Belanın kökü
Esat rejimi belanın dibini ve kökenini temsil ediyor. 2011 yılında Suriye'de halk hareketlenmesi baş gösterdiğinde, Esat rejimi yüzünden kanlı bir karnavala sürüklendiğinde hem Hillary Clinton hem de Fransız yetkililer Esat'ın komşularına kriz ihraç edeceğine dair uyarıda bulunmuşlardı. Bu bir kehanet ve öngörü olmaktan öte bir şey Baas rejiminin karakterini tanımakla alakalı bir durum. Baas rejimi gölgesi altında yaşanan acı deneyimlerin bir yansıması idi. Tehlikenin boyutları ve çapı Fransız veya Amerikalı yetkililerin öngörü sınırlarını çoktan aştı. Esat kendisini, çıkardığı yangında çapını aştı. Mesele bölgesel çapı da aştı küresel çapa oturdu, demirledi. Ruslarla birlikte Amerikalılar da müdahale etti ve mesele karma karışık bir hal aldı. Dünyanın en çetrefil meselesi. Bir Çinliler eksikti onlar da tamamlandı. Yecüc ve Mecüc güçlerini ikmal etmek, toparlamak ve cepheye yığmak adına olsa gerek onlar da Suriye'ye damladılar ve 'biz de varız' mesajını elitteler.
CHP meseleye şaşı ve ideolojik olarak baktığından yani Esat rejimine sıcak olduğundan dolayı onun soğuk yüzünü ve cani yüzünü görmekte zorlanıyor. Mayaları bir ve kimyaları arasında çekim olduğu için Esat rejiminin tehlikesini göremiyor, görse herkesten evvel feryadı basacak bu rejimin sadece Suriye halkının yararına değil bütün bölge halkının yararına bir an evvel defedilmesini isteyecektir.
Oysa tam tersine bazı HDP'liler arkamızı YPG'ye dayadık derken Eren Erdem gibi bazı CHP'liler de temsil ettikleri zemine bakmadan arkalarını İran'a dayadıklarını söylüyorlar. Bir cepheleşme olması halinde İran cephesinde yer alacaklarını ifade ediyorlar. Maalesef bu damar damdan dama daldan dala atlıyor ideolojik hatları dolaşıp duruyor. Nur Vergin Türkiye karşısında İran tercihinin İslami bir versiyonunu 28 Şubat'a takaddüm eden veya rastlayan günlerde hikaye etmiş, kaleme almıştı. Şimdi bu miras CHP ve laik kesimlere intikal etmiş görünüyor! Sakınmalarında fayda var. Acaba Türkiyi'ye Suriye'de mezhebi siyaset gütmekle suçlayanların İran'ı tercihlerinde böyle bir arka plan veya bagaj var mı? Bazı karakterler Şah İsmail dönemindeki Safevilerin Anadolu insanın beynini ve gönlünü çelmek, yıkamak, sürmek için saldıkları 'Kızılbaş dailerini' hatırlatıyor.
Kılıçdaroğlu'nun CHP Parti Meclisi üyeleri listesine giren Sera Kadıgil'in bir tweetinde 'savaşsak Esad'ı tutarım' demiştir. O da anlaşılan 'varan üç' ve arkasını Esat'a dayayanlardan! Bu bir siyasi tavır olamaz. Zira bu özünde siyasi bir tercih değil insani bir tercihtir. Mesele vicdani ret olamayacağına göre vicdani intihar olmalıdır. Esad'ın yanında durmak gerçekten de insanın insanlıktan çıkması anlamına gelir. Onların gözleri var görmez kulakları var duymaz vicdanları var (nasır bağlamış olmalı) hissetmez. Bu meseleye siyasi bir mesele olarak bakan ve ona göre yönünü tayin eden yanılmakta ve kendisini aldatmaktadır.
