1857 yılında meydana gelen Sipahi Ayaklanması'ndan sonra askeri kırıma uğrayan Hint Müslümanları yenilgiden sonra toparlanmak için eğitim yolunu seçmişler ve bu yolda seferber olmuşlardır. Bu süreçte Aligarh, Diyobend/Daru'l Ulum Medresesi ve Leknev'de Nedvetü'l Ulema gibi kurumlar faaliyete geçmiş ve bilahare bu kurumlar çevrelerinde ekol haline gelmiştir. Etraflarına ışık ve ilim saçmışlardır. Bunların en önemlilerinden birisi de Diyobend ekolü olup Hindistan alt Kıtasının ötesinde Bangladeş, Pakistan, Afganistan gibi civar bölgeleri de aydınlatmış ve bu ekolde birçok medresenin kurulmasına öncülük etmiştir. Dârülulûm-i Diyûbend veya Diyobend Muhammed Kāsım Nânevtevî ve Reşîd Ahmed Gengûhî tarafından kuruldu (30 Mayıs 1866).
Hint diyarının Ezher'i olarak şöhret bulan bu kurumun ve akımın yaygın olduğu topraklardan göç edenler vasıtasıyla etkisi İngiltere gibi uzak diyarlarda da hissedilmiştir. Diyobend ekolü inanç sisteminde ve anlayışında Matüridi çizgiyi esas alırken, fıkhi anlayışında Hanefi mezhebine dayanmaktadır. Tasavvuf anlayışında Nakşibendilik başta olmak üzere birçok tarikata da barınak olmuştur. Bununla birlikte tarz olarak hadis ekolüyle de dirsek temasında olmuş ve Şah Veliyullah Dihlevi'nin çizgisini benimsemiştir. Bu çizgi mümkün mertebe ihtilafları daraltma ve müşterekleri artırma mahiyetindedir. Bu, Hanefi ekolünü daha fazla hadise açma veya hadisle buluşturma şeklinde de ifade edilebilir. Nitekim ta'sil dedikleri surette Hanefi fıkhını asla ve hadise irca etme çabası içinde olmuştur. Onlardaki tasavvuf anlayışı da İkbal'in istediği doğrultuda pasif değil, dinamiktir.
Bununla birlikte Hicaz esintileri zaman zaman bu ülkede ehli hadisin gelişmesine katkı sunmuştur. Mezheplerden bağımsız bir ehli hadis ekolü doğduğu gibi mezheplere bağlı ve aynı çizgide yürüyen hadis ekolleri veya muhaddisler de vardır. İkinciler mezhep içinde kalan hadis ulemasıdır. Mezhebi taklit anlayışı ile hadise ittibayı birlikte yürüten ve cem eden bu muhaddisler kümesi arasında tasavvufa bağlı olanlar da vardır.
Bağımsız ehli hadis çizgisini benimseyen ve sürdüren Sıddîk Hasan Han bu yönde polemikleriyle de ünlenmiştir. XIX. yüzyılda Hint alt kıtasında kurumsal yapıya kavuşmuş bir fikir hareketi olarak ortaya çıkan Ehl-i hadîs ekolünün kurucularındandır. Şah Veliyyullah ed-Dihlevî'nin görüşleri doğrultusunda Kur'an ve Sünnet'i esas alarak Müslümanların problemlerine çözüm getirmeyi amaç edinmekle birlikte zamanla aşırı bir çizgiye kayan bu ekol, bid'at ve hurafe kaynağı kabul ettiği fıkıh mezhepleri ve tasavvufa karşı sert bir mücadeleyi esas almıştır. Nezîr Hüseyin'in eğitim faaliyetleri ve yetiştirdiği öğrenciler sayesinde Delhi'de gelişen ekol Sıddîk Hasan Han'ın Bopal'de yürüttüğü teşkilâtlanma, telif ve yayın faaliyetleriyle kökleşmiş ve İslâm dünyasına adını duyurmuştur.
