Boğaziçi Üniversitesi'ndeki son olay ne anlama geliyor?
Geçen Cuma günü çekildiği anlaşılan ama sosyal medya aracılığıyla kısa sürede yayılan görüntülerle başladı her şey… Kısa süreli görüntüde, birkaç tablo ve onları incelemekte olan birkaç kişiyle bir resim sergisi olduğu anlaşılan yere doğru yaklaşırken orta yerde serili olarak duran bir resme odaklanıyor kamera… Büyük boy ebatıyla yerde serili duran bu resim, içinde Kabe-i Muazzama'yı barındıran, ezanların okunduğu minareleriyle, revakları ve üç katlı namazgâhıyla Mekke'deki Harem-i Şerif; yani İslam'a gönül ermiş milyarlarca müminin kıblegâhı; evet kıblemizin resmi duruyor karşımızda, fakat yerde!.. Ne var ki resim, üzerinde birtakım ameliyatlar yapılan, kesilip biçilen, organları çıkarılan bir beden misali, dört köşesine sapkın bir anlayışı savunan grubun alâmetleri eklenmiş; tam ortasına da "Kıblemizin Kalbi" Kâbe-i Muazzama'nın yerine ise efsanelerde adına "Şahmaran" denilen bir yılan figürü yerleştirilmiş vaziyette, öylesine duruyor yerlerde; etrafında, umarsız ziyaretçilerin rahat adımlar atarak gezindikleri yerde…
Haber duyulup büyük tepkilere sebebiyet verince -bildiğiniz üzere- Cumhuriyet Savcılığı'nın açtığı soruşturma neticesinde gözaltı işlemleri ve tutuklamalara varan gelişmeler yaşandı. Bu süreçte Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü, İletişim Başkanı, TBMM Başkanı, Diyanet İşleri Başkanı, İçişleri ve Adalet Bakanları, İstanbul Valisi, Boğaziçi Üniversitesi Rektörü, Hükümet Sözcüsü ve bazı siyasi parti sözcüleri yayınladıkları mesajlarla olayı şiddetle kınadıklarını ifade ettiler; bir kısmı ise olayın sorumluları hakkında suç duyurusunda bulunacaklarını sözlerine eklediler.
İki-üç gün içinde yaşananları son derece kısaltarak aktarmaya çalıştığımı ifade etmek isterim. Zira bilinenleri tekrarlayarak başınızı ağrıtmak istemem. Ancak yaşananları bir nebze olsun ortaya koymadan konuya girebilmek mümkün olmasa gerek… Dahası, bir olguyu yorumlarken sadece bir açıdan bakmak o olgunun barındırdığı bazı hususları ıskalamak sonucunu da doğurabilir. O sebeple dikkatle ve büyük bir hassasiyetle bu olay üzerinde düşünülmesi gerektiği kanaatindeyiz.
İlk duyduğumuzda, bu olay acaba önceden yaşanan olayların devamı niteliğinde bir provokasyon mudur? diye düşünenlerden biriydim. Saatler ilerledikçe gelen haberler ve açıklamalar, hadisenin üniversite içinde rektör karşıtlarının, protesto amacıyla düzenledikleri sergide yaşanan bir olaydan ibaret olduğunu ortaya koydu. Ama tabii ki yaşananlar, "sıradan bir olay" değil, bilakis "olağanüstü" kabul edilebilecek nitelikte bir olaydı… Öyle ki, ne özgün sanat anlayışı, ne düşünce özgürlüğü ne ifade hürriyeti, ne de bir başka kılıf, bu hadsizliğin, bu inanca ve kutsallara saygı hususunda insanlık adına böylesine rezil ve alçakça bir davranışın üstünü örtemezdi. Çünkü bu resim, birinin/birilerinin bilerek, düşünerek, tasarlayarak ve çaba sarf ederek yaptıkları bir çizim ve dizayn işlemiyle gerçekleştirilmişti…
Her ne kadar bazı basın yayın-organları yine dezenformasyon işlemiyle olayı ters yüz etme çabasında olsalar da; bazı kanallarda ve sosyal medyada birilerinin çıkıp da, kendilerinden "çocuklar", "gençler", "sanatçılar" diye bahsettikleri bu kişiler, "sadece basit bir illüstrasyon yapmışlardı" deseler de, gerçekten durum böyle miydi?.. Ya da yeni kurulan siyasi partilerden birinin Başkan Yardımcısının, "Kabe'nin sahibi var... Siz sorumlu olduğunuz insanların haklarını koruyun, sorunlarına çözüm bulun" ifadelerindeki teo-politik bir telkinle mi bakmalıydık bu soruna?.. Kısacası, yaşanan bu olay tekrar ifade edelim ki, üzerinde dikkatle ve hassasiyetle durulması gereken nitelikte bir olaydır ve konuya farklı açılardan bakmak, analizlerde bulunmak yapmak, doğru anlayabilmek ve bir netice elde edebilmek için şarttır.
