Akı kara; karayı ak gösteren medya!
Sermaye sahiplerinin elinde önemli bir güç olan ve bu sayede yerel, bölgesel ve küresel anlamda insanları, toplumları ve iktidarları etkisi altında tutan medyanın, iletişim uzmanları tarafından belirlenmiş üç işlevi vardır: Manipülasyon, Dezenformasyon ve Misinformasyon… Eğer bu üç ana işinden vakit bulabilirse ek iş olarak zaman zaman "doğru haberin peşine düşme" ve "aktarma" gibi olumlu ve güzel şeyler de yaptığı olur!..
Birkaç gündür Diyanet İşleri Başkanlığı'na bağlı, ancak aldığı kararlarında bağımsız ve müstakil Din İşleri Yüksek Kurulu'nun, TOKİ'nin yapmayı üstlendiği Sosyal Konut Projesi ile alakalı sorulan sorulara verdiği cevap, ülkenin gündemini ciddi bir şekilde meşgul etti. Öyle ki, internette konuyla ilgili bir arama yapmaya ve "diyanet" yazmaya kalktığınızda "di" harflerini yazmanız bile, karşınıza "diyanet faiz" ikilisinin çıkmasına yetiyor?..
Üzülerek ifade edelim ki, ülkemizde var olan medya; medya mensubu olarak habercilerden, editörlere ve genel yayın yönetmenine kadar bu alanda çalışan-ekmek yiyen pek çok kişi, üzerinde yeterli araştırma yapmadan yazmak, yalan haber üretmek ve iftira niteliğindeki ithamlar sebebiyle müntesibi olduğumuz dinin "günah" dediği yükle akşamı ediyor…
Azımsanmayacak ölçüde bir medya çalışanından söz etmek mümkün… İçlerinde, karanlık odaların sözcülerinden tutun, her şeye kapitalist ve liberalist gözlükle bakan, bulduğu her haberi, "haber alma-haberleştirme" özgürlüğü kapsamında görerek insanların mahremiyetini hiçe sayan "fırsatçı"lar olduğu gibi, muhafazakâr görünen ve fakat konuyla alakalı zannettiği her haberi ölçmeden-biçmeden, süzmeden-seçmeden sütunlarına taşıyan bir kesimden de bahsetmek mümkün…
İşte böyle bir ortamı paylaştığımız ülkemizin gündemini birkaç gündür meşgul eden ve "TOKİ'ye faiz fetvası"na dönüştürülen hadiseye dair hemen her haberin görselinde Diyanet İşleri Başkanı'nın resmi var. Din İşleri Yüksek Kurulu'nun, Diyanet İşleri Başkanlığı bünyesinde müstakil ve aldığı kararlarda bağımsız bir istişare heyeti olmasına rağmen…
Medya daha önce "Suriyeliler evlerine gönderilsin" söyleminde yaptığı gibi bu konuda da kötü işlerini, teknik ifadeyle manipülasyon, dezenformasyon ve misinformasyon yöntemleriyle yaptı. Toplumu gerdi, kamplaştırdı ve kurumlara olan güveni sarstı; yalan-yanlış haber üretti, hedef saptırdı…
Dinî hassasiyeti olmayan, Yaradan'ın kendisine emir buyurduğu kutsal değerlere sahip olmayan kimseler ve kitleler için söylenecek bir şey yok. Ancak Allah Teâlâ'nın insanoğluna gönderdiği dinlerin sonuncusu ve kişinin hem dünya hem de ahiret mutluluğunu gaye edinen, böylece en mükemmeli olan İslam'ın kesin buyrukları mesabesinde olan birtakım prensipleri görmezden gelen, kulak ardı eden, yok sayan, önemsemeyen… bir anlayışla davranmak, dinî anlamda sorumluluk sahibi olan medya mensuplarına yakışmıyor. Nedir bu prensipler denilecek olursa sadece iki ayeti aktarmakla yetinelim:
"Ey iman edenler! Size bir fasık bir haber getirirse, bilmeyerek bir topluluğa zarar verip yaptığınıza pişman olmamak için o haberin doğruluğunu araştırın." (Hucurât, 6)
"Bilmiyorsanız, bilen kişilere sorunuz." (Enbiya, 7)
İlk olarak aktardığımız ayet, "Müslümanım" diyen herkesin önemli bir sorumluluk yüklendiğini açık bir şekilde ortaya koymaktadır: Araştırmak; araştırmadan hüküm vermemek; araştırmadan aktarmamak!.. İnsanların ruhsal anlamda mutluluğu ve toplumsal anlamda huzuru için, sosyal barışın oluşması ve devamı için son derece önemli olan bu hususu, Son Nebi Hz. Peygamber (sav) "Duyduğu her şeyi aktarmak kişiye günah olarak yeter!" sözleriyle ifade buyurmuştu…
İkinci ayetin tefsirinde ise ortak anlam olarak, "bir konuda bilgi sahibi olmayanların, o konunun ehlinden, uzmanlarından sorup öğrenerek doğru bilgi edinmeleri gerektiği" belirtilmektedir.
Konuya dair daha pek çok ayetleri ve hadisleri burada zikretmemizin mümkün olduğunu ifade edebiliriz. Ama bizim için sadece biri bile taşımamız gereken sorumluluğu ifade etmesi bakımından yeterlidir/yeterli olmalıdır. Peki bu sorumluluğun gereğini ne derece yerine getirdik? Şimdi onu sorgulayalım…
Birkaç gündür Türkiye'nin gündemini meşgul eden "TOKİ'den ev sahibi olmak için devletin bankasından düşük faizli kredi almak caiz midir?" sorusu üzerine Din İşleri Yüksek Kurulu'nun oy çokluğuyla aldığı karar, toplumda ciddi tartışmalara sebep oldu. Sebebiyse yazılı-görsel medya ve sanal mecralarda yazılıp çizilenler…
Şimdi geliniz yukarı zikrettiğimiz ve bizi bağlayan/bağlaması gereken; sınır belirleyen/sınırlaması gereken hadis ve ayetler çerçevesinde soralım: İlahiyat alanı içerisinde çok önemli ve özel bir ilim dalı olan, İslam Hukuku ve Fıkıh adlı ve adeta bir okyanusu andıran çok geniş ve derin bir alanda konuşmak ve görüş beyan etmek herkes için ne kadar doğru ve isabetli bir davranıştır?..
Bu ilim dalının metodolojisini bilmeden, "nass" olarak kavramlaştırılan dinî delillerin hüküm çıkarma işleminde hangi şartların gözetileceği bilgisine vâkıf olunmadan görüşlerini kamuoyuyla paylaşmak, ilgili kişinin ne kadar "hakkı"dır?..
Sadece bu iki soruya alacağımız cevaplar bile şunu ortaya koymamıza yeter kanaatindeyiz. Devam edelim.
Bir psikolog, faizin dindar bir birey ruhunda oluşturacağı çatışmaların, sebeplerinden ve sonuçlarından bahsedebilir. Hakkıdır…
Bir sosyolog, faizin toplumda açacağı yaralardan, ailenin huzurunu tehdit eden ve sosyal barışı bozan kötülüklerin kaynağı bir unsur olduğundan söz ederek toplumu uyarabilir. Hakkıdır.