Sıddîk Hasan Han'ın deneyimi Muhammed Bin Abdulvehhab ile Dir'iye Emirliği arasındaki ilişkiyi hatırlatan bir surette gelişmiştir. Sıddîk Hasan Han'ın Bopal emîresiyle evliliği Aziz Ahmed tarafından Ehl-i hadîs mensuplarının ilkelerine aykırı olduğu gerekçesiyle eleştirilmiş, Sıddîk Hasan Han'ın yöneticilerle iş birliği zemini aradığı ileri sürülmüştür. Halbuki, Vehhabiliğin gelişiminde bu tarz beraberlik etkili olmuştur. Vehhabiliğin ete kemiğe bürünmesi Muhammed Bin Abdulvehhab ile Muhammed Bin Suud'un ailevi iş birliğine dayanmıştır.
Hindistan-Hicaz bağlantısı
Vehhabiler, diğer Müslümanlarla ilişkilerde Hicaz'ın Müslümanların manevi merkezi olması keyfiyetini ve avantajını iyi kullanmıştır. Bu manevi yapıyı kendi lehlerinde değerlendirmek için bir nevi İslam birliğinin çekirdeği hükmünde olman Rabıtatu'l Alem el İslami'yi kurmuşlar ve bütün dünya Müslümanlarını bu çatı altında temsili olarak toplamaya, buluşturmaya özen göstermişlerdir. Öncesinde Hindistan Müslümanları özellikle de Diyobend uleması Osmanlı devletine veliyyu'l emr gözüyle bakmakta ve Müslümanlar üzerindeki meşruiyetini tanımaktadır. Hicaz'la bağlantılarını Osmanlı'nın gölgesinde geliştirmektedirler. Bilahare araya Şerif Hüseyin'in serkeşliği ve İngiliz yanlısı siyaseti girmiştir. Bu ara dönemde Osmanlı'ya sadakat Şerif Hüseyin tarafından cezalandırılır ve Şeyhü'l Hind olarak anılan Mahmudü'l Hasan beraberindekilerle birlikte Malta'ya sürülür ve bu nedenle de Şerif Hüseyin'in kısa süren Hicaz Emirliği sırasında Hindistan Müslümanlarıyla bağlar gevşer. Şerif Hüseyin'in Mahmud el Hasan'a yaptığı bu muamele misliyle ilahi karşılık bulur ve İngilizler tarafından ahir ömründe 'hizmetleri mukabilinde' Kıbrıs'a sürgün edilir.
Hint Müslümanlarının İngiliz esaretinden kurtulmak için Afganistan ile Osmanlı gergefinde planlar yaparlar. Bir zamanlar Fransa-İspanya karşısında Fas Müslümanları gibi İngilizler karşısında Hint Müslümanlarının da son umudu Osmanlı'dır. Halbuki Osmanlı da can çekişmektedir. Adeta kendine hayrı kalmamıştır. Bu sırada baş müderris olan Mahmûdü'l-Hasan ile müderris Ubeydullah Sindî, İngiliz belgelerinde "ipek mektup komplosu" (silken letter conspiracy) olarak geçen bir faaliyetin mimarlarıdır. Buna göre Müslüman ülkelerin ortaklaşa teşkil edecekleri bir İslâm kurtuluş ordusu oluşturulacak, bu ordunun faaliyet merkezi Afganistan olacak ve Osmanlı Devleti ile Afganistan'dan alınacak destek ve yardımla buradan İngilizlere karşı mücadeleye başlanacaktı. Ancak İngilizler buna engel olmuşlar ve Mahmûdü'l-Hasan Mekke şerifi tarafından tutuklandıktan sonra Malta'ya sürülmüştür.
Ardından Necd'den sonra Hicaz'a da hükmeden Suudi krallığı teşekkül eder. Kral Abdulaziz bir taraftan Vehhabiliğin çelik çekirdeği olan İhvan'dan kurtulmaya çalışırken diğer taraftan da İslam alemine açılmak suretiyle çevreden meşruiyet devşirmeye çalışır. Hicaz topraklarına hükmetmesi ve ardından gelen petrol tafrasıyla (zenginliğiyle) birlikte Mekke ve Medine'de Hint kolonileri oluşur. Yanına çekme ve istimale politikalarıyla birlikte karşılıklı itişme veya çekişme yerine yakınlaşma köprüleri kurulur.