Bugün İsrail'den sonra Ortadoğu'da belanın temelini ve kökenini Esat rejimi temsil etmektedir. İkisi bir fidanın açan iki dalıdır. Sisi rejimi veya İran rejimi gibi onu destekleyenlerin de ondan kalır yanı yoktur. Hepsinin süngüsü düşmüştür. Banu Avar veya Ceyda Karan gibiler aynı hamurun ürünleri ( bazuhum bin bazin) olmalıdırlar. Esat'ı meşrulaştırmak için Batı'nın veya emperyalizmin arkasına sığınanlar beklenen Godot'nun hiç gelmediğinin ya da Suriye halkı lehine gelmediğinin farkındalar. Bugüne kadar avazı çıktığı kadar İsrail yaygarası koparanların gizlice onun hadimi oldukları ortaya çıkmıştır. Aynen bir zamanlar Adnan Oktar gibi Yahudilik veya Masonlukla mücadele ediyor görüntüsü verenlerin üstatlık payesine yükseldiğini görmemiz örneğinde yaşandığı gibi. Direniş edebiyatı da kof iddialardan birisi, halkı uyuşturmak, için bulunan formüllerden birisiydi. Bu rejim sadece kendi halkının değil dünyanın da başına bela bir rejim. Ona sarılanlar, şevketini bileyenler ve siyasi ömrünü uzatanlar da sadece bölgenin değil aynı zamanda dünyanın daha kötü bir yer haline gelmesine katkı sağlıyorlar. Suriye bugün küresel ve evrensel bir kriz üssü haline gelmiştir. Bu krizi büyütenler de ona pasif veya aktif taraftar olan kesimler ve kitlelerdir. Ama ateşin yalazları kundakçıyı da ateşi besleyenleri de dairesi içine alacaktır.
1980'li yıllardan beri Apo'yu ülkesinde barındıran Esat rejimi olmadı mı? Şimdi de ikinci Apo olan ve Apo'nun 'dava' arkadaşlarından Mihraç Ural'ı barındırmıyor mu? Bugün diyelim ki Esat'a karşı halkı destekledik ve onun için gardını alıyor ve bize karşı hasmane davranıyor. Mazereti var. Peki, 1980 sonrasında neyimizi gördüler ki Apo'ya sahip çıktılar? O zaman da bahaneleri Hatay veya su meselesi miydi? Bilakis düşmanlık üreten kimyalarıydı. Kaldı ki Özal 1987 yılında baba Esat'la yeni bir siftah yapmak istemiş ama tilki Esad buna yanaşmamıştı. Öyle ise bizim Esat'a karşı koz kullanmamızın ne mahzuru var? Yoksa gerekçeler bahane mesele sadece tarafını tayin etmekte mi düğümleniyor? Anlaşılıyor ki Esad'ı tutanların hiçbir makul gerekçesi yok sadece Türkiye'ye karşı düşmanlıkta Esat ile aynı safa düşmüşlerdir. Esat'ı tutanlar onu sevdiklerinden, meftun olduklarından dolayı değil içlerinde bir Esat beslediklerinden dolayı tutuyorlar. Esat afaki bir olay değil enfüsi bir meseledir. Kimya ortaklıkları vardır. İçlerinde bir aslan ( Arapça Esat, aslan demektir) yatmaktadır. Bunlardan sağduyu beklemek beyhudedir.
Afrin'de YPG sergerdelerinin ümüğünü sıkmamıza ramak kaldı işte Ruslar tam bu sırada yeniden oyun bozanlık yapıyorlar ve oyunun kurallarını değiştirmeye çalışıyorlar. Esat'ın, ' Afrin'e ha girdik ha gireceğiz' yollu manevra ve tacizleri karşısında 'aranızı bulalım, yapalım' demeye başladılar. Her aşamada Ruslar yeni bir kahpelik sergiliyorlar. Doğu Guta'da gerilimi azaltma bölgesinde askeri kahpelik yaparken Afrin'de de siyasi kahpelik yapıyorlar. Etraf kahpe kaynıyor. Nifak kahpelik üretiyor.
