Prof. Dr. Teoman Duralı

Çağdaş küreselleştirilen İngiliz-Yahudî medeniyetinin ana ideolojisi - II

YAHUDİLİK, İNGİLİZLER VE DİĞERLERİ

  1. İNGİLİZ

Israilliyle soyca, kültürce ve yaşanılan yöre itibâriyle çok farklı olan İngiliz de tarih sahnesinin baş oyuncularındandır. Yalnız, benzerlik bundan ibâret değildir. Millî davâyı destekleyecek bir dinî bahâneyi de İngiliz kendine temîn etmiştir.

Öteki toplumlara üstün olma inancı, İngiliz ile Israilliye mahsûs duyuşlar değildir elbette. Çinlilerde, Brahmanlarda, Ahamenitler ile Eski Yunanlılarda, hattâ İslâm medeniyet dairesine mensûb olanlarda dahî üstünlük duygusuna rast gelmek mümkün. Ne var ki, üstün bir soya mâlik olma duyuşu yahut inancı, Israilli ile, özelde, İngilizde, geneldeyse, Germen toplumlarında kurumlaşmıştır.

Dince meşrû kılınmış, medeniyet meşalesiyle karanlık diyârları aydınlatan —Aydınlanma devri! — Anglikan İngilizin en doğal hakkı, aydınlattığı o ellerin yemişlerini gönlünce devşirip kullanmaktır. Olağan, alışılmış hareket tarzı, tüketmek olmalı. Hayır, o, öyle yapmamıştır. Tüketmek yerine, sömürdüklerini işleyerek kullanmıştır, yânî üretmiştir. Belirli bir amaç doğrultusunda değiştirilip dönüştürülen malzemeden elde edilen, demek ki üretilen değere sermâye diyoruz. İşte bu çeşit tutumu kurulu düzen hâline sokan İngilizdir. Onun, tarihte maddî hâkimiyet tesîsindeki üstün başarısı da buradan kaynaklanır.

Maddî —iktisâdî— serüveninde 1650'lerden itibâren İngilizin, adetâ tabîî ortağı Israillidir. Teşebbüsün başlatıcısı yahut mucidi İngilizdir. Tarihî şartların kazandırdığı tecrübelerinin, hüneri ile zeyrekliğinin sağladığı birikimi sâyesinde olayın künhüne varan Israilli, İngilizle 'yaşam ortaklığı'na (Y sünbiosis) girmiştir. Kavmî milliyetci olan 'Anglikan İngiliz' ile 'Yahudî Israilli', maddî düzlemdeki yaşam ortaklıklarını, demek ki 'çıkar birliktelik'lerini, soyca karışma raddesine taşımazlar. Her iki unsur, soyca da kültürce de 'ayırılık'larını (İng distinctness) muhâfaza etmeğe bakar. Böylelikle 'çıkar birlikteliği', 'kavim ile kültür birliği'ne uzanmaz. Şu durumda duygusal, heyecânî ve akıldışı (Fr irrationel) mülâhazalar ile ruh hâletleri daha baştan dışlanmış oldular.

Öncelikle İngilizin indinde hayatın tüm köşe bucağı akılla tanzîm ve tesviye olunabilir, olunmalıdır da. Bu 'tüm köşe bucağ'a din dahî dâhildir. Din, hayatın pınarı olmaktan çıkıp maddî çıkar teminine koşulmuş araçtır: 'Sekülerlik'.

Bu yaman İngiliz düşünüşünü anlayamayarak yanlış değerlendirmeler tuzağına düşen Fransız dimâğı, becerdiği İhtilâli kebîrle dini toptan dışlamak gafletinde bulunmuştur: Laikcilik.