Kutsal topraklarla bağı muhafaza etmek için Hint Müslümanları bağcı ile iyi geçinmenin yollarını ararlar. Bu maslahatı aramaktır. Bu da onları Vehhabilere karşı sert mukabele etmekten men etmiştir. Vehhabilik bilindiği gibi kucaklama politikasından ziyade ayrıştırma çizgisi olarak belirmiş ve bu yönde gelişmiştir. Vehhabilik ile Şiilik çağdaş ayrıştırıcı (A schism) çizgilerdendir. İngilizler, Amerikalılar ve şimdi de Ruslar bu ayrılıkçı çizgileri teşvik etmektedirler. Hem bunları yerine göre teşvik ederler hem de düşmanlarını bu markalarla karalamak isterler.
İkinci ayrıştırıcı çizgi
Bununla birlikte günümüzde aşırı Vehhabilik tesirini kaybederken yerini yine ayrıştırıcı çizgide yürüyen laiklik çizgisi almaktadır. Esasında laiklik çığırı İngilizlerle Kral Abdulaziz'in mahrem ve gayri meşru ilişkisinden doğmuştur. Bu da İhvan'ın karşı çıktığı müküs vergisinin büyüyerek yansıdığı alanda somutlaşmıştır. Abdunnasır nasıl Mısır İhvan'ını Amerikalılar üzerinden iğfal etmişse Kral Abdulaziz de kendi İhvan'ını İngilizlerle iğfal etmiştir. Onları İngilizler sayesinde tepelemiştir. Vehhabi çığırın yerini alan ve İslami uyanışa da cephe alan laiklik dalgası dünya Müslümanlarının Hicaz'a olan ilgilerinden ve bunun içerideki İslami dalgayı beslemesinden gocunmaktadırlar. Bu çizgi de Kral Abdulaziz döneminde başlamıştır. İhvan kisvesindeki püriten Vehhabilerle pragmatik Vehhabiliği temsil eden devlet aygıtının çatışma noktası burası yani ilk laik uygulamalardı. Diyobend ekolünden Halîl Ahmed SEHÂRENPÛRÎ de İhvan'ın nokta-i nazarını doğrulayarak müküs sıfatıyla İslam şeriatında temeli olmayan vergiler ihdas etmenin kuraldışı olduğunu Kral Abdulaziz'e hatırlatmıştır. O ise bunu gelirlerinin azlığına bağlamıştır. Virüs gibi müküs üzerinden beslenen laiklik büyüyerek günümüze kadar gelmiştir. Laiklikle Vehhabilik arasındaki çekişme devletin tercihi doğrultusunda laiklik lehinde gelişmiş ve Vehhabiliği küllemiştir. Püriten Vehhabi çizgi aldığı darbelerle evcilleşmiştir. Bu nedenle de Vehhabilikle Mısır İhvan çizgisini barıştıran Sururiyye çizgisi rejimden en büyük mukabeleyi görmektedir. Keza düne kadar Suudi Arabistan ile barışık olan Ebu'l Hasan en Nedevi ve Ali Tantavi gibi isimler de yeni dönemde laiklik vurgusu üzerinden aforoz edilenler kervanına katılmışlardır. Dünün kahramanları bugünün hainleri haline gelmiştir. Muhammed Bin Selman döneminde ana çizgi reddi miras olmuştur.
