Elazığ-Malatya Depremi'nde alınan son bilgilere göre 41 vatan evladının vefat ettiği, üç gün süren çalışmalar sonunda canlı olarak 45'inin kurtarıldığı ve 1500 civarında yaralının halen tedavi gördüğü, ilgililerce açıklandı. Bir kez daha, yıkıntı altında kalarak son nefesini veren ve bu durumu vesilesiyle "manevi şehitlik" mertebesiyle Bekâ Yurduna göçenlere rahmetler, geride kalanlara sabır ve metanetler, yaralı ve hastalara da acil şifalar diliyoruz Rabbimiz Teâlâ'dan…
Tevbe Suresinin 107-110. ayetleri rehberliğinde "iyi" ya da "kötü" niyetin, insanın eylemlerine nasıl ve ne şekilde yansıdığını, hangi sonuçlara sebebiyet verdiğini ele almak amacıyla başladığımız yazımıza kaldığımız yerden devam ediyoruz.
Bundan önceki yazımızda ayetlerin indirilişi öncesinde yaşanan hadiselerden bahsetmek suretiyle söz konusu ayetlerin nüzul sebebini de ortaya koymak istemiştik. Aktardığımız bu bilgilerin şimdi bize bu ayetleri anlama hususunda önemli bir yardımı olacağını söyleyebiliriz. Bahsini ettiğimiz ayetlerin meali şöyle…
"Bir de şu kimseler var ki, onlar aslında birtakım zararlı eylemler gerçekleştirmek, inkârcılıklarını pekiştirmek, müminlerin arasına ayrılık sokmak ve daha önce Allah ve Resulüne savaş açmış biri (Ebû Âmir) lehine fırsat kollamak üzere bir mescid yapmışlardır. Onlar, "Amacımız sadece iyi bir şey yapmaktı" diye yemin de edeceklerdir. Ama Allah şahittir ki, onlar kesinkes yalancıdırlar!..
Orada asla namaza durma! Şüphen olmasın ki, ilk günden temeli takvâ üzerine kurulan Kubâ mescidi, senin namaz kılman için elbette daha uygundur; Orada gerçekten temizlenmek-arınmak isteyen kişiler vardır. Allah da tertemiz olmaya-arınmaya çalışanları sever.
Binasını, Takva (Allah'a saygı) ve Rıdvan (O'nun hoşnutluğu) temeli üzerine kuran biri mi daha iyidir; yoksa binasını, kaymaya yüz tutmuş bir uçurumun kenarına kurarak onunla birlikte cehennem ateşine yuvarlanan mı?.. Allah hakkı çiğneyenleri asla doğru yola iletmez.
Onların kurduğu bu bina, yürekleri paramparça olmadığı (yaşadıkları) sürece içlerinde bir huzursuzluk kaynağı olmaya devam edecektir. Allah her şeyi bilmekte ve hikmetle yönetmektedir."
Peş peşe gelen dört ayet hem birbiriyle ilintilidir hem de müstakil olarak farklı hususlara işaret etmektedir… Şimdi bunları incelemeye çalışalım.
SOSYAL AHLÂKSIZLIK: TOPLUMA ZARARLI EYLEMLERİ ORGANİZE ETMEK, İNKÂRCILIK, İKİYÜZLÜLÜK…
Yukarıdaki ayetlerden ilki olan Tevbe Suresinin 107 ayeti, bazı insan tiplerinden bahsetmektedir. Bu ayetin çizdiği insan tipolojisi, sosyologların dikkat çektikleri "Sosyal Ahlâksızlık" kavramı altında ele alabileceğimiz birtakım kötü niyet ve kötü davranışları sergileyen kimseleri ortaya koyuyor bir bakıma... Her ne kadar ayeti-i kerime, toplumda zararlı eylemleri gerçekleştirmeyi amaçlayan, inkârcılıklarını pekiştirmek isteyen, müminler-müslümanlar arasına ayrılık düşüncesi sokmayı hedefleyen ve hem Allah'a hem de Resulüne düşmanlığını açık bir şekilde ortaya döküp onlara karşı savaş açtığını ilan eden Ebû Âmir gibilerin lehine olacak fırsatlar kollayan birtakım kimselerin varlığından Peygamberimizi haberdar etmekte ise de insan her zaman insandır; böylesi kişilik ve karaktere sahip olanlar Hz. Peygamber zamanında var olduğu gibi şimdi de vardır, gelecekte de var olacaklardır. Kur'an-ı Kerim o zaman diliminde Peygamberimiz ve ashabını; bu zaman diliminde ise bizi uyarmaktadır. Bu gibi kimselerde "toplumu tahrik etmek, zararlı eylemelere yöneltmek, kutsal değerleri inkâr etmek, ikiyüzlülük yaparak müminlerin arasına nifak tohumları ekmek ve fitne çıkarmak" gibi kötü ahlakî özelliklerle beraber bir de "yalan yere yemin etme" gibi bir başka kötü huy da vardır. İlahi vahyin gözetiminde olduklarını hesaba katmayı bile düşünmeden rahatlık ve aymazlık içinde, hiç utanmadan-sıkılmadan "amacımız sadece iyi bir şey yapmaktı" diye yemin edecekleri bilgisini de veren ayet-i kerime, yine hem Peygamberimizi hem de bizleri uyararak "Allah şahittir ki, onlar hiç şüpheniz olmasın yalancılardır" vurgusuyla bitmektedir. Kalbi türlü fitne fesatlıklara yuva olan "kişiliksiz" kimselerin, yaşadığımız son deprem sürecinde, "sanal dünya" üzerinde nasıl kötü eylemlere imza attıklarını; kutsal değerlerle dalga geçip, yalan-yanlışlarla toplumu nasıl da yanılttıklarını görünce Asr-ı Saadet'te yaşananların bir kopyasını bugün de yaşadığımızı düşünmeden edemiyor insan…
