Bundan önceki yazımızda tatil kavramının aslında biz Müslümanlar için kelime anlamından yola çıkarak kültürümüzde olmadığı/olmaması gerektiğini ifade etmeye çalıştık. Ne var ki, bugün artık inkar edilemez bir gerçektir ki, Kapitalist anlayış, tüm dünyada daha çok üretip/tüketebilmek için "tatil" kavramını tüm dinlerin ve kültürlerin tâ kalbine yerleştirmiştir. Bizim böylesi bir ortamda inancımız/kültürümüz gereği doğru olanı yanlıştan, güzeli çirkinden, sevabı günahtan ve iyiyi kötüden ayırt ederek Müslüman ve mümin olarak bize has bir duruş ve tavır sahibi olmamız icab ediyor. Yazımızda bu konuyu ele almaya çalışacağız.
TATİL DEĞİL, DİNLENME…
Tatilin, "duraklama, işi durdurma" anlamına geldiğini ve bu kelimenin atalet kökünden türemiş olduğunu, ataletin ise "başıboş, işsiz güçsüz, faaliyet dışı kalma" gibi anlamları bulunduğunu hatırlayacak olursak, Müslüman bir kişinin bunlarla vasıflanması söz konusu olamaz/olmamalıdır. Çünkü hayatımızın her dönemini ve her alanını kapsayacak şekilde bizi muhatap alan Kur'an-ı Kerim ve onunla hayatını nakışlayan Sevgili Peygamberimiz, bizim için "çalışmak" ve "vaktin değerini bilmek"ten bahsederler.
Necm suresindeki ayetlerde "İnsan için ancak çalıştığının karşılığı vardır. Ve mutlaka bu çalışmasının karşılığını görecektir." (39 ve 40.ayetler) buyrulurken, Resûl-i Ekrem (sav) Efendimiz ise şu uyarıda bulunmaktadır: İki nimet vardır ki, insanların çoğu onları takdir etme hususunda aldanmışlar/yanılgıya düşmüşlerdir. Bunlar: Sağlık ve boş vakittir."
İlgili ayette dikkat çekici bir durum söz konusudur. Allah Teâlâ burada "insan" kelimesini "el-insan" şeklinde zikrettiği için anlam, din, dil, kültür, coğrafya vs. tüm farklılıklarıyla birlikte tüm insanları kapsamaktadır. Dolayısıyla buradan anlaşılan mana şudur: Çalışan, çaba sarf eden, gayret gösteren ve emek veren her insan mutlaka bunun karşılığını görecektir. Medeniyetler, çalışkan ve gayretli insanların eliyle kurulmuştur. İslam medeniyeti de bu ayetleri doğru anlayan ve takdir eden nesillerin eseridir. Kaybetmeye başladığımız zaman dilimlerinin atalet içinde bocaladığımız dönemler olması ise tesadüf değildir.
Hadis-i Şerif'i ele alacak olursak. Nebiyi Muhterem (sav) Efendimiz, "iki nimet" olarak bahsettiği sağlık ve boş vaktin değerinin insanların pek çoğu tarafından yeterince anlaşılamadığını ve bu sebeple bu iki nimet konusunda yanıldıklarını ve aldandıklarını ifade buyurmaktadır. Gerçekten de sağlık, ancak kaybedildiği zaman değeri anlaşılan bir nimet olduğu gibi boş vakit de meşguliyetler peş peşe geldiği zaman önemi fark edilen bir nimet… Bu iki kavramın Peygamber Efendimiz (sav) tarafından birer "nimet" olarak nitelendirilmesi önemlidir. Kişinin içtiği suyun tadını hissetmesini bile etkileyecek değerdeki sağlık nimetiyle birlikte zikredilen boş vakit de Müslüman için aynı öneme sahip görülmelidir. Dolayısıyla bir işle meşguliyetin bitip de boş kalınan zaman dilimi anlamına gelen "el-ferâğ" kelimesi üzerinde düşünmek ve muhtelif faaliyetlerle meşguliyet dışında kalan bu boş ve serbest zamanı bir "nimet" olarak düşünüp bu nimetin kadrini bilmek gerekiyor. İnsanlık tarihinde iz bırakan, çalışkanlığı ve gayreti ile şöhret bulmuş olan tüm şahsiyetler üzerinde bir araştırma yapılsa ortaya çıkan netice şu olacaktır. Onlar için zamanın boşa geçmesi söz konusu değildir. Mutlaka, bir işin ardından, başka alandaki bir başka işe koyulma söz konusudur. Nitekim İslam işte tam da bunu söylemektedir, tüm insanlara…
