Yazarlar Birliği İstanbul Şubesinin tertiplediği vefa ile anma arasında bir programda yazar ve düşünür Sadık Albayrak ile bir araya geldik. Onu dinledik. Bu suretle eski günleri de yad ettik. O günler iddiasız ve samimi günlerdi. Hayali veya hatırası cihan değer. Bizlere geçmişten ve kültür dünyasından bahsetti. Bu arada kültür casusluğundan ve kitap kıyımlarından ve katliamlarından da bahsetti. Genellikle kitap kıyımı ve katliamı denilince Hülagu'nun Bağdat seferi akla geliyor. Kan ile mürekkebin birbirine karıştığı şehir! Bağdat'a Çin, İskenderiye Kütüphanesinin yakılması olayı, Kurtuba gibi bölgelerde meydana gelen kitap yakma olaylarını da ilave etti. Bunlar günümüzde kesintisiz devam ediyor. Endülüs'te bir zamanlar Gazali ve İbni Hazm'ın kitapları da yakılıyor. Günümüzde ise Sisi darbesinden sonra Mısır'da Hasan el Benna ve sair İhvan önderlerinin kitapları da ateşe verildi. Tarihi süreçte kitapların kimileri nehre atılmış kimileri de ateşe verilmiş, külleri yellere savrulmuştur. Geçmişin izleri ve gayretleri böylece silinip gitmiştir. Türkiye' de, Arap alfabesinden Latin alfabesine geçişle birlikte bir kültürel boşluk meydana geliyor. Hatta bu zamanla kimlik krizine ya da ikilemine dönüşüyor, bürünüyor. Fransız Devrimi ve estirdiği rüzgarda ete kemiğe bürünen Tanzimat'tan bu yana İdeolojik çığırın tutsağı haline gelen kitleler ile geleneğe bağlı kesimler ayrışıyorlar. Bu bazen ideolojik gerilimlere yol açtı. S. Huntington, "Medeniyetler Çatışması" kitabında "parçalanmış ülkeler" (torn countries) kümesine Türkiye'yi de almıştır.
Serdar Demirel'in ifadesiyle bu, ülkenin farklı ideolojik, kültürel, dini veya etnik gruplar arasında bölünmüşlüğü ifade eder. Fransız Devrimi bunun miladı ve Tanzimat bunun iç referansı olmuştur. Bediüzzaman Huntington'dan çok önceleri bu gerçeği şöyle ifade etmiştir: "Türk unsurunda ebedî kabil-i iltiyam olmamak suretinde bir inşikak çıkacak."
Konuşmasında Sadık Albayrak tarihteki kitap kıyımlarının günümüzde bir kez daha ideolojik zeminde tekerrür ettiğini anlattı. Çin'daki kültür devrimi bu tarihi süreçlerden birisi olmuştur.
İnkilaplar zinciri ile başlayan süreçte arşiv belgeleri gibi bazı resmi evrak Bulgaristan gibi ülkelere yok pahasına satıldı veya elden çıkarıldı. Bu arada dinleyiciler arasında bulunan Salahaddin Eş Çakırgil de bunun boyutlarından birisini dile getirdi. Necef'teki alimlerin evlerinde İstanbul'da basılmış Arapça kitaplar gördüğünü ve bunun merakına mucip olduğunu aktardı. Bunun üzerine muhatapları harf devriminden veya inkilabından sonra İstanbul'dan yok pahasına getirildiğini anlatıyorlar. Böylece Türk kültür hazineleri bila bedel/karşılıksız el değiştiriyor. Kısaca Çin'deki kültür devrimi gibi devrimler ideolojik taassup ile dini taassubun aynı kapıya çıktığını gösteriyor. Söz gelimi İspanya ve Avrupa'da dini taassuptan mütevellit Engizisyon mezalimi ve kültür devrimi yaşanıyor. Kilise aykırı gördüğü her şeye müdahale ediyor ve üzerini çiziyor. İdeolojik mahiyetli kültür devrimleri de benzeri Engizisyon süreçleri üretiyor. Maziyle olan bağları reddi miras veya devr-i sabık yolu ve anlayışıyla sıfırlıyor. Ne yazık ki bunlardan birisine de ülkemiz sahne oluyor. Eski kültürün çocukları bununla yetim haline geliyor. Geçmişle gelecek ve yakın çevre arasına kesin bir duvar örülüyor, çizgi çiziliyor.
Bir ara Ahmet Ağırakça, Ömer Yorulmaz gibi zevatın hatırat kabilinden geçmişlerini kaleme almalarını istedi. Ahmet Ağırakça bu yönde kendisine de istek geldiğini aktardı. Hatıratlar satır aralarına saklanmış tarihe iz düşer.
