Arama

Prof. Dr. Teoman Duralı
Mart 24, 2018
Maddecilik - Mekanisism -III-

ÇAĞDAŞ KÜRESELLEŞTİRİLEN İNGİLİZ-YAHUDÎ MEDENİYETİNİN TEMEL DÜNYA TASAVVURU

-III-

Ortaçağ Hıristiyan-Katolik âlemde Ruhbân, iktidarı arzulamakla, ona oynamakla birlikte, bunu temîn etme aşamasında hep, Ruhbân-olmayanların rekâbetiyle karşılaştığından bahsettik. Mücâdele, Fransa'dan başlayarak, özellikle On ikinci yüzyıldan itibâren şiddetlenmiş, 1600'lerin ortalarında yeğinliğin tepe noktasına varmıştır. Meşrûuluklarının kaynağını Tanrıda bulduklarına, dolayısıyla da mukaddes, yânî Tanrıdan el almış olduklarına inanılan Ruhbân, din kadar dünya meselelerinden dahî kendilerini sorumlu saymışlardır. Tekmil dünyevî meselelere çârelerin, din kurumunda, başka bir deyişle, Papa ile papalıkta bulunabileceği iddiası, Katolikliği git gide dünya işleriyle ilişkilendirmek sûretiyle ideolojileştirmiştir. Friedrich Nietzsche, "Tanrı, öldü" derken, kasdettiği, ideolojileştirilmiş Hırıstıyanlığın baş ilkesidir. Haddizâtında, Ruhbân - Ruhbân-olmayan ikiliğini özünde taşımayan Müslümanlık dışında, Yahudîlik, Hinduluk, Büyük ile Küçük çark Burkancılığı (Fr Bouddhisme), Mecusîlik, Taoculuk, Şintoluk gibi, hemen hemen bütün inanç düzenleri, Hıristıyanlığın kaderini az çok paylaşmışlardır.

Ortaçağ Avrupası'nda dinin, ideolojileştirilmesine karşılık, Yeniçağ'da da, İhtilâlikebîr verisi Laikcilik-Positivcilik, Markscı Ortakmülkcülük, Faşistlik ile Millî toplumculuk —ve ona bağlı olarak Askercilik (Fr Militarisme)— gibi, insan ürünü ideolojiler, dinleştirilmişlerdir. İdeolojiler de nihâyet, Karl Marx'tan apardığımız bir deyimle, "kitleleri afyonlamışlardır." Yirminci yüzyılın, meselâ, Nazi Almanyası, Sovyet Rusyası, Mao Çini, laik devlet değildiler. Buna karşılık, İslâmın Klasik çağında boy vermiş devletler, seküler —dindışı— olmamakla birlikte, laik —yânî ruhânî değil— idiler.

