Kızılbaşların dirilişi!
Aynileştirmeden tarihi ve nükseden tarihi irdeliyor ve kaleme alıyoruz. İyi geçmişe özenmek iyilik getirir. Kötü geçmişe özenmek de kötülük getirir. Bu anlamda Nikolay İvanoviç Buharin, Stalin'i 'yeni Timuçin veya Cengiz Han' olarak resmetmiştir. İnsan iyiliği ve kötülüğü kendi kazanır atalarından tevarüs etmez. Ama atalarından nükseden genler tevarüs eder. Bu genetik, hastalık haritası gibidir. Bazen soyla buluşur bazen de buluşmaz. Bu anlamda İslam inancında ilk günah kavramı yoktur. Merhum eski Alman Büyükelçi Murad Wilfried Hofmann'ı İslam'a sevk eden ve ileten köprü 'la teziru vaziretün vizre uhra' ayeti olmuştur ki mealen şöyledir: Kimse başkasının günahıyla günahlanmaz. Kimse başkasının günahını yüklenmez. Günahın ve suçun şahsiliği esastır. Kur'an buna işaret eder: Kimse başkasının günahını yüklenmez. Burada Kızılbaşların dirilişinden bahsediyoruz lakin bu bir benzetmeden öteye gitmez. Ülkemizle doğrudan bir ilişki kurulamaz. Burada bahse konu Kızılbaşlık, kadim ve cedit İran tarihiyle alakalıdır.
Destan yazarımız ve şairimiz Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu, Bozkurtların destanı romanını kaleme almıştır. Ondan önce de Hüseyin Nihal Atsız Bozkurtlar Diriliyor adlı bir roman kurgulamıştır. 15 Nisan 1949'da yazmayı bitirdiği ilgili romanında Kürşad'ın ölümünden sonra İkinci Doğu Göktürk Kağanlığı'nın kuruluşu ve Dokuz Oğuz, Tang Hanedanı ile yaşanmış mücadeleleri konu edilmektedir.
Tarihte de soya çekim olmaktadır. Buna dair hadislerden birisi öyledir. İslam'da kim hayırlı bir çığır açarsa, onun ecrine nail olur ve ondan sonra da bu çığırda yürüyenlerin de kendi sevaplarından bir şey eksilmeden, sevaplarına nail olur. İslam'da kim de bir kötü çığır açarsa, günahı ve kendinden sonra bunu işleyenlerin günahı da kendilerinden eksiltme yapılmadan ilk çığır açana yüklenir ve geri döner.
Bu anlamda günümüzde askeri gelenek açısından Mısır ve İran'da soya çekim yasası yaşanmaktadır. Gelenek aktüale yansımakta ve nüksetmektedir. Bugün bölgede askeri rejim anlamında iki ülke son derece birbirine benzemektedir. Mısır ile İran. Biri Kölemen geleneğe diğeri de Kızılbaşlık geleneğine yaslanmaktadır. Her ikisinde de ülkenin yönetimine ve sanayisine ordu sahiptir. Sınai askeri kompleks askerlerin vesayeti altında bulunmaktadır. Mısır'da 1952 Hür Subaylar darbesiyle birlikte yeni Kölemenleşme süreci başlamıştır. Napolyon ve Mehmet Ail Paşa Kölemenlerin köküne kibrit suyu dökmüştür. Her iki dönemde de Kölemenlerin hedef alındığı "Kale katliamı" yaşanmıştır. 1952 yılında Mısır'da kraliyetin kalkmasıyla birlikte yakın ve uzak maziye doğru iki gelişme yaşanmıştır. Muhammed Haseneyn Heykel, Öfkenin Sonbaharı adlı eserinde temas ettiği gibi Mısır'da Hür Subaylar darbesi ile birlikte iktidara Arap İttihatçılar hakim olmuştur. Aziz Ali Mısri Paşa, İstanbul'dan gelmiş ve doktrinel olarak Hür Subayları eğitmiştir. 