Tarafsız bir gözle bakmaya çalışan her bir kişinin çok açık ve net bir şekilde görebileceği hakikat şudur: Bilinen birtakım programlardan biriyle bilgisayarda oluşturulduğu anlaşılan, ancak dikkatle ve özenle dizayn edilerek büyük boy bir kağıda çıktısı alınan bu resim, 1 milyar 600 milyonu aşkın Müslümanın gönlünde müstesna bir yer tutan, saygı ve sevgisini hayatları boyunca yüreklerinde yaşattıkları Kâbe'yi resmin tam ortasındaki yerinden söküp, ya da silerek yok edip, yerine bir yılan şeklindeki efsane figürünü yerleştiren; bununla yetinmeyip her bir köşesine sapkınlığın sembolü olan renkleri iliştirmeyi ihmal etmeyen bir zihniyetin, bilerek ve isteyerek yaptığı-ortaya koyduğu bir üründür; buna hiç şüphe yok!… Güya altına yerleştirdikleri bir tanıtım yazısıyla, "erkek egemenliğine karşı bir toplumsal bilinç oluşturma amacıyla" böyle bir çizim oluşturmayı düşünmüş olduklarını ifade etme çabaları, kendilerini kandırmaktan başka bir şey değildir... Bundan gayrı, söz konusu resmi, serginin açıldığı ortamda, "yere sermek" suretiyle bir başka tahkir(=aşağılama) davranışına muhatap kılmak da yine bilerek-isteyerek yapılan ve diğerine eşdeğer bir saygısızlık ve alçaklıktır. Bunların her biri, başka bir izahı bulunmayan ve hiçbir şekilde savunulması mümkün olmayan açık ve net olaylar şeklinde tahakkuk etmiştir vesselam…
Ne var ki, bu olay neticesinde hem üzücü, hem de gerçekten vahim olan durum şudur:
Bin yılı aşkın medeniyetimizde, "Kâbe'nin yolları bölük bölüktür…/Aman Kâbem! Varsam sana" ilahilerinin hala gök kubbemizde durduğu; öykülerdeki karıncasının bile "Varamasam da yolunda ölürüm" diye Kâbe'ye gitme arzusu duyduğunu dile getirdiği bu topraklarda; "gitmeyenlerin bir, gidenlerinse bin kez gitmeyi" isteyecek kadar iştiyak hissettiği aşıkların; bir kez gidenin ise gönlünü, simsiyah örtüsüne takılı bırakıp da her dâim yâd ettiği insanların yaşadığı bu topraklarda; Allah Teâlâ'nın inşasını, imarını, bakımını peygamberlerine bir vazife olarak verdiği o Beytullah'ı, o Kâbe-i Muazzama'yı, bize ne oldu ki, yine bu topraklarda, bu şekilde üzerinde oynayarak çizen, bozan, kötü niyetlerle kötü bir şekilde dizayn eden bir nesil çıktı karşımıza?.. İnançsızlığı ve kutsallık adına hiçbir değer kabul etmemeyi tercih eden bir anlayış, hangi sâikle, aynı zamanda insanların kutsal değerlerine saygısız ve fütursuzca davranabilme hakkını bulabiliyor kendinde?.. Ya da siyasi bir kimlik sahibinin, "Kabe'nin sahibi var" ifadesiyle tarihteki bir söylemi, kendi düşüncesine payanda kılarak politize edebilmesi nasıl bu kadar da kolay oluyor?.. İşte bütün bunlar, bu yaşananlar; bize bu soruları sorduran; dinî inançlara ve kutsal değerlere saygısızlığın ve alçaklığın dibe vurduğu bir hadisenin, gerçekten çok üzücü ve vahim sonuçlarıdır, maalesef…
Sahi, merak ettiniz mi "Kabe'nin sahibi var" sözünü, tarihte ilk olarak kim ve ne zaman söylemişti? Türkiye Diyanet Vakfı'nın yayınladığı İslam Ansiklopedisi'nde yapacağınız kısa çaplı bir araştırma size bu konuda yeterli bilgiler verecektir, emin olabilirsiniz…
Hüznünüzün sürura döneceği bir hafta geçirmeniz dileğiyle.
Prof. Dr. Mehmet Emin Ay
Ancak alıntılanan köşe yazısı/haberin bir bölümü, alıntılanan habere aktif link verilerek kullanılabilir. Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
- Aile huzurunun iki kaynağı: Meveddet ve merhamet (28.01.2021)
- Kur’ân-ı Kerim’den aile huzuruna ilahi destek (25.01.2021)
- Elimizden kayıp giden ailemiz ve sorumluluklarımız… (21.01.2021)
- Sadece evlatlarınız için değil, kendiniz için de seçin!.. (18.01.2021)
- Değişen dünya şartlarında İlahiyat fakülteleri nasıl olmalıdır? (16.01.2021)
- İlahiyat Fakültelerinin yıllardır çözül/emeyen yapısal sorunları (15.01.2021)
- İlahiyat fakültelerinin ilmî hayatımıza katkıları (11.01.2021)
- İlahiyat Fakülteleri toplum tarafından nasıl tanınıyor? (07.01.2021)