ÇAĞDAŞ KÜRESELLEŞTİRİLEN İNGİLİZ-YAHUDÎ MEDENİYETİNİN ANA İDEOLOJİSİ
- Irkcılığın Bilimdışılığı
Ondokuzuncu yüzyılın ikinci, Yirmincinin de ilk yarısına damgasını vurmuş kimi toplum araştırmacısı ile filosofu, öğretilerini, evrim biyolojisinden apartılmış asıl anlamlarından saptırılmış düşünceler ve deyimlerle süslemeği âdet edinmişlerdir. Coğrafî ile arazî engeller, bir canlı türüne mensup değişik topluluklara ait bireylerin bir araya gelmelerini, böylece de çiftleşmelerini önler. Buradan da karşımıza coğrafî yahut çevresel tecrîd olayı çıkar. Özge yörelerdeki türdeşleriyle çiftleşip çoğalma imkânını hâîz bireylerden oluşan bir topluluk, coğrafî yahut arâzî engellerden ötürü bunu beceremiyorsa, Charles Darwin e bakılırsa, ortaya çıkan, ırktır. Çağımızın klasikleşmiş sayabilecek biyoloji filosofu Ernst Mayr, biyolojik anlamıyla 'ırk'ı, "ya pek az yapısal farklılıklar göstermekle ya da bunları hiç bulundurmamakla birlikte, biyolojik özellikleri bakımından hayvanların tanzîm olundukları, birbirlerinden ayırdedilebilen sınıflar"[1] şeklinde tarîf etmiştir. Coğrafî yahut arâzî tecrîdin, zamanla husule getirdiği, genelde, kalıtımda yer etmemiş, görünürdeki, demek ki fenotipik irili ufaklı farklardan ötürü, belli bir türe ilişkin biçimce değişen topluluklara ırk denilmiştir. Ne var ki Darwin'in, ırk dediğine günümüz evrim biyologları alttür demektedirler. Canlılar âleminde sâdece at, kedi, köpek gibi, çevremizde görmeğe alışık olduğumuz kimi türlerde ırk deyiminin hâlâ kullanıldığına tanık oluyoruz. Ötekilerdeyse, alttür deyimi geçiyor artık. Irk farkları, Darwin e bakılırsa, 'öz'den olmayıp ârızîdır. Oysa genetikten doğmamış hiçbir kalıtsal biçim değişmesinin olamayacağını bugün biliyoruz. Özge bir ifâdeyle, genotip, fenotipi kaçınılmazcasına belirler.
Bilimin dediği böyleyken, yukarıda bahsi geçen araştırmacılar ile ideologlar, akrabâ aşîretlerin, kavmi; aynı soydan gelen kavimlerinse, ırkı meydana getirdikleri kanısını öne sürmüşlerdir. Görüldüğü gibi, evrim biyolojisinden neşet etmiş dünyatasavvuru üstünde bir ideoloji inşâa olunmuştur. Bu da, öncelikle olağanüstü kertede kafa karışıklıklarına ve çılgınlık raddesine varan siyâsî hareketlere yol açmıştır. Her olay, kendi gerçeklik bağlamında, duru ve saydam bir anlam taşır. Tahlîli ve sağın temellendirmeyi gerektiren felsefe-bilim düşünüşünün harikulâdeliği de buradadır. İslâm gibi, felsefe-bilim de ayık dimâğı şart koşar. Hâlbuki bir olayın, gerçeklik çerçevesinin dışına çıkarılıp keyfî bağlamda mütâlea olunması, serhoşluk nevilerinden biridir.
Tek tek olayları yahut benzer vakaları tümel hâlde bunların mütekâbili olabilecek sözlerle ifâde ederiz. Benzer olayları belirli bir araştırma alanı içerisinde inceleriz. Sözgelişi, dilleri irdeleyen genel araştırma alanı dilbilimdir. Onun araştırma doğrultularından biri de, dillerin dâhil bulundukları soyağaçlarının çıkarılması işlemidir. Aynı soydan geldikleri varsayılan diller, genişten dara doğru —yahut tersine— ilerileyen öbekler içerisinde sınıflanırlar. İşte en geniş yayılıma sâhip bazıları şunlardır: Türk: Osmanlı Türkcesi, Kırgızca, Kazakca, Çuvaşca, Yakutca...; Altay: Moğol, Tunguz, Japon, Kore; Ural: Fin, Macar vs; Sâmî: Asur, Babil, Süryan, Arap, İbran vs; Hâmî: Eski Mısır, Kuzey Afrikanın Berber, Habeşistanın Amhar, Somali...; Hint-Avrupa yahut Arî: Germen, Latin, Islav, Baltık, Kelt, İran, Hint, Ermeni, Yunan, Arnavut; Çin-Tibet; Dravit... dilleri ile dil öbekleri. Bu saydıklarımız hep, az önce bildirdiğimizi tekrarlamak bahâsına, dillerin yahut dil ailelerinin adlarıdır. Demek ki dilbilimine, dolayısıyla da kültür sahasına ilişkin deyimlerdir. Alanları karıştıran ideolojik yüklü araştırmacılar oysa, kültür âleminin malı bu deyimleri, ırka yahut kavme işâret ediyorlarmış, dolayısıyla da biyolojinin kapsamındanlarmışcasına kötüye yahut yanlış yere kullanmışlardır. Arî ırktan; Germen, Islav yahut Sâmî kavimlerinden bahsetmişlerdir. Bunlar da nihâyet, özellikle Yirminci yüzyıl başlarından itibâren ideolojik ile siyâsî şiârlar hâline sokulmuşlardır. Sâmî dillerinden İbrancayı kullandıklarından, Israillilerden nefret, sözgelişi Sâmî düşmanlığı (Fr Antisemitisme) şeklinde dile getirilmiştir. Kısacası bunlar, tarihte eşi benzeri bulunmaz ıztırâpların anahtar sözleri olmuşlardır.