Dinle râbıtasını keserek, İngiliz, aklı bağımsız kılmıştır. Aklı temel almak sûretiyle insanı, doğa ile dünyayı deneye başvurarak, demek ki aklın tesbîtlerini yine onun çizdiği çerçevede sınayarak anlayıp açıklamağa yönelik en geniş anlamda düzenleme işini felsefe-bilim sistemi üstlenir. Felsefe-bilim sistematiğinden türetilmiş akıl yapılanmalarından olan ideolojinin tarihte açıkca ilk kez uygulamaya geçtiği eylem alanı İhtilâli kebîrdir. Arkasında yatan ise, İngiliz düşüncesi ile mâliyesidir. Fikir babaları gibi görünen Charles Louis de Secondat Montesquieu (1689 - 1755), François-Marie Arouet de Voltaire (1694 - 1778), Jean-Jacques Rousseau (1712 - 1778), Denis Diderot (1713 - 1784), Jean le Rond D'Alembert (1717 -1783) ile Anne Robert Jacques Turgot (1727 - 1781) türünden 'İnsancı-Aydınlanmacı-Ansiklopedici' Fransız filosofların etkilenip izledikleri, Roger (1220 - 1292) ile Francis Bacon'lardan (1561 - 1626) başlamak üzre, İngiliz düşüncesinin, Thomas Hobbes, John Locke (1632 - 1704), Isaac Newton (1641 - 1727), David Hume ile Adam Smith çeşidinden önde gelen temsilcileridir.

'Yeniçağ dindışı Batı Avrupa medeniyeti'nin merkez kültürü, Fransızlarınkidir. Mezkûr medeniyetin felsefîleşmesi öncelikle Fransız filosof-bilimadamı Rene Descartes'ın işidir. Bu noktadan itibâren Fransa, kültür öncülüğünü İngitere'ye kaptırmıştır. Descartes'tan sonraysa, Fransadan artık, sistem kurucu filosof - bilimadamı çıkmamıştır. Nihâyet, Yeniçağ Avrupasında felsefe-bilim devi olarak iki ülkenin temâyüz ettiğini görüyoruz; bunlardan biri, İngiltere iken, öbürü de Almanyadır. İkisi de Germen ailesine mensûp dillerle bildirişir. Kadîm devirlerde de ortak coğrafya ile kavmî menşeden neşet etmişlerdir. Bununla birlikte, tarih boyunca birbirlerinden kayda değer derecede farklı gelenekler ile görenekler geliştirmiş, değişik zihniyet düzlemlerine ulaşmışlardır. O kadar ki, yüzeyde aynı dini paylaşıyor gözükmelerine rağmen, o, bu iki milletin tasavvuruna çok farklı tarzlarda ve renklerde yansımıştır —meselâ, Hırıstıyanlığın en önemli yortularından yalnızca Noelin, ikisi tarafından nice farklı idrâk olunduğunu görmek bile ziyâdesiyle ilgi çekici bir olaydır. Dinde ortaya çıkan farklılığı, her iki dilde dahî algılıyoruz. Akrabâ olmakla birlikte, gerek dilbilgisi gerekse sözlerin tasavvur içeriği cihetinden baktığımızda, iki dilin birbirleriyle benzeşmedikleri ve birinden öbürüne tercüme imkânının da olağanüstü güç ve kısıtlı olduğu keyfiyeti, işin erbâbınca tesbîti nisbeten kolaydır. Sonuç olarak, bahsettiğimiz değişik zihniyet düzlemleri üstündeyse, birbirlerinden çok başka unsurları ön plana çıkaran felsefe sistemleri yükselmişlerdir. Bunların bağrından sökün etmiş ideolojilerde birbirlerine zıt düşen değerler, kendi toplumlarının yaşama gündemlerine taşınarak orada yerlerini almışlardır. Hem o derece uzlaşmazcasına yer almışlardır ki, dünya, evvelemirde İngitere ile 'evlâd'ı A.B.D.'nin arkasında, Almanya ve uzaktaki müttefiki Japonyayla Eylül 1939'dan Ağustos 1945'e değin sürmüş tarihin en kanlı ve şiddetli hesaplaşmasına[1] girmiştir. Bu, tarihin ilk, belki de son, yeryüzünün hemen hemen her köşe bucağını sarmış ve karşı cepheyi mutlak sûrette mahfetmek maksadına matûf ideoloji esâsına dayalı baştan aşağıya şer güçlerin savaşı olmuştur. Tanrı ile dini terk eden Yeniçağ Batı Avrupa medeniyetinin sonunda gelip dayandığı, Friedrich Nietzsche'in deyişiyle, 'Hiçciliğ'in 'ete kemiğe bürünmesi' olayı 'İkinci Dünya Savaşı'dır.[2]

