Arama

Mustafa Özcan
Şubat 5, 2018
Vatikan’da Kudüs buluşması

Son dönemlerde inanç eksenli diplomasi (Faith-based diplomacy ) ifadesini sıklıkla duyar olduk. İnanç turizmi diye bir turizm çeşidi veya sektörü oluşturulmaya çalışıldığı gibi inanç eksenli bir diplomasi de teşekkül devresinde bulunuyor. Bununla birlikte nebevi diplomasi çok eskiye dayanır. Nitekim, Muhammed Hamidullah'ın ardından Süheyl Hüseyin Fetlavi gibi yazarlar da Hazreti Peygamberin diplomatik yönünü öne çıkaran eserler kaleme almışlardır. Günümüzde inanç eksenli diplomasisi de yol kat ediyor ve yeni mesafeler alıyor. Geçmişte dinler arasında münazara yapılır ve din mensupları belirli ve muayyen konuları aralarında tartışırlardı. Günümüzde ise münazara diyalog şekline bürünmüştür veya böyle ifade edilmektedir. Bu bir yerde soft/yumuşak misyonerliği de temsil eder. İkinci Vatikan Konsili ile başlayan süreçte dinler arasında diyalog meselesi kurumsal bir hüviyet kazandı; Ezher de bu akıma uyarak bir diyalog merkezi kurdu ve bunun da bir literatürü oluştu. Elbette bunda temsil edilen veya aktif olarak katılanların gizli veya açık maksatları olabilir. Diyalog adı altında light tarzda ve çaktırmadan gizli misyonerlik faaliyetlerini yürütmek isteyebilirler. Bunu sistematik bir tarz haline getirmiş de olabilirler. Bununla birlikte bu dolambaçlı yollara tevessül ederek ne kadar başarı kazanırlarsa kazansınlar bu dinin hanesine değil sadece din adına üretilmiş stratejiler hanesine yazılacaktır. Bunu yapanlar din adına sağlıklı bir çizgiyi temsil etmiş olamazlar. Zira dinin özü kandırmaca değil, ihlas ve samimiyettir. Bu itibarla bir ayette denildiği gibi 'kalbi selim' sahibi olarak dünyalarını değiştirenler ancak kurtuluşa erebilirler. Sadece mümin, inanmış insanın kalbi hastalıklı değildir. Bununla birlikte zaman zaman farklılıklar olsa da muayyen korularda işbirliği mümkündür.

Söz gelimi Kudüs konusunda arkasına veya bagajına en fazla taraftar toplayan, yığan bu kutsal kentin geleceğini belirler, tayin eder. Zira Bediüzzaman'ın yerinde bir tespitiyle ' Devletler, milletler muharebesi, tabakat-ı beşer muharebesine terk-i mevki ediyor…" Geçmişte savaşlar devletler arasında vuku buluyordu bugün ise bloklar veya kamplar arasında oluyor. Nitekim Kırım Savaşının patlak vermesinin nedenlerinden birisi Kudüs'teki Hristiyan kutsal emanetlerine kim gözcülük edecek meselesi ve artan Rus nüfuzunun önünün kesilmesi idi. Osmanlı Katolikleri temsil eden Fransa ve Anglikanları temsil eden İngiltere ile birlikte Ortodoks alemini temsil eden Ruslara karşı aynı cephede muharebe etti. Savaşın sevk ve idaresi yanlış oldu ve seçilen muharebe alanı da diğer bir yanlış idi. Kafkaslar üzerinden Şeyh Şamil ile kenetlenecek şekilde bir plan yürütülse idi belki de kazanımlar kalıcı olabilirdi. Savaş mevkii olarak Kırım seçilerek esasında yanlış yapılmış ve harbin siyasi neticesi verimli olmamıştır.

