Evini uçurumun kenarına yapan kişinin durumu…
1971 ve 1976 Van depremlerini çocukluk ve gençlik yıllarında yaşadım. Sabahın ilk saatlerinde ve gündüz vakti hissettiğim sarsıntıların dışında hafızamda yer eden fazla bir hatıraya sahip olduğumu söyleyemem. Ama 1999 Marmara Depremi'ni, Yalova'ya komşu bir ilde bizzat yaşamış biri olarak unutabilmem mümkün değil… Gecenin saat 03.00 sularında yerin altından gelen seslerle uykudan uyanmak ve sonrasında saniyelerce süren sarsıntıları, ruhunuzla ve bedeninizle hissediyor olmak… Ama asıl Yalova'dan Sakarya'ya kadar sahil şeridindeki iller ilçeler ve köylerde yerle bir olan evler, yitirilen canlar; ve geride kalan sahipsiz, yardımsız ve ilgiye muhtaç durumda binlerce insan… Asıl onlardı bizzat "yaşamış" olanlar bu depremi…
Evet, 1999 Depremi'ni, başta Yalova ve Sakarya olmak üzere İstanbul gibi metropol nitelikli nice şehirlerdeki milyonlarca insan bizzat hissederek yaşadı. Etkileri, unutamayacağı hatıralar olarak hafızasında yer etti... "Unutmadık-Unutmayacağız" sloganlı anma toplantıları da düzenlendi yıllarca… Ancak devlet yıllardır depreme karşı aldığı birtakım tedbirleri uygulamaya, çıkardığı kanunları yürürlüğe koymaya çalışadursun, Elazığ-Malatya Depremi bir kez daha gösterdi ki, insanoğlunda hayatının her döneminde birtakım ahlakî sarsıntılara yol açan kişilik ve karakter bozukluklarını ortadan kaldırmadan yaşanacak her deprem, insanların içinde "barındıkları" evleri, "sığındıkları" yuvaları, altında kalıp can verdikleri birer enkaz yığınına dönüştürmekten kurtulamayacağız. Basında yer alan ve yetkili ağızların paylaştıkları birtakım istatistikler şunu ortaya koymaktadır ki, bir hafta önce yaşanan Elazığ-Malatya depreminde ağır hasar gören ya da yıkılan evlerin önemli bir bölümü, 1999 depreminden sonra yapılan, ama bir şekilde Deprem Yönetmeliği by pass edilmiş yapılardır... Bunlar, yönetmeliğe uygun olacağı "taahhüdü verilen", yazılı metne bağlı kalınarak "inşa edilen", yönetmeliklere uygun "ruhsatı alınan" binalardır, apartmanlardır, evlerdir… Anlaşılan 41 canın yitirilmesinin asıl müsebbibi deprem değil, sosyal ahlaksızlığın yol açtığı, daha fazla kazanma isteği, açgözlülük, sahtekârlık, sorumsuzluk denilen kötü ahlakî özelliklerin, ticarete, işletmeye, imalata, inşaata sirayet etmesi, bulaşması, yapışması ve bir daha ayrılmamasıdır vesselâm… O halde diyebiliriz ki, depremin olumsuz sonuçlarından korunmak için depreme dayanıklı evler; depreme dayanıklı evler inşa edebilmek için de ahlakî yönden sağlam temellere dayalı insanlar yetiştirmek şarttır. Bunu sağladığımız takdirde, inşâ işlemini yürütecek müteahhit; imalatı gerçekleştirecek, kalfa, usta ve işçiler, iş ve meslek ahlâkı "yüksek" insanlar olacak; denetim işini üstlenecek, kontrolü gerçekleştirecek ve "oturulabilir/yaşanılabilir" bir bina olacağına dair ruhsat verecek makamlar da "rüşvet" denilen hem kanunsuz hem de günah olan bir idari ahlaksızlık ile yakından uzaktan alakası olmayacaktır. İşte bu söylediklerimizi, Tevbe Suresinin 109 ve 110. ayetleri çok mânidar bir şekilde tasvir ederek anlatmaktadır. Şimdi geliniz bu iki ayetin mealini bir kez daha hatırlayalım…
"Binasını, Takva (Allah'a saygı) ve Rıdvan (O'nun hoşnutluğu) temeli üzerine kuran biri mi daha iyidir; yoksa binasını, kaymaya yüz tutmuş bir uçurumun kenarına kurarak onunla birlikte cehennem ateşine yuvarlanan mı?.. Allah hakkı çiğneyenleri asla doğru yola iletmez."