İtalya, gerek Birinci gerekse İkinci Dünya Savaşında, müttefiklerine taşınmayacak kertede yük olmuştur. Her ikisinde de tâlih rûzgârları farklı cihetlerden esmeğe başlayınca, o, her defâsında yelin yönüne göre fütûrsuzca taraf değiştirmiştir. Bu nedenle onu ittifâk içerisinde göstermek yanlıştır. Böylece savaşan cephelerden birinde toplumlar İngiltere-Amerika ile Sovyet Rusyanın arkasında dizilirlerken, öbüründe de Almanya ile Japonya mevzilenmişlerdir. Bu son ikisi, müttefik olmakla birlikte, aralarındaki muazzam mesâfe engeli yüzünden birbirleriyle savaş süresince etkin irtibât kuramamışlar ve tek başlarına kaçınılmaz fecîi sona dek müdhiş bir inât ve olağanüstü bir sebât, fedâkârlık ile kahramanlık örneği sergileyerek döğüşmüşlerdir. Sonundaysa, manen ve maddeten, sözün tam anlamıyla, târümâr edilmişlerdir.

Yukarıda bahsi geçen bütün farklı bakış açılarına rağmen, İngiliz ile Almanın, Felemenk, İsveç ile Danimarka gibi, öteki Kuzey batı Avrupa milletlerinde muntazaman rast geldiğimiz ve kadîm devirlerin Germen boylarına mahsûs aşîret değerini muhâfaza etmiş olduklarını görüyoruz; o da, kendi arı soy soplarına duydukları hürmet ile hayranlıktır. Ne var ki, bu hürmet ve hayranlığın tezâhürü, milletlerin özelliklerine göre değişiklik göstermiştir. İngilizler, duyguları ile niyetlerini gizlemelerindeki mahirlikleri sâyesinde, ırkcı-kavimci tavırlarını örtbas edebilirlerken, başka bazı Kuzeyli milletlerin yanı sıra, Almanlar bunu, bilhassa Millî toplumcuları 1933'te iktidara taşıdıktan sonra, Irkcılığı, ideolojilerinin ana pâyândâlarından biri kılmışlardır. Filvâki, Germen dillerini konuşan Kuzey batı Avrupa kültürleri, Irkcı-Kavimci anlayışları ile tutumlarını Yeniçağ dindışı Batı Avrupanın, ama özellikle de Çağdaş İngiliz-Yahudî medeniyetinin ayrılmaz parçası hâline sokmuşlardır.

İngiliz zihniyetinde duygu ile heyecânın, titizce arkasına gizlendiği paravana aklîliktir. Aslında bu tutum, hayatın bütün girdisi çıktısına teşmîl edilip medenî tavrın kaçınılmaz şartı sayılmıştır. Haddizâtında İngiliz kültürü ve bilâhare Çağdaş İngiliz-Yahudî medeniyeti, aklî düzenleme işi ile işlemini kurumlaştırmıştır. Tabîî, kurumlaştırmayı başaranlar da yine, Roger Bacon ile Ockham'lı William'dan (1285 - 1347) başlayarak Charles Robert Darwin (1809 - 1882), William James (1842 - 1910) ile Bertrand Russell'a (1872 - 1970) dek uzanan çizgide gördüğümüz filosoflar takımıdır. Bunun da en önde gelen simâları Hobbes, Locke ile Hume üçlüsüdür. Bahsettiğimiz akıl - deney felsefe geleneği zincirinin son halkalarından biri, Israil asıllı Karl Heinrich Marx'tır.