Ahmet Ağırakça hoca da bu işin yükünü Yılmaz Yalçıner'in hayattaki arkadaşlarının omuzlarına attı. Şunları söyledi. Mutlaka gençlik için Şura, Tevhit ve Hicret gibi haftalık dergilerin serencamı anlatılmalı ve estirdikleri devinim ve dalgalandırdıkları mecra dile getirilmeli. Bunların hepsi Yılmaz Yalçıner'in damgasını taşımaktaydı. Akabinde 12 Eylül geldi ve dolayısıyla bu tür yayın organları kapandı. Lakin çok sonraları bu dergilerin ruhu kişisel suretiyle Yılmaz Yalçıner'in hayat yolculuğuna yansıdı, onda ortaya çıktı. İktibaslarında ve yazılarında içindeki Şura, Tevhit dergileri ve çizgilerini dile geldi.
Onun vurguları nereye giderse gitsin fark ediliyordu.
Yazarlar Birliği'ndeki akşama damga vuranlardan birisi olan Ömer Yorulmaz, Yılmaz Yalçıner'in maddi darlık içinde hayata veda ettiğini anlattı. Bu haliyle yazdıklarını değerlendirmiş, yazılarının manevi kat sayısını artırmış oldu. Değerler, uğurlarında yapılan fedakarlıklarla büyür ve serpilir.
Şura, Tevhit ve Hicret çocukluktan gençlik çağımıza adım attığımız sıralarda adeta fikir bayrağımız idi. Bizi büyülüyordu. Onlarla coşuyor onlarla kızıyorduk. Onlarla içimize baharın cemresi düştü.
Yine aynı dönemlerde yakın tarihle bir hesaplaşma dizisi kaleme alan Sadık Albayrak da Devrimin Çakıl Taşları, Yürüyenler ve Sürünenler gibi kitaplarla bu yönümüzü besliyordu. Yürüyenler ve Sürünenler kitabı oldum olası bana Lübnanlı dava adamı Fethi Yeken'in 'El Mütasakitune ala tariki'l da've keyfe ve limaza? / Yolda Savrulanlar' kitabını hatırlatır.
Sadık Albayrak'ın da 'Medrese' mahsulü kitaplarının tiryakisi olmuştuk. Bu kitap ve dergiler bize yol gösteriyordu. Ben Türkiye'de olmadığımdan uzaktan takip ettiğim kadarıyla 12 Eylül hızımızı kesti. 12 Eylül'de Almanya Kiel kentinde bulunuyordum. Günlerden Cuma idi. Türkiye'de darbe olduğundan haberdar değildim. Almanya'da asude günlerden birisini yaşıyordum. Cuma namazından sonra Kastamonulu Ömer Abinin yandaki dükkanında millet darbenin haberini almış radyonun etrafına toplanmıştı. Deutsche Welle Radyosunun -buna galiba Köln Radyosu diyenler de oluyordu- bu öğle bültenini dinliyorduk. Etraf sus pus olmuştu. Spiker şöyle diyordu: Bu darbe her ne kadar kansız olsa da yumuşak eldivenler içinde demir yumruğu simgeliyor. Gerçekten de öyle idi. Henüz 1983 yılında sivil yönetime geçmeden 1982 yılında bu darbenin anaforuna biz de yakalandık ve sillesini biz de yedik. Kahire dönüşü bizimkisi kısa süreli bir çile dönemi oldu.
Sadık Albayrak'a vefa gecesi söz alanlardan birisi de Milli Gazete'nin eski reklam müdürü olan Halil Gölve bey oldu. Bazıları eleştirisi saysa da o öz eleştiri yaptı. Kendi öz değerlerimizden biraz uzaklaştığımızı dile getirdi. Biraz şatafat ve lükse gömüldüğümüzü bu da hareket kabiliyetimizi sınırlandırdığını anlattı. Hassasiyet ile lüks kimilerinin hayat serüveninde yer değiştirmişti. Bu ayetin diliyle şöyle ifade edilebilir: Sema ile irtibatınızı gevşettiniz, kanatlarınızı ve uçma kabiliyetini körelttiniz ve yeryüzüne çakılıp kaldınız (issakültüm ale'l ard). 'La tehinu/gevşemeyin' hitabını biraz ihmal ettik.
Halil Gölve Bey anlatımında dile gelen Sadık Albayrak'ın Babanzade Ahmet Naim beyin babası olan Mustafa Zihni Paşa'dan aktardığı Halifesiz ve Hilafetsiz Müslümanlar başlığını ilk gördüğümde adeta çarpılmıştım. Kitabı ilkin 1979 yılında Hamburg Merkez Camii'nin tanıtım panosunda görmüştüm. Kitabı edinememiştim ama yüreğimde tasa olarak kalmıştı. Birkaç yıl önce İSAV Kütüphanesinden fotokopisini çektirerek edindim.
O heyecan fırtınası bizi diri tutuyordu. Bu arada, keşke araya giren heyecansız günlerin kazasını yapabilsek!
Mustafa Özcan