"Onların kurduğu bu bina, yürekleri paramparça olmadığı (yaşadıkları) sürece içlerinde bir huzursuzluk kaynağı olmaya devam edecektir. Allah her şeyi bilmekte ve hikmetle yönetmektedir."
EVİNİ TAKVA VE RIDVAN ÜZERE KURAN KİŞİ NEYİ TEMSİL EDER?
Tevbe Suresinin 109. ayetinde yine iki insan tipiyle Allah Teâlâ bizlere bir mesaj vermekte, bu iki insanın yapıp ettiklerini tasvir etmektedir. Tasvir, konuyu daha iyi anlatma ve anlama adına önemlidir. Burada da bize iki insandan hangisinin daha "hayırlı-iyi" olduğu sorulmaktadır. Ancak soru, cevabına çok kolaylıkla ulaşabileceğimiz netliktedir.
Ayetleri hem bize yansıyan şekliyle -kelimesi kelimesine tercümesinden- edindiğimiz bilgiyle anlamak hem de taşıdığı, barındırdığı derin manalara yönelerek anlamaya çalışmak gerekir. Çünkü Kur'an-ı Kerim, hem mesajları çok net ve açık; hem de derin bir hikmetler hazinesidir aynı zamanda… Bu sebeple onun isimlerinden ikisi de Kitabı-ı Mübîn ve Kur'an-ı Hakîm'dir…
Bu ayette de görünen şekliyle bir örnek verilerek şöyle bir soru sorulmaktadır:
"Binasını, Takva (Allah'a saygı) ve Rıdvan (O'nun hoşnutluğu) temeli üzerine kuran biri mi daha iyidir; yoksa binasını, kaymaya yüz tutmuş bir uçurumun kenarına kurarak onunla birlikte cehennem ateşine yuvarlanan mı?.."
Bina yapamaya karar veren birini düşünün… Ayetteki "bünyan", bina ve inşa edilen her türlü yapıyı kapsayan bir kelimedir. Dolayısıyla kendisi için inşa ve bina ettiği bir evi de başkaları için inşa edilen her hangi bir yapıyı da ifade eder. Burada Allah Teâlâ, binasını "Takvâ" ve "Rıdvan" temelleri üzerine inşa eden kişinin mi; yoksa çökmeye yüz tutmuş bir uçurumun kenarına kuran birinin mi "iyi" olduğunu sormaktadır. Ayetin dikkatimize sunduğu kelimelerin, üzerinde durulduğu zaman derin manalar ifade ettiği görülecektir. Merhum Elmalılı M. Hamdi Yazır, Hak Dili Kur'an Dili adlı tefsirinde bu ayetteki işte bu kelimeler üzerinde durmakta ve ayette geçen "cüruf" kelimesine yoğunlaşmakta ve onun için şunları söylemektedir: Selin toprakta meydana getirdiği aşınma ile altı boşalmış ve çökmeye yüz tutmuş bir toprak parçası… Kayması her an muhtemel bir uçurum…
İki insandan söz ediyor ayet-i kerime… Biri, evini Takva ve Rıdvan denilen mukaddes değerler temeli üzere, diğeri hiçbir kutsal değere sahip olmadığı gibi alt yapısı son derece sıkıntılı ve tehlikeli bir zemin üzerine inşa eden… Kısacası bu mânidar ayet bizlere adetâ şunu söylemek istiyor: Ey insanoğlu, bir bina yaptığın zaman, temelinde "olmazsa olmaz" iki husus mutlaka var olsun. Biri Takva, diğeri Rıdvan… Bunlar yaptığın işi en güzel şekilde tamamlamana imkan verecek ve seni başarılı da kılacaktır. Takva, sana Allah'ın emir ve yasaklarını önemsemeni, haramı "haram" kabul etmeni, yanlış ve yasak davranışlarının bedelinin, bu dünya hayatında olmasa bile yarın mahşer gününde mutlaka sana ödetileceği endişesi ve korkusu taşımanı, insanoğlunun her yaptığından mutlaka sorguya çekileceği düşüncesiyle sorumluluk bilincine sahip olmanı sağlayacaktır. Rıdvan ise, inşa edeceğin bu binada yaşayacak insanlara aslında bir iyilikte bulunmak suretiyle Allah'ın rızasını kazanma imkanına sahip olduğunu düşünmeni ve "Allah'ın, kulun hangi amelinden razı olacağı bilinmez" düsturuyla yaptığın bu işten Allah'ın rızası, hoşnutluğu ve sevgisini kazanmaya çalışman istenmektedir. Sevgili Peygamberimizin, "Allah, işini mükemmel yapan kulunu sever." Hadisinde ifade edildiği üzere, inşa edilen ve bina kapsamı içine giren her türlü yapı, sağlam ve güzel yapıldığı takdirde Allah'ın sevgisini ve rızasını kazanmaya adaydır… Bu sevgi ve rızanın kazanılmış olduğunun en çarpıcı işareti de asırlardır ayakta duran kadim eserlerimizdir…
EVİNİ UÇURUMUN KENARINA KURAN KİŞİ İLE KAST EDİLEN NEDİR?
