Birkaç yazımızı "Asırlık Çınar" olarak nitelendirdiğimiz, güzide yüksek din öğretimi kurumlarımız İlahiyat ve İslami İlimler Fakültelerine ayırdığımızın farkındasınız. 9 Aralık 2020 Cumartesi günü gerçekleştirilen bir çalıştayda, bu kurumların tarihine, toplumsal hayatımızdaki yerine, ilmi hayatımıza katkılarına değinilmiş ve yapısal sorunları dile getirilerek beklentileri ortaya konulmuştu. Biz de tebliğ sunan ve müzakerelerde bulunan akademisyenlerin görüşleri çerçevesinde bu konuları yazılarımızda kısa değerlendirmeler eşliğinde paylaşmaya çalışmıştık. Bugünkü yazımızda, ismi İlahiyat veya İslami İlimler olan, aynı zamanda her biri üç ayrı bölüm altında ilmî çalışmalar gerçekleştiren fakültelerde üretilen akademik çalışmalara ve üretilen ilmî birikime, yayınlanan makale ve eserlere değinerek, bu kurumlarımızın ilim dünyasına ve hayatımıza katkılarından söz edeceğiz.
TARİHTE YAŞANANLARIN BU KURUMLARIN AKADEMİK HAYATINA ETKİLERİ
"120. Yılında İlahiyat ve İslami İlimler Fakülteleri Çalıştayı" adlı toplantının ikinci oturumunda ilk konu, bu kurumların ilmî hayatımıza olan katkılarıydı… Rektör Prof. Dr. Fethi Ahmet Polat tarafından yönetilen oturumun tebliğ sunucusu Prof. Dr. İlyas Çelebi idi…
Prof. Çelebi, "İlahiyat ve İslami İlimler Fakültelerinin Türkiye'nin İlmî Hayatına Katkıları" konulu tebliğine başlarken, konu başlığının muhtevasını, bu kurumlarda görev yapan akademisyenlerin uğraşı alanı olarak seçtikleri bilim alanını, yaptıkları ilmî araştırmaları, bizzat hazırladıkları ya da yönettikleri tezleri, projeleri, düzenledikleri bilimsel toplantıları, yetiştirdikleri araştırmacıları, yaptıkları tercümeleri ve yayınladıkları makale-kitap gibi eserlerin oluşturduğunu ifade etti.
"Bir konuda araştırma yapmak demek, o konuyu belli bir yöntemle derinlemesine araştırmak, incelemek ve bu alanın uzmanı olmak demektir." görüşünde olan tebliğ sahibine göre, bu kurumlarda görev yapan akademisyenler, gerek kendilerinin yaptıkları, gerekse yaptırdıkları yüksek lisans ve doktora çalışmalarında, kendilerine ihtisas alanı olarak seçtikleri konularda uzman kişiler olarak toplumu aydınlatmakta, yanlışa düşmelerinin önüne geçmektedirler.
Sunulan tebliğde dikkat çekici tespitlerden biri şuydu: Bu kurumların tarihinde, ülke tarihinde yaşananlardan doğrudan etkilenmeler söz konusu olmuştur. Meselâ, Harf İnkılabının yaşanması, 1928-1950 yılları arasında din ve din eğitimi alanında neredeyse hiç eser yayınlanamaması neticesini doğurmuştur. Nitekim bu süreçte devletin bizzat desteklediği Elmalılı Tefsiri, Tecrid-i Sarih Tercümesi ve A. Hamdi Akseki'nin bazı kitapları gibi birkaç eser dışında kitapçılarda Latin harfleriyle neşredilen dinî yayınlara ancak nadiren rastlamak söz konusu idi. 1960'lı yıllarda da daha ziyade tercüme eserlerin yayınlandığını, halkın teveccühüne mazhar olan bu yayınların daha sonraları toplumsal açıdan birtakım mahzurlar taşıdığına da şahit olunacaktı. Nihayet 1980'li yıllarda İlahiyat Fakültelerinin sayısındaki artışın, akademik çalışmalara da yansıması ve ülke insanının kendi dilindeki kaynaklarla dinî bilgilere kavuşması mümkün olmuştu.
Prof. Çelebi'nin bu önemli tespitlerine eklemek istediğimiz hususlar şunlardır. Bilindiği üzere, İlahiyat ve İslami İlimler Fakülteleri birer üniversite kurumudur. Üniversiteler, bilimsel yöntemlerle teori, metodoloji, bilim ve teknoloji üretmeye çalışırlar. Her bir fakülte gibi İlahiyat Fakülteleri de Temel İslam Bilimleri, Felsefe ve Din Bilimleri, İslam Tarihi ve Sanatları adıyla üç ayrı bölümde ve 20 civarında anabilim dalı altında çalışan akademisyenlerin ilmî çalışmalar ve araştırmalar gerçekleştirdiği yükseköğretim kurumlarıdır. Nasıl ki din, sadece insanın aklına hitap eden felsefe ve duygularını muhatap alan sanat gibi sınırlı değil de insanı bir bütün olarak kabul edip bu bütüncü bakış açısıyla onun her alandaki ihtiyaçlarına hitap ediyorsa, dinin eğitim ve öğretiminin yüksek seviyede gerçekleştirildiği bu kurumlar da, aynı zamanda yüksek seviyede bilimsel araştırmaların gerçekleştirildiği ilim merkezleridir. Rahatlıkla söylenebilir ki, özellikle 1980-2020 yılları arasındaki süreçte, bu kurumlarımızda hem binlerce öğrenci yetiştirilmiş hem de lisansüstü programlarda binlerce araştırma ve inceleme çalışmalarına imza atılmıştır. Yine bu kurumlarda görevli akademisyenler, resmi ve gayrı resmi görevlendirmelerle İslam Ansiklopedisi, Hadislerle İslam, Kur'an Yolu Tefsiri, Kur'an-ı Kerim Meali, İslam İlmihali gibi temel eserlerin ortaya çıkışında en büyük ve en değerli katkıyı sağlamışlar, Diyanet İşleri Başkanlığı ve Türkiye Diyanet Vakfı yayınları arasında yer alan binlerce eser telif etmişlerdir. Hemen şimdi aktaracağımız istatistikler de bunu net bir şekilde ortaya koyacaktır kanaatindeyiz.