Bir politikacı, bir ekonomist, bir siyasal analist, bir sivil toplum kuruluşu yetkilisi ya da farklılığını göstermek çabasıyla kendisini "Kemalist-İlahiyatçı" olarak tanıtanlar ve bu sayede muhafazakar basında kendilerine yer bulanlar(!) kendi bakış açılarıyla kendi alanlarına ait bilgilerden olan görüşlerini paylaşabilirler de…
Ancak, bizler fert ve toplum olarak, adına "fetva" denilen ve büyük bir sorumluluk gerektiren kararı veren; ülkemizin farklı İlahiyat Fakültelerinden, alanlarında uzman ve derin bilgi birikimine sahip akademisyenlerden oluşan Din İşleri Yüksek Kurulu üyelerini, bir Müslümana yakışmayacak sözler, söylemler ve sıfatlarla anmak hatasına düşmemeliydik… Maalesef geride bıraktığımız birkaç gün içinde fert ve toplum olarak söz konusu karar sebebiyle gıybet, iftira, kötü söz, küfür vb. tüm günahlarla amel defterlerimizin sol tarafını doldurduk durduk. Faiz haram da bunlar helal miydi yoksa!?..
İslam Hukuku bilim alanında uzman değilim. İlahiyat alanına ait temel bilgilerim çerçevesinde, başka hiçbir günah için yapılmayan "Allah'a savaş açmak" (Bkz. Bakara, 279) benzetmesinin yapıldığı "faiz" konusunda ayet ve hadislerin, oran ne olursa olsun (velev ki %0.01) Müslümanın bu günaha bulaşmamak adına son derece hassas davranması gerektiğine inanıyorum. Ayrıca, devletin dar gelirli vatandaşı ev sahibi yapma arzusunun kamuya ait katılım bankalarının ortaklığı ile "faizsiz sistemle" ev sahibi yapabilme seçeneğini de sunmasının "mümkün" bir durum olabileceğini düşünüyorum. Ne var ki, ortalıkta oluşan toz-duman; birbirine karışan sapla-saman, bunları konunun uzmanları eşliğinde müzakere etmek ve değerlendirmek yerine hadise, TOKİ üzerinden Diyanet İşleri Başkanlığı'nı, DİB üzerinden de hükumeti vurmak ve yıpratmak şekline döndü. Kısacası medya yine akı kara; karayı ak gösterdi, tüm çabasıyla. Başardı da…
Son sözüm, yüreğindeki iman ve şükür duygularıyla yaşadıklarını bir sınav olarak gören ve bu tavrıyla herkesin sempatisini kazanan Ankaralı evsiz Hasan'la ilgili… Valiliğin özenle muhafaza ettiği mahrem durumunun, yazımızın başından beri ortaya koymaya çalıştığımız üzere, insanların mahremiyetine saygı göstermeyen medya mensubu birileri tarafından fâş edildiği ve onun "madde bağımlısı" biri olarak verildiği haberini okudum dün gece… Sormak istiyorum: Haberi yapan muhabir, değerlendiren editör ve onaylayan Genel Yayın Yönetmeninin, Hasan'ın tedaviye muhtaç bu durumunu toplumla paylaşmaları çok mu gerekliydi? Hasan bundan üzüntü mü duyardı; mutlu mu olurdu? Hiç bunu sorguladılar mı?..
Sağlık, esenlik ve huzurlu günler dileklerimle…
Prof. Dr. Mehmet Emin Ay
Ancak alıntılanan köşe yazısı/haberin bir bölümü, alıntılanan habere aktif link verilerek kullanılabilir. Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
- Prof. Dr. İlber Ortaylı’nın sözleri ve düşünceleri üzerine… (13.01.2020)
- Mekke’nin Fethi Bize Neler Anlatır?- 3 (09.01.2020)
- Mekke’nin Fethi bize neler anlatır? - 2 (06.01.2020)
- Mekke’nin Fethi bize neler anlatır?-1 (02.01.2020)
- 31 Aralık akşamı, bizim için sıradan bir “aralık akşamı”dır (30.12.2019)
- Otomobil de yaparsın; uçak da. Yeter ki, azmin olsun… (26.12.2019)
- Cahiliye döneminin “Fal Okları” ve günümüzün “Şans Oyunları”… (23.12.2019)
- Adına “çekiliş” demek, “piyango”yu haram olmaktan kurtarır mı? (19.12.2019)