Selahaddin Şimşek ve Bulvar yürüyüşleri
Sakarya'nın biyografik çetelesini tutan Fahri Tuna onun hakkında Tek kişilik Çoğunluk tanımını kullanmıştı. İslami referans buna şöyle der: Tek kişilik ümmet. İbrahimi gelenekte gariplere ve gurebaya tek kişilik ümmet denilir. Kimi İslam alimleri hakkı takip eden tek kişi bile kalsa ona ümmet denileceğini ifade etmişlerdir. Hakkı tutan tek kişi bile kalsa o itibari olarak çoğunluktur. Batıl çok bile olsa değersizdir. Ahir zamanda da yalnızlığın en koyusunu ve dibini yaşayan ehli hak da İbrahim'in izinden giden hünefa veya bakaya ehli kitap gibidir. Hz. İbrahim'in takipçilerine hanifler ve kayd-ı hak ile asli çizgi üzerine kalabilen Musevi veya Hristiyanlara bekaya Ehl-i kitap, Ehl-i Kitap kalıntıları veya bakiyesi denmiştir. Yine bu anlamda zamanın er kişilerine bakiyyetü's selef/selef kalıntıları ve kırıntıları dendiğini biliriz. Son temsilcileri Babanzade Ahmet Naim gibi. Selahaddin Şimşek işte bu tanımların ortak böleni idi. Öteye genç yaşında er kişi olarak gitti.
Geçenlerde Milli Gazete'nin eski yöneticilerinden İbrahim Balcı ile görüşürken nereden icap ettiyse söz, söz ustası Selahaddin Şimşek'ten açıldı. Sakarya'nın medar-ı iftiharı ve altın beyinli adamı vasat adamlar kümesinin belirlediği ağlara takılıp kalmıştı. Kimseye eyvallahı olmayan başına buyruk bir serdengeçti idi. Kimi çevresi ise ondan toplum içine karışan muti bir adam olmasını bekliyordu. O ise bildiği yoldan şaşmıyordu. Nitekim bir defasında Selahaddin Şimşek, Sakarya grubundan Abdurrahman Akyüz ve bendeniz Milli Gazete'ye doğru yollanırken Abdurrahman Akyüz, Şimşek'in bu halinden yakınmıştır. Şimşek, etrafındaki örülü görünmeyen o ağları bir türlü aşamadı. Dolayısıyla kabuğunda, kahvesinde ve köşe-i i uzletinde kaldı. Takıldığı birkaç kahve vardı. Bunlar arasında deprem sonrası yıkılan ve tarihe karışan göz ağrımız, toplanma mekanımız Yeni Cami Asmaaltı Çayevi uğrak yerlerinden birisiydi. Oradan da kimi yaranıyla bulvar yürüyüşüne çıkardı. Bulvar yürüyüşleri sohbet ve fikir yüklü olurdu. Felsefede Revakçılar ya da Stoacılar diye tabir edilen bir akım vardır. Bu akım direkler arası ya da sütunlar arası alanda fikir ve felsefe beyan ettikleri, yürüttükleri ve teati ettiklerinden bunlara revakçılar veya stoaclar denmiştir. Zenon derslerini Atina'da edebiyat ve sanatçıların devam ettiği sütunlu (revak) binada verdiği için öğrencilerine Stoacılar denmiştir. Bunlara erken dönem locaları veya mahfilleri de denebilir. Selahaddin Şimşek de bu çoklu tefekkür ve tezekkür işini arkadaşlarıyla Sakarya Bulvarında açık havada yürütürdü. Onlara Bulvarcılar denir mi, bilmiyorum.
Onun mahfil ve locası kahvehanelerdi. Bu anlamda hazzetmediği ve sevmediği Cemaleddin Afgani'nin çığırını izledi. O da Ezher yerine tezgahını Han Halili veya Hüseyin veya Ezher Meydanındaki kahvehanelere kurmuştu. Oralarda Mısır'ın ilim ve fikir erbabıyla buluşur, konuşur ve tartışırdı. Hiç şüphesiz aralarında Muhammed Abduh gibi ünlüler de barınır ve yer alırdı.
Kaypaklığa hiç prim vermezdi. Doğruculuğu veya bu doğruluğu yalnızlığını doğurdu. Müşterek dostumuz İbrahim Balcı, Şimşek'in özdeyişlerini çalıştığı gazetelere getirdiğini lakin iltifat görmediğini kendisinin de buna şahit olduğunu anlatmıştır.
Vefatı üzerinden 28/29 yıl geçmiş. Haile büyük, sanki bir ömür. Öldüğünde servilerle buluştu. Kendisi de ince, servi gibi bir civandı. Bir servi gibi de yere düştü. Ölüm yıldönümünü, Selahaddin Şimşek'in dost grubundan Cihat Zafer'in bir paylaşımından öğrendim. Sakarya Belediyesi de bir anma etkinliği düzenlemiş. Selahaddin Şimşek baharı müjdeleyen nisan ayında (29.08.1953 / 02.04.1994) toprağa düşüyor. Cenazesine iştirak ettim mi, geçmiş gün pek hatırlamıyorum. Lakin bir yazımda hatta yazılarımda Yorgalar Mezarlığında serviler altında yattığına, dinlendiğine değinmiştim.
Mehmet Selahaddin Şimşek hem özdeyişleri hem de Orhan cami'nin minberinde vaaz verirken vefat eden babası Ahmet Cevdet Hoca ile birlikte anılır. Babasına 'minber şehidi' de denebilir. Oğlu Selahaddin gibi İstanbul'a yol bulabilseydi ya da İstanbul'un selatin camilerinden birisinde vaaz ediyor olsaydı ünü Türkiye'yi kaplardı. Gam değil! Nasip Sakarya'nınmış! İkisi de Sakarya'yı şenlendirdiler. Sakarya onlarla mamur oldu. Babası Cevdet Hoca'nın Orta Camii'den itibaren özel müdavimleri vardı. Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay'ın da askerlik arkadaşlarındandır. Oğlu Selahaddin gibi babası Ahmet Cevdet Hoca da müstağni karaktere haizdi.
En büyük dostu yalnızlıktı. Hayatta daha fazla dost kazansaydı belki hayal kırıklıkları da büyüyebilirdi.
Vasat adamlar dünyasında Peter Prensibinin süzgeçlerine takıldı. Zahirde elendi ama batında kazandı. Hep asil bir duruşu vardı.
Denildiği gibi bal kokmaz, asil azmaz.
Zaman onlarla daha güzeldi.
Ahmet Cevdet Hoca ve oğlu Selahaddin Şimşek'e, rahmet-i cariye yani kesintisiz rahmetler dilerim.
Mustafa Özcan
Ancak alıntılanan köşe yazısı/haberin bir bölümü, alıntılanan habere aktif link verilerek kullanılabilir. Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
- Tarihin sonundan tarihin parantezine (31.03.2023)
- Hilafetçi Cumhuriyetçiler! (27.03.2023)
- Sadık Albayrak’la geçmiş günler (24.03.2023)
- İhvan-ı Safa ve Türkler (20.03.2023)
- Altın üçgendeki Türkler (17.03.2023)
- Hz. Süleyman’ın notlarında şeytani sızıntılar! (13.03.2023)
- Kur’an faylardan bahsediyor mu? (10.03.2023)
- Hac ve Hicaz: Etkileşim köprüsü (06.03.2023)