1952 darbesiyle birlikte Hür Subaylar, Türkiye'de tasfiye olan İttihatçıların ikinci baharını yaşatmışlardır. İttihatçılıkla Kemalizmi mezcetmişlerdir. Osmanlı battıktan sonra da cepler halinde bir süre orada burada yaşamaya devam etmiştir. Gövdesi yıkılsa da kökleri bir süre daha yaşamaya devam etmiştir. Hür Subaylar İttihatçılardan maada bir yönüyle de bünyelerinde Kölemenleri yaşatmışlardır. Kölemenler köksüz ve nevzuhurdurlar. Devşirilmiş askerlerden oluşurlar. Memlük modeli askeri bir idare modelidir. Yeni Şafak yazarlarından Abdullah Muradoğlu 'Neo-Memlüklü Model' adlı yazısında bu konuyu işler. Bu modelin aynı zamanda Amerikalılar tarafından bölgeye tamim edildiğini de söyler. "Osmanlı döneminde de Memluk askeri beyleri nüfuzlarını korudular. 1811'de yıkılan Memluk sistemi 1952"de CIA'nın desteklediği "Hür Subaylar" darbesiyle yeniden üretildi. Bu model yakın bölgeye de benimsetildi. "Soğuk Savaş" döneminde ABD ve Rusya, İslam dünyasını kolayca kontrol etmek için "Memluk modeli"ni destekledi. Aynı model şimdi de perde gerisinde iplerin askerin elinde olduğu, görüntüde sivil bir "vesayet rejimi" biçiminde inşa edilmeye çalışılıyor. Mursi"nin askeri darbeyle devrilmesinin sebebi bu modele direnmesiydi."
Sisi bu modelin son turfandasıdır.
Bu modelin bir farklı versiyonu da İran'da yaşamaktadır. Bu da Devrim Muhafızları veya Pasdaran ordusudur. Şah İsmail ile anılan ve Kızılbaşlar olarak bilinen bu model o dönemde ete kemiğe bürünmüş ise de Şah Tahmasıp ile sönüşü geçmiştir.
Mısır'a paralel bir askeri yapı İran'da da kaimdir. O da soya çekmiştir ve Kızılbaşlara özenmiştir. Visam Saade adlı yazar İran Metafiziğinde İç Savaş başlıklı yazısında Devrim Muhafızlarının Şah İsmail dönemindeki gibi bir Kızılbaş bölüğü, tayfası olduğunu lakin bu adla anılmadığını belirtmektedir. Bu anlamda aynen selefleri Kızılbaşlar gibi ideolojik bir ordudur. Profesyonel ordu değildir. Humeyni Devrimi'nin vurucu gücüdür. Visam Saade yeni Kızılbaşların Devrim Muhafızları kisvesi altında yeniden dirildiğini hikaye eder.
Soya çekim üzerinden Devrim Muhafızlarını yeniden tanımladığınızda o zaman halka karşı davranışlarını daha iyi analiz ve etüt etme imkanına kavuşur ve taşlar yerli yerine oturur. Tarihi kavşaktaki yerini daha iyi belirlersiniz. Şah İsmail Kızılbaşları kullanarak İran'ı Şiileştirmiştir. Devrim Muhafızları da aynı şekilde zorbalıkla İran halkını devrim kalıplarına sokmak istemektedir. Heyhat! Kadınların direnişi bu modelin tutmadığını ve geri teptiğini göstermektedir. İran'da Kızılbaşlar, Humeyni Devrimi ile dirildilerse de şimdi kadınların başkaldırısı veya karşı devrimi karşısında çöküşü geçmiştir.
Mustafa Özcan
Ancak alıntılanan köşe yazısı/haberin bir bölümü, alıntılanan habere aktif link verilerek kullanılabilir. Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
- İnsan simsarları ve sarrafları (21.10.2022)
- Yavuz ile Kanuni çizgisine dönmek (18.10.2022)
- İran’ın uzun kolları (14.10.2022)
- Berberdeki boş koltuk (10.10.2022)
- Mevlit kandili ve tedafü yasası (07.10.2022)
- 2 Kasım'ın 2 Ekim ile rövanşı (04.10.2022)
- Zıt tanımlamalar arasında Kardavi (29.09.2022)
- Son çınarın toprağa düşüşü (27.09.2022)