Hayvanların tersine, insanlarda, genelde, ırktan bahsolunamaz. Çünkü geçmişleri boyunca, özellikle de Avrupalıların, 1450lerde başlattıkları denizaşırı keşif gezileriyle, insanlar, cinsî ilişkilerle öylesine karışmışlardır ki, geniş çaplı özgül topluluk genetiklerinden —gen havuzlarından— söz etmek yanlış vargılara sevkeder. Kavmî safkanlılığını koruyabilmiş birkaç topluluk vardıysa, bunların, ya —Güney Amerikanın en güney ucundaki Ateş ülkesi ile Tasmanya yerlileri gibi— soyları kuru/tul/muş ya da —Orta batı Afrikanın Pigmeleri yahut orta Yeni Ginenin dağlık mıntıkasında yaşayanlar gibi— kuru/tul/manın eşiğine itilmişlerdir. İnsanları, evlenme sıklığına göre, yalnızca 'topluluklar' düzleminde sınıflayabiliriz. Bireyler ve 'toplulukaşırı' (Fr transpopulation) evlenme sıklığı daha seyrek olmasından ötürü, topluluklar, birtakım kendilerine has gen havuzu, böylelikle de görünüme yansıyan az sayıda özellikler geliştirmişlerdir. Ne var ki, bu özellikler, toplulukaşırı evlenmeleri engelleyecek raddede olmamışlardır. Görüldüğü gibi, engeller, biyolojik olmayıp başta dinî, siyâsî, iktisâdî ve dilsel olmak üzre, kültürel niteliktedirler.
Genelde insan ırklarının bulunmadığını söyledik. Yine de, üç temel insan tipinin varlığından bahsedebiliriz. Bunlar, Zencîler (Fr Negroide), Moğolîler (Mongoloide) ile Beyâzlar (Caucasoide). İnsanın (GeçL Homo sapiens sapiens) atasının Afrika çıkışlı olduğunu biliyoruz. Bu bakımdan ilkaslî atamızın Zencî olması lâzım geliyor. Nitekim, bugünkü hesaplamalar uyarınca, Zencî ırkının geçmişi 120 000 yıl öncesine uzanıyor. Buna karşılık, Beyâzlar ile Moğolîler, çok daha geç bir tarihte, 55 000 yıl önce meydana gelmişlerdir.[2]
Yukarıda bahsi geçen temel üç insan tipinin, birbirlerinden ayrılmalarını derpîş eden ana etken, Kell kromosomunun dağılımı şöyledir:
İnsanın ilkaslî kromosomu: k Kpb Jsb ^ Zencî: k Kpb Jsa
1
K Kpa Jsb 1
Beyâz: K Kpb Jsb Moğolî: k Kpa Jsb 1
Iskandinavyalı: Ula Kpb Jsb
Bütün topluluklarda rastgeldiğimiz kromosom, k Kpb Jsb olduğundan, onu insan türünün ortak özelliği olarak kabul edebiliriz. Yüz elli bin yıl boyunca vukûu bulmuş ufak çaptaki mutasyonların, bu ana tiplerin Kell kan sistemlerinde değişikliklere yol açtıklarını görüyoruz.[3]
- Çağdaş Avrupaya Mahsûs İdeolojik Irkcılığın Geçmişteki İki Ana Kaynağı
Kavim soyunu muhafaza altına alma kaygısı başlıca iki temel mülâhazadan neşet etmiştir. Bunlardan birincisi, Germen boylarının 'ayna'ya baktıklarında, kendilerini şekil şemâil itibâriyle son derece beğenmeleri, güzel bulmaları ile tarihi şereflendirmiş bütün kalburüstü kişilerin kendi soylarından geldiği zehâbı, ikincisi de Yahudîlerin din telakkîsidir.