Kendi itikâdî arka planlarını özenle gizleyen İngiliz ile Israilli, dışlarındaki din olaylarına karşı şiddetle saldırarak, ilkin, İhtilâlikebîrden itibâren Avrupa anakarasında, ardından da öteki ellerde, hiç değilse, kısmen dahî olsa, gündemdışı kılmağı başarmışlardır: "Din, kitlelerin afyonudur" (Karl Marx). Böylece iktisâdî-siyâsî ihtiraslarına gem vurabilecek baş maniayı bertaraf etmiş oldular. Dinden boşalttıkları mevkie de, iktisâdî-siyâsî hâkimiyetlerini perçinleyecek şekilde düzenlenmiş ve kapalı devre, yânî dogmacı tarzda çalışan tümel bir felsefe-bilim işleyişini, demek ki ideolojiyi yerleştirmişlerdir: Hür Sermâyecilik-Positivism-İmperyalism. Temelde ve özde ideoloji, Hür sermâyeciliktir. Fakat o, kaçınılmazcasına Positivcilik dünya tasavvuru ile İmperyalism kültürel-siyâsî-askerî yahut yarı-askerî çıkışına veya hamlesine ihtiyâç gösterir. Başka bir deyişle, Positivcilik kurulmaksızın, İmperyalisme de tevessül edilmeden Hür sermâyecilik inşâa olunamaz. Filvâki 'örgü', fehmi kuvvetli kişiyi bile hayrete düşürecek raddede akıllıca ve titizce örülmüştür.

Nihâyet, manzarayı daha bir aydınlık kılmak maksadıyla benzetmelere başvurmaktan kaçınılmamalı. O hâlde manzarayı şöyle tasvîr edelim: Görünürde denize akan bir dev ırmak ve ona yönelmiş kollar var. Irmağın ana mecrâsı, İmperyalism-Ziyonculuktur. Irmağı besleyen başlıca kollar ise, Çağdaşcılık, Laikcilik ile Sömürücülük (Fr exploitation) üçlüsüdür. Irmağın boşaldığı denize gelince; o, Sermâyeciliktir. Burada Çağdaşcılık ile Laikciliğin felsefî 'astar'ını Positivcilik teşkîl etmektedir.

c) Köprü

'Çıkar birlikteliği'ni oluşturan Anglikan İngiliz ile Yahudî Israil tarafları arasında irtibâtı temîn edenin, Farmasonluk olduğundan bahsetmiştik. Haddizâtında Farmasonluk, böyle bir işi yahut görevi üstlenmek üzre kurulmamıştır. On altıncı yüzyıl ortalarından itibâren resmî, yazılı çizili bir ahte dayanmaksızın ortak hamle ile faaliyette bulunan bir kısım Yahudî ile İngiliz, 1700'lerin başlarında kurulan Farmason teşkilâtı çerçevesinde güçbirliği ile dayanışmaya girişmişlerdir. Bahse konu teşkilât, doğrudan doğruya böyle bir gâyeye yönelik olarak tesîs olunmamıştır dedik. Ancak, zamanla bu istikâmette hizmet verir olmuştur. Üstlendiği gelenek gereği Farmasonluk, etkinliklerini gizli yürütmeğe dikkat sarf etmiştir. Ne yapıp ettikleri, ne üyelerinin kimlikleri ne de kuruluşu hakkında dışarıya bilgi sızdıran Farmasonlukla ilgili derin şüpheler, kaygılar ile komplo söylentileri uydurulagelinmiştir. Ona ilişkin bilinenlerden hangisinin ne derece doğru olduğunu tayîn etmek zordur. Gerek Yahudî ile İngiliz unsurlarının yeryüzüne ve insanlığa iktisâdî ile siyâsî cihetlerden hâkim olma ortak çabaları gerekse bunların düzenlenip teşkilâtlanmaları bâbında Farmasonluğun yeri ile önemi hakkında ortada birinci elden belge niteliğindeki metinler az ve yetersizdir. Bu yüzden sözü edilen konuda hemen hep karîne yoluyla hüküm çıkarılır.[3] İşte İngiliz-Yahudî medeniyetinin üstünde yükseldiği İngiliz-Yahudî Sermâyeciliği ile İmperyalismi de bunların merkez kurulu yahut genelkurmay başkanlığı görünümünü sunan Farmasonluğun da kırılamayan gücü, bu olağanüstü gizlilik ile soğukkanlı, heyecânlardan sıyrılmış, olabilecek bütün ihtimâlleri hesaba katan mükemmel tasarlamacılığın verisidir. 'Karda yürü, iz bırakma' ilkesi uyarınca hareketlerini tanzîm eden İngiliz-Yahudî medeniyetinin 'iyi-saatte-olsunları', aklı, zekâyı son raddelerine dek kullanmanın yanı sıra, aslında yine aklın buyurduğu bir husus olan askerî sıradüzen ile intizâmı çerçevesinde işlerini yürütürler. Üstün ve sürekli başarılarının sırrı, tecrübeli usta boksör misâli, ilk yaptıkları, gerçek yahut muhtemel rakîplerinin maddî ile manevî açıklarını yakalamaktır. Bunu yakaladıktan sonra, onun zayıf tarafları üstünde fasılasızca çalışmağa koyulurlar. Tarihî tecrübesi fazlasıyla engin iki milliyet cephesine sırtlarını dayadıklarından, muazzam bir müktesebâtla mücehezdirler. Tecrübe ile fire vermez akıl yürütmeyi aşabilecek bir servet düşünülemez. Böyle bir servete mâlikseniz, karşınızdakinin imkânlarını ölçer biçersiniz; neyi, nasıl, ne vakit yürürlüğe sokabileceğini hesaplayıp tedbirlerinizi alırsınız. Peki, bütün bu çabalar ile etkinliklerin gâyesi nedir? Siyâsî ile iktisâdî cihân hâkimiyeti.