Babası Apo üzerinden Türkiye'ye zarar verdiği gibi sadist oğlu Beşşar da Mihraç Ural'a sahip çıkarak ve PYD ile danışıklı döğüş ile zarar vermeye devam ediyor. Bunun ipuçları Utku Çakırözer'e (Cumhuriyet gazetesi 6 Temmuz 2012) verdiği mülakatta saklı. Şantajla, kalleşlikle yolumuzu kesmeye ve pusulamızı şaşırtmaya çalışıyor.
Esad denilen insanlık düşmanı, PKK'nin 2012 yılında artan saldırılarının ardında Suriye parmağı olduğu iddialarını konusunda Çakırözer'e şunları söylemiştir : "Benim kendi başım beladayken sizi koruyamam. Benim sorunum size yansıyacak…" Bu iddialı cümleler bir öngörü, tehdit mi yoksa kurgu ve detayları sonra ortaya çıkan bir planın parçaları mı? Amerikalıların deyimiyle kendini doğrulayan kehanet mi? Tekrar eden tarih gibi kendini doğrulayan kehanet de var (Self-fulfilling prophecy ).
Bugünden geriye bakıldığında PYD'ye alan açanın bizzat Esat olduğu ortaya çıkacaktır. PYD maymuncuk gibi her kilidi açıyor. Keza Saydnaya gibi hapishaneleri boşaltarak IŞİD'e insan sermayesi kazandıran da devşiren de -planlı bir biçimde- Esat olmuştur. Zira tahterevalli gibi kullandığı IŞİD/PYD sarmalı sayesinde ayakta kalmıştır. Amerikan Hariciyesinin yıllık olarak yayınladığı 2016 yılı olaylarına dair dini hürriyetler raporunda da Esat rejiminin IŞİD'i kullandığı ifade edilmektedir. ABD de Esat da IŞİD/PYD sarmalı üzerinden bir tiyatro oynuyor. 'Ya ben ya terör' diyerek IŞİD üzerinden dünyaya şantaj yaptı. Ama ne oldu bütün dünyayı başına sardı ve Suriye'ye musallat etti. Koltuğunu korumak için ülkesini bölgeyi hatta dünyayı ateşe verdi. Keza şimdi de 'ya ben ya da PYD' diyerek CHP gibilerin hissiyatını tahrik ediyor! Hükümetin iç gailesini artırmaya çalışıyor. Ya da karşılıklı paslaşıyorlar. Hâlbuki bütün bu örgütler türevdir ana gövde ve temel, şeytani rejimin kendisidir. Utku Çakıorözer'e bölgede bağımsız bir Kürt devleti kurulmasının başka devletler de kurulmasına tetikleyici etki yapacağını da ileri sürmüştü.
İsrailli Ortadoğu uzmanı Dr. Mordechai Kedar, Arutz Sheva sitesince yayımlanan değerlendirmelerinde Esad'ın bir "çıkmaz"da olduğunu hissetmesi durumunda "Samson seçeneği"ne başvurabileceğini söyledi. Yani Yahudilerden öğrendiğini uygulayarak, kendini akrep gibi sokacak! Samson seçeneği özünde bir akrep refleksidir. Bilmeyene, Esat kininde debelenen ve boğulan bir adamdır.
İsrail ve Esat rejiminin kökleri aynıdır ve bunlar geçmişte Batılıların ektiği tohumlardı. Tohumlar zakkum olarak meyvesini vermiştir. Zakkumun kökünü kurutmadıkça dalları can yakmaya devam edecektir.
Mustafa Özcan
Ancak alıntılanan köşe yazısı/haberin bir bölümü, alıntılanan habere aktif link verilerek kullanılabilir. Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
- İslâm’ın yıldızını soldurmak (19.02.2018)
- Beyrut’ta elense Ankara’da tokat! (16.02.2018)
- Afrin’de bozulan yanlış hesaplar (14.02.2018)
- İsrail ile İran savaşır mı? (12.02.2018)
- Fransa’nın bal tuzakları (09.02.2018)
- İçimizdeki Baas sözcüleri! (06.02.2018)
- Vatikan’da Kudüs buluşması (05.02.2018)
- ‘Thug’ (03.02.2018)