- Yahudîlik
Birincisinden daha önce ezcümle bahsetmiş olduğumuzdan, gelelim ikincisine. 'Yahudîlik', evvelemirde Allah tebliğinden neşet etmiş dindir. 'Israil', ülkenin, 'Israilli' yahut 'İbranî', milletin, 'İbranca' da, bu milletin kullandığı dilin adıdır. Gelgelelim, gariplik, din ile milletin karışıp bütünleşmesinde görülür. Yahudî dini, üç bin beş yüz yılı aşkın zamandır, Israil kavminin yahut milletinin canı ile kanı olmuştur. Her iki unsur öylesine kaynaşmıştır ki, Israil kavmi, dininin adıyla anılır olmuştur. Yahudî (İbr Yehudit yahut Yehudi) olmakçin ilkin Israilli olarak dünyaya gelmek şartı koşulur olmuştur. Israilli anne ile babadan —öncelikle de anneden— dünyaya gelmemişseniz asla Yahudî de olamazsınız. Olduğunuzu kabul etseniz bile, 'Israil Yahudîliği' sizi böyle görmez. "Israil milletiçin Yahudî, 'nevi şahsına münhasır' yaşama tarzını, imânı, umudu ve bu inanca bağlı bulunanların, insanlık medeniyetine katkılarını temsîl eden şan şeref taşıyan bir deyimdir. Hırıstıyanlarsa, bunu, çoğunlukla, aşağılayıcı bir anlamda ve Ahdicedîd bağlamında Hz İsâ'nın kendi halkından kendisine karşı çıkanlara yönelik kullanmışlardır."[4]
"Yahudî, geleneksel olarak, Yahudî anneden doğup Yahudîliği benimseyen kimsedir... Doğuştan Yahudî olan, ruhbân (İbr Kohen) unvânını ata tarafından alır... Kişi, öyle doğmamış olmakla birlikte, Yahudîliği benimsiyorsa (İbr ger), o takdîrde, 'âdil yabancı'dır (İbr ger tzedek). Erkekse, sünnet edilir. Kadın da erkek de, üç hâkimin (İbr dayyan) gözetiminde mikveh[5] usuluyla yıkanırlar. Yahudîliği benimseyenler, Hz İbrahim ile zevcesi Sara'nın manevî evlâdı olarak dünyaya yeniden gelmiş ve bütün günâhlarından arınmış sayılırlar. Başta ad —kadınlarda, çoğunlukla, Ruth yahut Sara, erkeklerdeyse, Abraham (İbrahim)— almak üzre, yeni bir kimlik edinirler..."[6]
Anlaşıldığı kadarıyla, Yahudîlik[7], Israil milliyetinin tekelindedir. Tanrı tebliği dahî bu doğrultuda kullanılmıştır. Nitekim Allah biz insanlara Araf Sûresinin 172.&173. Âyetlerinde bütün insanlarla ahit akdettiğini bildirmesine karşılık, Tevrat, yalnızca Israiloğlu Yahudîlerle misâka girildiğinden bahsediyor. İşte bundan dolayı Israilliler (İbr keneset Jisrael: Israil câmiası), kendilerini Tanrının mümtâz halkı olarak kabul ederler: "Sizler, Bana kâhinlerden teşekkül etmiş bir hükümdârlık ve mukaddes ümmet olacaksınız" — Hurûç/19(6). İşte Tevratta (İbr Torah) geçen bahis konusu hükme bakarak Israilli kendini insanlığın kılavuzu olarak ilân etmiştir. Bu vehim, onda kavimciliğe dek uzanacak bir üstünlük duygusuna yol açmıştır. Nitekim sözünü ettiğimiz kanâat uyarınca, insanlık (OrL gens humana), iki ana kümeden oluşur; bunlardan biri, Tanrının ümmeti (İbr Goi kadoş: Mukaddes ümmet), öbürüyse, müşriklerdir (İbr goyim; OrL gentilitas).[8] İnsanlığı kurtuluşa götürmek ödevini misâk yoluyla üstlenmiş seçkin ümmete yaşayacağı ülkeyi de Tanrı vaadetmiş (Ar arz el-mev'ud). Ülkenin adı Israil olup menşei yine ilahîdir: Melek, Hz Yakûba, "uhrevî ile beşerî varolanlarla mücâdele etmiş olmandan ötürü, senin adın bundan böyle Yakûp değil, Israildir (Tanrının askeri)" (Tekvin, 32/28) der. Böylece Hz Yakûb'un ahfâdının yaşadığı ülke, onun adıyla, Israil diye, anılmıştır. Soy sopuna dahî Israiloğulları denilmiştir. Bilâhare Tanrı, misâka girdiği (İbr Brit ben Ha-Betarim) Hz İbrahim'e "Mısırın ırmağından Fırata dek uzanan toprakları zürriyetine tahsîs ettim" (Tekvîn, 15/18) vaadinde bulunmuş. Bu misâkın (İbr berit) anısına Yahudî erkeği sünnet (İbr berit milah: Sünnet ahdi) olur. Sünnet olmayan Yahudî erkeğiyse, Allahla misâkı bozmuş sayılır. Misâka bir başka bağlılık kanıtı, günde iki kere Şemanın okunmasıyla gösterilir: "Ey Israil, dinle, Rabb, yalnızca Rabb, Tanrımızdır" —Rabbdan gayrı tanrı yoktur (6/4). Bu, aynı zamanda, olağan şartlarda yahut savaşta ölürken mümînin terennüm ettiği son sözlerdir.