Ayetin diğer dikkat çekici tarafı da kişi hangi binayı yaparsa yapsın, "zemini de temeli de son derece önemlidir ve önemsenmelidir." Binanın zemini aynı zamanda kullanılacak malzemeye de işaret etmektedir. Hasar gören ve yıkılan binalarda kullanılan kumun niteliği, bize bu ayeti hatırlatmalıdır… Yine unutulmamalıdır ki, yıkılmak için bahane arayan bir zeminde, bir uçurumun kenarında inşa edilen bina, içindekilerle beraber göçmeye, çökmeye adaydır. Ama bugün, ama yakın bir gelecekte…
Son olarak ayet-i celile bir tespitle son buluyor: "Allah, hakkı hukuku çiğneyenleri hidayete eriştirmez." Kişi hata üstüne hata yapa yapa zalimlerden olduğu gibi, haksızlık yapma işinde ısrarcı olana da "zalim" denildiği için bu davranış sahipleri Allah'ın lûtfedeceği hidayetten mahrum kalmak gibi bir bedbahtlıkla da karşı karşıyadır.
Son olarak aktaracağımız, "Onların kurduğu bu bina, yürekleri paramparça olmadığı (yaşadıkları) sürece içlerinde bir huzursuzluk kaynağı olmaya devam edecektir. Allah her şeyi bilmekte ve hikmetle yönetmektedir." Ayeti ise, böylesi yanlışları, hataları ve günahları sorumsuzca işleyenleri bu dünyada yakalanma endişesi, cezalandırılma korkusu sürekli rahatsız edeceği gibi, vicdan hassasiyetini kaybetmemiş olanlar için de sürekli bir huzursuzluk söz konusu olacaktır…
Ayetlerin zahirî manası böyle… Ama bu dört ayet, özellikle Asr-ı Saadet'te yaşayan münafıkları ve onların taşıdıkları vasıfları ortaya koymaktadır. Ama aynı zamanda her devirde bu tür özelliklere sahip olan insanların da varlığına dikkat çekmektedir diyebiliriz…
Son sözümüz, yine Allah'ın Kitabı Kur'an-ı Kerim'den olsun… "Akibet (En Güzel Son), takvâ sahiplerinindir…" (Kasas, 83)
Prof. Dr. Mehmet Emin Ay
Ancak alıntılanan köşe yazısı/haberin bir bölümü, alıntılanan habere aktif link verilerek kullanılabilir. Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
- İki mescid, iki insan profili: İyi ya da kötü niyetin önemi… (28.01.2020)
- Ahlâkî sarsıntılar ve yıkıcı depremler… (27.01.2020)
- Bugün, el uzatmak ve paylaşmak günüdür! (20.01.2020)
- Akı kara; karayı ak gösteren medya! (16.01.2020)
- Prof. Dr. İlber Ortaylı’nın sözleri ve düşünceleri üzerine… (13.01.2020)
- Mekke’nin Fethi Bize Neler Anlatır?- 3 (09.01.2020)
- Mekke’nin Fethi bize neler anlatır? - 2 (06.01.2020)
- Mekke’nin Fethi bize neler anlatır?-1 (02.01.2020)