Ş. Teoman Duralı'nın, Dergah Yayınları'nca yayınlanan 'Çağdaş Küresel Medeniyet – Çağdaş Küreselleştirilen İngiliz Yahudi Medeniyeti – Anlamı, Gelişimi ve Konumu' isimli kitabından alıntılanmıştır.


[1] Asker - sivil, yaklaşık 50 000 000 insanın öldüğü sanılıyor —bkz: 'The Historical Encyclopedia of World War II", 131.-133. syflr.

[2] Bkz: Jose Luis Pardo: "El Ultimo Filosofo", 13. s.

[3] Geçmişte olup bitmiş olaylara ilişkin yargılarımızı yalnızca önümüze açık seçik biçimde seriliduran yazılı belgelere dayandırmağa kalkarsak, hemen hiçbir yere varamayız. Bundan dolayı, geçmişi zihnimizde inşâa ederken, elbette ilk elde metinleri dikkate almalıyız. Ne var ki bunlarla yetinemeyiz. Bunların yanısıra, en önemli dayanağımız onları, benzer, ama belgesi bulunmayan sorunlara dahî teşmîl ederken kullandığımız karîne usuludür. Nitekim, Millî toplumcu Almanyanın, Sovyet Rusyaya karşı giriştiği askerî harekâtın başlangıcından az sonra, 1941 yazının herhangi bir tarihinde Adolf Hitler'ın, özel SS birliklerine, işğâl edilen topraklarda yaşayan Yahudîlerin topyekûn imhâsını buyurduğunu biliyoruz. Bununla birlikte, konuya ilişkin elde hiçbir yazılı belge yoktur. Buradan hareketle, 'nihâî çâre' (Alm Endlösung; Fr solution finale) vakasını inkârmı edeceğiz" —bkz: Enrique Moradiellos: "Un Aniversario Funesto", 12. s. Geçmişe eğilirken yukarıda zikrolunana benzer pek çok vakayla karşılaşma ihtimâlini hep göz önünde tutmak zorundayız.

Prof. Dr. Ş. Teoman Duralı

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu'na aittir. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz.
Ancak alıntılanan köşe yazısı/haberin bir bölümü, alıntılanan habere aktif link verilerek kullanılabilir. Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
X
Sitelerimizde reklam ve pazarlama faaliyetlerinin yürütülmesi amaçları ile çerezler kullanılmaktadır.

Bu çerezler, kullanıcıların tarayıcı ve cihazlarını tanımlayarak çalışır.

İnternet sitemizin düzgün çalışması, kişiselleştirilmiş reklam deneyimi, internet sitemizi optimize edebilmemiz, ziyaret tercihlerinizi hatırlayabilmemiz için veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız.

Bu çerezlere izin vermeniz halinde sizlere özel kişiselleştirilmiş reklamlar sunabilir, sayfalarımızda sizlere daha iyi reklam deneyimi yaşatabiliriz. Bunu yaparken amacımızın size daha iyi reklam bir deneyimi sunmak olduğunu ve sizlere en iyi içerikleri sunabilmek adına elimizden gelen çabayı gösterdiğimizi ve bu noktada, reklamların maliyetlerimizi karşılamak noktasında tek gelir kalemimiz olduğunu sizlere hatırlatmak isteriz.