(Ş. Teoman Duralı'nın, Dergah Yayınları'nca yayınlanan 'Çağdaş Küresel Medeniyet – Çağdaş Küreselleştirilen İngiliz Yahudi Medeniyeti – Anlamı, Gelişimi ve Konumu' isimli kitabından alıntılanmıştır.)
Ş. Teoman Duralı
[1] Bkz: Jacques Ruffie: "De la Biologie a la Culture", II. cilt, 100. s
[2] Bkz: Jacques Ruffie: A.g.e, II. cilt, 122. s.
[3] Bkz: Jacques Ruffie: A.g.e, I. cilt, 162.&163. syflr.
[4] "The Encyclopedia of Jewish Life and Thought", 220. s.
[5] İbâdetten önce, alınması zorunlu bir çeşit boy âbdesti —"The Encyclopedia of Jewish Life..." 306. s.
[6] Alan Unterman. "Dictionary of Jewish Lore and Legend", 104.&160&161. syflr.
[7] Yahudîlik, tek Tanrıya imânı zorunlu kılan açık seçik tektanrılı vahiy dinlerinden ilkidir. Allah, insanlara kılavuz kıldığı kurallar (İbr Halakhah: 'Gidilecek, izlenecek yol' manâsındadır) manzûmesini M.Ö. Onüçüncü yüzyılda Hz Mûsâ'ya Tûrusinâda aracısız vahyetmiştir. Ona, bundan dolayı, Kelâ- mullah da denir. Bahsi geçen kurallar manzûmesinin adı Tevrattır ('öğreti' demektir). Kuralların kimisi şartsız buyruk (İbr [tekil] mitzvah, [çoğul] mitzvot) biçiminde olup Tevratta bildirilenlerin sayısı 613dür. 248i olumluluk —yânî 'yapılacak!' — , 365iyse, olumsuzluk —yânî 'yapılmayacak!'— vasfını taşır. Buyrukların bağlayıcılığı kızlarda on iki, oğlan çocuklarındaysa on üç yaşında başlar.
İslâm medeniyet dairesinde yaşayıp faaliyet göstermiş Yahudî filosofu Moses ben Maimon'a (İbn Mey- mûn, 1135 - 1204) göre, Tevratın, tek bir kelimesiyle oynanmamıştır, oynanamaz da.
Tevrata dayalı kanunnâmenin yanında, Yahudîlerin çağlar boyunca yaşayışını belirlemiş ve Israil Peygâm- berleri ile Ruhbân tarafından oluşturulmuş biryığın sözlü kurallar dahî tanzîm olunmuştur. Bunlar, bilâhare yazıya aktarılmışlardır —bütün teknik bilgiler ve ayrıntılarçin bkz: "The Encyclopedia of Jewish Life...".
[8] Mukaddes yahut meşrûu ümmet - müşrîk ayırımı, dince, tabîî ki, doğrudur. Zirâ o günlerde Allaha imân etmiş tek ümmet Yahudîlerdi. Yanlış olan, dini milliyete yahut kavmiyete tahvîldir.
Yahudîlikte insanlığın bu ikiye ayırılmışlığı sorununun, bir de, Kur'ândaki vechesine bakalım: Baka- ra/2(62). Burada yine aynı meâlin dile getirildiği Mâideyi zikrediyoruz. "İmân edenler, Yahudîler, Sabîler, Hırıstıyanlar; kimler, Allah ile Âhiret gününe imân edip salih işler görmüşlerse, onlara korku ile üzüntü yoktur" 5/69.
"Biz, Israiloğullarıyla bu imân üzre misâk akdedip onlara resûl gönderdik. Ne zaman bir Elçi, canlarını sıkacak taleplerde bulunmuşsa, Resûllerden kimisini yalancılıkla suçlamış, hattâ kimlerini katletmişlerdir" 5/70.