Allah Teâlâ, bu ayette daha önce genişçe değindiğimiz üzere, birtakım ahlakî sarsıntılar yaşayan bu gürûhun, aynı zamanda Ebû Âmir gibi kişilerin menfaatlerini gözetmek adına birtakım oyunlar planladıklarını da haber vermektedir. Peygamberimize ve onu gönderen Âlemlerin Rabbi'ne savaş açan bu kişinin varlığı aynı zamanda şu hakikati de ortaya koymaktadır: Hak ile bâtılın mücadelesi kıyamete kadar devam edecektir… O dönemde Ebû Âmir bugün ise onun gibiler… Bu ayet bize şunu düşünmemize de imkan sağlıyor: Toplumsal huzur, birçok bileşenin bir araya gelmesiyle gerçekleştiği gibi, huzursuzluk da bir çok faktörün toplumda etkili olmasıyla baş gösteriyor. Bu etkinin derecesi arttıkça toplumda huzursuzluk artıyor ve bir noktadan sonra geri dönüş de mümkün olmuyor. Sosyologların dikkat çektikleri de işte bu noktadır, kanaatindeyiz. Zira ahlakî sarsıntılar, insan toplulukları için bazen yıkıcı depremlerden bile daha fazla zarar verici olabiliyor…
TEMELİNDE TAKVA OLAN KUBÂ MESCİDİ…
Ardından gelen 108. ayet, Peygamberimizi, suret-i Hak'tan görünerek kötü niyetleriyle kötü şeyler yapan birilerinin "mescid" görüntüsü vererek inşa ettikleri bu nifak ve fitne yuvasında asla namaz kılmaması hususundaki uyarısıyla başlıyor. Eğer namaz kılmayı düşündüğü bir yer varsa bu ancak o bölgede bulunan Kubâ Mescidi olmalıdır… Allah Teâlâ'nın, Kubâ Mescidi'ni tarif ederken "Daha ilk günden beri temeli Takvâ üzerine inşa edilen mescid" şeklindeki tanımlaması dikkat çekicidir. Bu ise amelden önce niyetin ne kadar önemli olduğunu ortaya koymaktadır. Çünkü Mescid-i Dırar, kötü niyetlerle inşa edildiği için Allah Teâlâ'nın "Asla orada namaza durma" uyarısı ve engellemesiyle, Hz. Peygamberin bir secdesine bile mazhar olamazken, Mescid-i Kubâ ise "ilk günden itibaren temelinde takvâ olan mescid" şeklinde tarif edilerek övülüyordu. Övgü bununla bitmiyor ve şu sözlerle devam ediyordu: "Orada temizlenmeyi ve arınmayı seven kimseler vardır. Allah da böyle temizliği önemseyen ve tertemiz olanları sever."
Tevbe suresinin 108. ayeti, "Takvâ" denilen, "Allah'ın emir ve yasaklarına karşı saygılı olmak, haram kıldıklarını haram bilmek ve uzak durmak, haddi aşmama hususunda özenle davranmak, kısacası Allah'a kulluk şuurunu tüm benliğinde duymak ve yaşamak" anlamındaki bu en önemli vasfı, müminin hayatı boyunca yapacağı her işte önemsemesi, gönlünde taşıması ve koruması öğütlenmektedir. Bu en güzel özellik, niyetin sahih, amelin de salih olmasını sağlayan en önemli faktördür. Nihayet ayet-i celile, hem maddi hem de manevi açıdan temizliği önemsemenin, mümin için "Allah'ın sevgisine vesile olacak" bir niyet ve amel bütünlüğü olduğunu ortaya koymaktadır. Denilebilir ki İslam, getirdiği prensiplerle, niyetin de amelin de temiz; ruhun da bedenin de temiz; kalbin de diğer organların da temiz olmasını isteyen bir dindir… Depremlerde asırlık mabedler dimdik ayakta dururken, apartmanların yerle bir olmasında işte bu "niyet" faktörü rol oynamaktadır. İyi niyet, iyi davranışlara dönüşerek asırlara meydan okurken, kötü niyet, kötü işe dönüşmekte ve nice binalar bir sarsıntıyla yerle bir olmaktadır…
Kalan iki ayeti de bundan sonraki yazımızda ele alacağımızı ifade ederek sözlerimize son verelim. Selam ve esenlik dileklerimle…
Prof. Dr. Mehmet Emin Ay