalktığı, medyada yayınlanan diziler içinde bu değerleri işleyen bir tek dizinin çekilmediği/izlenmediği/rağbet görmediği, bizlerle aynı dünyayı paylaşan etrafımızdaki canlıların, küçük ve savunmasız hayvanların insanlık dışı işkencelere maruz kaldığı bir dünya, nereye gidiyor?..
Yüce Yaratıcımızın, eşsiz kudretiyle insanoğluna lütuf ve ikramda bulunduğu sayısız nimetlerinden biri de belki iletişim imkanlarıdır. Soluduğumuz havaya seslerimizi taşıma ve aktarma potansiyeli bahşeden O Kadir-i Mutlak olduğu gibi, iletişim sürecini başlatmak ve tamamlamak için gerekli madenleri toprağa saklayan ve bütün bunları düşünme ve keşfetme özelliklerini kullanarak çeşitli analiz ve sentezler sonucunda gerçekleştiren insanoğluna "akıl" nimetini bahş eden de O'dur. Dolayısıyla bizler bir Müslüman ve mümin olarak önümüze sunulan iletişim imkânlarını Allah Teâlâ'nın eşsiz kudretinin, azametinin ve yüceliğinin bir yansıması olarak görür ve onları bu şuurla, şükürle kullanırız. Ancak ne çare ki, bugün bu imkanların alabildiğine çoğaldığı ve adına "İletişim Çağı" denilen bu çağda, yaşadığımız olumsuzluklar sebebiyle adeta bir "Dehşet Çağı"nı yaşamaya başlamış durumdayız, maalesef. Hem de çok acı bir gerçek!..
ÇÖZÜM NEDİR?
Gerçekleşmesi zor ve zaman alsa da bu hususta tek çözümün, sabırla ve devamlılıkla eğitim-öğretim, manevi ve ruhî terbiye olduğuna inanıyoruz. İletişim çağının dijital hale gelerek sınırları yok edip ve mahremiyetleri ortadan kaldırıp-sildiği şu günümüzde, "Aile Eğitimi" artık her zamankinden çok daha önemli bir hale gelmiştir. Bu sebeple bundan sonraki yazılarımızda konuya dair tespitlerimizi kısmet olursa sizlerle paylaşmak arzusundayız.
Alabildiğince olumsuz ifadelerden örülü yazımızı müspet bir gelişmeyle tamamlamak istiyoruz. RTÜK, dijital platform olarak bilinen ve internet üzerinden yayın yapan yurt dışı kaynaklı medya kuruluşlarının ülkemizdeki yayınlarının denetlenmesi kararını almakla, kimliksiz, kişiliksiz, cinsiyetsiz bir toplum ve dünya inşa etme amacında olan, her şeyiyle bize "yabancı" bu medya kuruluşlarının istediği gibi hüküm sürmesine engel olmuştur. Kararın hayırlara vesile olması dileğiyle, gelecek yazımızda buluşmak üzere…