"Hiç şüphesiz zorlukla beraber bir kolaylık vardır. Ve elbette zorlukla beraber bir kolaylık vardır. O halde sen bir işi bitirip tamamladığında hemen yeni bir işe koyul ve mutlaka her dâim Rabbine yönel." (İnşirah, 5-7)
Peki, ruh ve bedenden oluşan insan için durup-dinlenmeden hep çalışmak mı gerekiyor? Elbette ki, hayır… Müslümanları "ummeten vasaten" (Bakara, 143) vasfıyla niteleyen Allah Teâlâ, her konuda dengeli ve ölçülü olmamızı istediği gibi Sevgili Peygamberimiz de:
"Hayırlı işler ölçülü/dengeli olandır." hadisiyle konuya dikkatimizi çekmiştir. Bir başka uyarısı ise şöyledir:
"Eşinizin, ailenizin ve kendi nefsinizin sizin üzerinizde hakkı vardır. Her hak sahibine hakkını veriniz."
Anlaşılan odur ki, Müslümana yakışan iş-güç sahibi olmak ve yaptığı işi en güzel ve en sağlam şekilde yapmayı hedeflemesidir. Tamamlayıp bitirdiği işin sonunda atalet değil, başka bir alanda yeni bir işe koyulmaktır, esas olan... Nitekim Cuma namazını bize farz kılan Allah Teâlâ'nın, namaz bitiminde, "Şimdi artık yeryüzüne dağılın ve Allah'ın size ihsanından lütfettiği rızkınızın peşine düşün ve bu arada gerçek kurtuluşa erenlerden olmak için Allah'ı da çokça anın." (Cuma, 10) buyurması, ibadetin ardından çalışmayı, çalışma esnasında da Allah'ı unutmamayı emretmektedir.
Tatil değil, dinlenmek derken aynı zamanda vücudun beden ve ruh olarak istirahatini kast ediyoruz. Rahat bir uyku ile "bedenimizin dinlenmesi için geceyi bir örtü kıldığını" (Furkan, 47) buyuran Allah Teâlâ, ruhumuzun istirahati ve tatmini için de Allah'ı zikretmeyi telkin etmektedir: "Haberiniz olsun kalpler ancak Allah'ı anmakla huzur bulur, rahata ve tatmine erer." (Ra'd, 28)
Ruhu dinlendiren, O'nu anmak, O'ndan bahsetmektir. Belki bu sebeple Sevgili Peygamberimiz, zaman zaman Hz. Bilâl'e: "Erihnâ yâ Bilâl!.." yani "Bizi ferahlat/rahatlat ey Bilâl" diyerek onun ezan okumasını isterdi… Ramazan ayında geceleri kılınan namazın adı da buradan gelmekte ve ruhu ferahlatan bir yönü olduğu için ona "Tervîha" ve çoğulu olarak da "Terâvîh" denilmiştir.
Sonuç olarak, öğrenci ya da çalışan, genç ya da yetişkin, işçi-memur, çalışmayan… kısacası hangi meslek ve statüde olursa olsun mümin için, zaman bir nimettir ve değerli bir nimet olarak görülmelidir. Müslüman için boşa geçirilen zaman yoktur ve olmamalıdır. Hiçbir şeyin yapılmadığı ve sadece nefsin yeme-içme-uyku gibi hazlarına hitap eden talet ve uyuşuklukla geçen bir tatil anlayışı doğru değildir. Gayemiz, böyle bir tatil değil, bedenimizle beraber ruhumuzun da dinlendiği zaman dilimlerini yaşamak olmalıdır.
Prof. Dr. Mehmet Emin Ay