Şarku'l Avsat gazetesinde ideolojik ve kültürel yazılar kaleme alan Ali el Amim sürekli olarak Seyyid Kutup ve Ebu'l Hasan en Nedevi gibi isimlere ilişmekte ve sataşmaktadır. Onların mirasını itibardan düşürmeye çalışmaktadır. Bu da laik zeminde alınan mesafeyi göstermektedir. Ali el Amim İslami kesimlerin kusurlarını ve tutarsızlıklarını avlamakla meşgul olmaktadır. Bu yönüyle yerel oryantalizm uygulamalarından birisini yerine getirmektedir. İslami kesimleri tarassut altında tutmaktadır. Ali Tantavi'den Enver Cündi ve Gazi Tevbe'ye kadar.
Uçların merkeze yerleşmesi
20'inci yüzyılda İngilizler sayesinde uçlar merkeze yürütülmüştür. Amerikalılar da devamını getirmiştir. Bölgede Şiilik ile Vehhabilik, uç uca vermiştir veya geçmiştir. Böylece İslami sahayı ve merkezini kuşatmış ve kapatmışlardır. Bugün ise bu uçların zararları ortaya çıkmış lakin aldıkları mesafe nedeniyle ihraz ettikleri mevkiden veya çıktıkları ağaçtan indirmek zor hale gelmiştir. Çıkarken ve inerken tahribatları yüksek olmuştur.
Haremeyn gibi İslam aleminin manevi merkezini ele geçirdikleri ve bu suretle mezhebi algılarını dayattıkları için İslam alemi bu süreçten olumsuz yönde etkilenmiştir. Bu suretle merkez adına uçlar daha büyük bir alanı kapatmışlardır. Manevi olarak İslam aleminin böğrüne çökmüşlerdir. İslam diyarlarının merkezini kontrol ettiklerinden kendi meşreplerine göre yapıları öne çıkarmışlar ve onları akredite etmişlerdir. Suudi Arabistan olmasa belki de klasik ve gelenekçi yapıya bağlı İslam aleminin Hindistan'dan Moritanya'ya kadar uzanan kanatları ve uçları Vehhabilikle etkileşim içine girmeyeceklerdi. Sadece Hint uleması değil aynı zamanda Şenakite de denilen Şankit veya Moritanya uleması da Vehhabi olmasalar bile bir nevi onların kervanına ya da temas dairesine katılmışlardır.
Tarihi süreçte Vehhabileşme zeminini en iyi anlatan örneklerden birisi Reşid Rıza'nın yalpalamalarıdır. Muhammed Abduh ekolünden olan Reşid Rıza Sultan Abdülhamit döneminde önceleri Osmanlı ile iltisaklı veya Osmanlı taraftarıdır. Lakin daha sonra muhalif akımlardan etkilenerek karşı kampa geçmiştir. İttihatçıları haklı bulmuştur. Bilahare Şerif Hüseyin'in çizgisinde buluşmuş tabir caizse en son Vehhabilerle mercimeği fırına vermiştir. Bu suretle 'en-nasu ala dini mülükihim/insanlar yöneticilerinin dini üzeredirler' sırrını tasdik etmiştir.
Muhammed Emin eş Şankiti ve Advau'l Beyan adlı eseri ve benzerlerinin serüveni bir şekilde Diyobend alimlerini örneğinde de karşımıza çıkmaktadır. Esasen Şeyh Veliyyullah Dihlevi'nin ekolünden gelmekle birlikte zamanla Vehhabileri en azından hoş görür bir çizgiye gelmişlerdir. Bununla birlikte onlara katıldıkları noktalarda bazı haklılık payları da bulunmaktadır. Halîl Ahmed SEHÂRENPÛRÎ'nin kabirler üzerine yapılan kubbelerin düzlenmesine gösterdiği muvaffakiyet gibi. Geleneğin hakim olduğu dönemlerde bazı bidatlar, üzerinde yürüne yürüne veya çiğnene çiğnene yol olmuştur. Yeni bir dalga gelinceye kadar bunlara itiraza mecal kalmamıştır. Kimi bidatlar zamanla kutsanmış ve kökleşmiş ve dokunulmaz hale gelmiştir. Burada bir tefrit zemini doğmuştur ve ifrat ehli olan Vehhabilere de bahane ve gerekçe sunmuş ve hazırlamıştır.
Mustafa Özcan