İLAHİYATLARIN AKADEMİK HAYATA KATKILARINDA ROL OYNAYAN UNSURLAR
Prof. Çelebi'nin verdiği güncel bilgilere göre, tüm Türkiye üniversitelerinde profesörden araştırma görevlisine kadar her kademede toplam 175.545 öğretim elemanı bulunmaktadır. Bu rakam, ülkemizdeki tüm dinî yüksek öğretim kurumlarında toplam 4.121'dir. Buna göre bu kurumlardaki akademik personelin, ülkemiz üniversitelerinde görev yapan öğretim elemanlarına nispeti, Prof. Doçent ve Dr. Öğr. Üyesi oranlarında %2; Öğretim Görevlisi ve Araştırma Görevlisi oranlarında ise %1 düzeylerindedir. Rakamlar, sayıları yüz civarında olsa bile bu kurumlardaki öğretim elemanı eksikliğinin bariz bir şekilde olduğunu başka bir açıdan ortaya koymaktadır.
Peki bununla beraber adı geçen süreçte gerçekleştirilen lisansüstü çalışmalar ne durumdadır? Tebliğ sahibinin aktardığı bilgilerden anlaşıldığına göre, bu süreçte 18.811 adet yüksek lisans; 6.002 doktora tezi, devam etmekte veya tamamlanmış durumdadır. Toplam rakamın 24.813 gibi dikkat çekici bir seviyeye ulaştığı bilimsel çalışmaların hepsi adı geçen kurumlarımızdaki öğretim elemanları tarafından gerçekleştirilmiş ya da yönetilmiştir. Bu çalışmaların pek çoğu üniversiteler, DİB, TDV gibi kurum ve kuruluşlar yanında muhtelif yayınevleri ve yayıncı kuruluşlar tarafından neşredilmiş ve halkın istifadesine sunulmuştur. Gerek "Dergipark" gibi internet ortamında hizmet veren dijital mecralardaki rakamlar, gerekse kitap yayıncıların elindeki bandrol bilgileri, İlahiyat ve İslami İlimler fakültelerindeki akademisyenlerin makale ve kitap üretimi hususunda yüksek düzeyde katkılarda bulunduğunu ortaya koymaktadır.
Ancak yine tebliğ sahibinin verdiği bir bilgiye de dikkatinizi çekmek isteriz. Bugüne kadar düzenlenen onlarca sempozyum, konferans vb. bilimsel faaliyetlere dair hiçbir istatistik bilgisi söz konusu değildir. Halbuki "bilgi şöleni" anlamına gelen bu sempozyumların pek çoğu bizatihi ya İlahiyat Fakülteleri tarafından ya da bu kurumların verdiği bilimsel katkıyla düzenlenmiş ama her hal ü kârda, oturum başkanından tebliğ ve müzakerecisine varıncaya dek isimler genellikle bu kurumların mensuplarından oluşmuştur. Tarihî, iktisadî, bireysel, toplumsal pek çok alanda yüzlerce ilmî toplantının başrolünü üstlendiği halde toplumda buna dair bir bilgilendirme ve farkındalık oluşturamaması ise bu kurumların talihsizliği midir yoksa başarısızlığı mıdır? onu bilemiyoruz…
Söz konusu tebliğe müzakereleriyle katkıda bulunan diğer öğretim üyelerinin görüşlerinden ortak bir sonuç olarak şunlar söylenebilir.
İlahiyat Fakülteleri, hem akademik çalışmalar yürüten, yöneten ve bilim üreten merkezler, hem kanunun kendisine verdiği yetki ve sorumluluk ile öğretmen yetiştiren kurumlar hem de ülkenin din hizmetleri ve din eğitimi faaliyetlerini yürütecek elemanların yetiştirildiği önemli bir kaynak durumunda iken son yıllarda gittikçe önem kazanan Manevi Danışmalık ve Rehberlik alanında da yetişmiş görevlilere eğitim veren bir yüksek öğretim kurumu olmak durumundadır. Ancak görünen odur ki, aynı müfredat ile üç-dört programa hitap etmek artık mümkün değildir. Bu konuda ivedilikle yapılacak bir düzenlemeye ihtiyaç vardır. Bu aynı zamanda her bir istihdam alanı için hayırlı ve olumlu gelişmeleri de beraberinde getirecektir.
Sağlıcakla kalınız.