Tarihi vetire ve gelişmeler nedeniyle en azından Hristiyanların bir kısmı Kudüs meselesinde yanlış kampı seçmiş bulunuyor. Özellikle de Evanjelik Hristiyanlar, Hristiyan Siyonistleri temsil ediyorlar. Kısaca Hristiyan-Siyonist bir ittifaktan bahsedebiliriz. Buna mukabil gevşek bir yapıda, oluşma devresinde de olsa özellikle Kudüs ekseni üzerinde bir İslam-Hristiyanlık ittifakı veya ittifak potansiyeli bulunmaktadır. Buna işlerlik kazandırmak mümkündür. Tarihi süreçte Protestanların Yahudilere iade-i itibarda bulunmaları nedeniyle ittifakların seyri değişmiştir. Özellikle Protestan Kilisesi İsrail'in kurulması aşamasında bu yapıya müzahir olmuştur. Yahudilere tanrının katilleri gözüyle bakan Katolik Kilisesi de İkinci Vatikan Konsili ile birlikte evrim geçirmiş aynı süreci paylaşmasa bile Yahudilik konusunda Protestanlara yaklaşmıştır. Bununla birlikte Katolik Kilisesinin yaklaşımı nev-i şahsına münhasır bir düzeydedir. Kudüs'ün geleceği konusunda Müslümanlarla ittifak kurabilecek bir potansiyel vaat etmektedir. Bu süreçte Hristiyanları İsrail'den koparıp Müslümanların müttefiki yapmak gerekir. Asli çizgilerine avdetleri sağlanmalıdır. Şöyle ki, hicri 15/16 tarihinde Hazreti Ömer Kudüs'ü teslim almaya geldiğinde Hristiyan ruhani ve din adamlarıyla bir ittifak sağlanmıştır. Bu atideki ittifakın köklerini temsil etmektedir. Hazreti Ömer döneminde Arap yarımadasındaki Yahudilerin son kalıntıları da Şam'a doğru akın ve hicret faslında bulunurken, Hristiyan din adamları, kutsal kenti Hazreti Ömer ve beraberindekilere teslim aşamasında Yahudilerin şehre sokulmamasını talep etmişlerdir. Orta çağdaki dini çalkalanmalar nedeniyle bu tablo tersyüz olmuş ve Hristiyanlar cephelerini değiştirmişler ve kontra bir çizgiye kaymışlardır. Yahudilerin müttefiki haline gelmişlerdir.

Bizans ile Mute ve Yermük'te savaşlar yapılsa da din/inanç zemininde Müslümanların Hristiyanlarla ilişkileri iyi olmuştur. Bizans ile Sasaniler arasındaki savaşlarda Müslümanlar ehli kitap olarak Bizans'ın yanında yer almışlardır. Bunun dışında Necran Hristiyanlarıyla münasebetler, Müslümanların öncülerinin Necaşi'ye sığınmaları ve Kudüs'ün teslim ve tesellümü hep bu iyi ilişkileri temsil etmiştir. Hazreti Ömer'den Yahudileri kutsal şehre sokmamasını isteyen Hristiyan din adamları gitmiş yerlerine şehrin tamamen Yahudilere verilmesini isteyen din adamları gelmiştir. Burada net bir kırılma görülüyor. Bu anakronik bir durumdur. Dolayısıyla tashih edilmesi gerekir.

Yahudileri daha doğrusu Sıyonistleri yalnızlaştırmak, dolayısıyla Kudüs ile ilgili şeni ve deni planlarını akamete uğratmak için ittifaklar zinciri genişletilmeli ve güçlendirilmelidir. Belki de böylece başladığımız ama zamanla kaybettiğimiz noktayı da yeniden yakalayabiliriz. Madem ki, mücadele bloklar ve kamplar mücadelesi; bu durumda Hristiyanları topyekün kazanamıyorsak bile çoğunluğuna da yabancı kalamayız. Özellikle de Katolikleri ve Ortodoksları kazanmamız Kudüs'ün geleceği ve selameti açısından son derece yararlı olacaktır.

Vatikan'ın Kudüs konusunda Evanjeliklere mesafeli olduğunu biliyoruz. Bu ortak bir zemine işaret ediyor. Keza Filistin'deki Ortodokslar da genellikle Müslüman Filistinlilerle birlikte ortak hareket ediyor. Filistin'deki bugünkü Hristiyanların tutumu büyük çapta Hazreti Ömer dönemindeki Hristiyanların tutumunu yansıtıyor, aksettiriyor. Dünya Hristiyanlarını da bu hizaya getirmeli ve bu çizgiye çekmeliyiz. Filistin'deki Hristiyanların tutumu ve ortak dava etrafında Müslümanlarla kenetlenmesi alemşümül/küresel Müslüman Hıristiyan ittifakının çekirdeğini temsil ediyor ve potansiyelini taşıyor. Hanan Aşrafi gibi otantik Filistinli Hristiyanlar Filistin meselesi çerçevesinde dünya Hristiyanlarıyla aralarındaki açı farkını hayretle karşılıyorlar. Bu açı farkını kapatılmalı.

Eyyübi saltanatından Melik Kamil döneminde onunla dini konuları tartışan Keşiş Francis'in adını alan Papa (Jorge Mario Bergoglio )ile Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın Vatikan buluşması inanç diplomasisini aksettirdiği kadar ikili ve çok yönlü ilişkilerde yeni bir pencere ve ufuklar açmayı da vaat ediyor. Neden olmasın? Tarih tekerrürden ibarettir…

Mustafa Özcan

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
2024 Fikriyat. Tüm hakları saklıdır.
BİZE ULAŞIN