Terim olarak tekrar laikliğe bakarsak, bunun, tarihte birden fazla anlama gelmiş olduğunu görürüz. Zaman içinde farklı kültür bağlamlarında değişik anlamlar taşımış, bayağı sorunlu, yüklü bir sözdür. Yukarıda bildirdiğimiz, Ortaçağ Hırıstıyan-Katolik dinî-felsefî dağarında genel geçer kabul görmüş olan anlamdır. Ancak, İslâm medeniyetinde tanık olunanın tersine, Ortaçağ boyunca bile, özellikle Kuzey ile Batı Avrupa'da, kabîle ile aşîret devirlerinden dönüşerek sürüp gelmiş milliyet duyuşu, Hırıstıyanlığın bağrında hepten eriyip yitmemiş, şu yahut bu vesîleyle başgöstere durmuştur. Bu cümleden olmak üzre, laiklik de, kültür ortamları ile bağlamlarına göre farklı algılanıp tarîf olunmuştur. İtalyanlar, meselâ, dinin, özellikle de Katolikliğin dışında yahut karşısında yer alan kültür ile ideoloji yanlılarına laik demişlerdir. Buna karşılık, İspanyollar için inananlar, Ruhbân (Onuncu yüzyıldan beri: Clericus, Clericatus) ile Ruhbân-olmayanlar (1155ten beri: Laicus) olmak üzre iki cenâha ayrılmışlardır. Görüldüğü gibi, bu iki cenâh, ayırımsızca Katolik kabul olunmuştur. Yalnız, Kitabımukaddesi okumak, okutmak, yayımlamak, şerh ve tefsîr etmek, Ruhbânın tekeline bırakılmıştır. Ruhbân-olmayanlaraysa, Kitabımukaddesin, kilise tarafından yapılmış tefsîrini dinleyip öğrenmek düşmüştür. Okuma ile öğrenmenin de ötesinde, Ruhbân-olmayan, Kitabımukaddesi yanında yahut üstünde bulundurmaktan dahî yasaklı kılınmıştır. Yasağı çiğneyeninse, soluğu, İnkisisyon mahkemesinde alması, işden bile değildi. Zirâ Tanrının Sesi Sözü, Kitaplardan (Y Biblia=Kitaplar) ziyâde, Hz İsâ'nın Şahsında Kilisedeydi." Hz İsâ'nın eti ile kanından kilisenin tecelli ettiğine inanılıyordu da ondan. Şükürler olsun, bu saçma fundamentalist dogma, II. Vatikan Kurulunda (OrL Concilium) yürürlükten kaldırılmıştır. Geniş çapta genelgeçerlilik kazanmamış dahî olsa, imânın esâsı, yine de, Müslümanların, Kur'ânla olan ilişkilerine benzer biçimde, mütereddit tarzda, Kitabımukaddese tevdîi olunmuştur. Mütereddit tarzda diyoruz, çünkü, Kitapların (Biblia) zaman ile zemîne göre değişen müellifleri bulunduğundan, II. Vatikan Kurulu bile, Tanrının o ânki Nihâî Kelâmını (L Dei Verbum) yahut en azından onun tevîlini Kiliseye bırakmak zorunluluğunu duymuştur..."[1] Böylece Kitapların — Kitabımukaddesin—, salt Tanrı Kelâmı olmayıp zaman ile zemîn icâbı belirli kişilere[2] ait tefsîrlerin dahî, onlara dâhil edilmiş oldukları görülüyor. İmdi, Jose Mario Gonzales Ruiz'e kalırsa, bütün bu hususlar, Kitabımukaddesin salt Tanrı çıkışlı olma vasfını ortadan kaldırıp onu dünyevî — laik— kılmaktadırlar. Burada öyleyse, Laiklik, Ruhbân-olmamanın yanında, dünyevîlik anlamını da kazanıyor.[3] Daha özgül bir ifâdeyle, Ortaçağ Katolik âlemde taşımış olduğu theologique-theocratique manâsı, 1850lerden itibâren profane ile seculaire anlamlarına, kayıp sonunda onlara karışmıştır. Nitekim çağdaş İngilizcede, kelime olarak bile, laic yahut laity kullanımdan kalkmıştır. Onun yerini secular almıştır. Nihâyet Martin Luther'in boşandırdığı Islâhât fırtınasıyla, İngilizliğin de parçası olduğu Kuzey Avrupa Germen dünyasında, Ruhbân - Ruhbân-olmayan ayırımı ve Tanrı Kelâmının, Kiliseye içkin bulunduğu dogması, geçerliliklerini yitirmişlerdir.

İhtilâlikebîr ve sonrası Fransasındaysa, Laiklik, özelde Ruhbâna, geneldeyse Katolikliğe karşı açılmış savaşa bayrak kılınıp dinden arındırılmış kökten cumhuriyetciliğin şiârı olmuştur.[4] Nihâyet, Fransız İhtilâlikebîr ideolojisinden idhâl ettiği Laikliği, Cumhuriyet Türkiyesi, İngiliz-Yahudîliğin etkisi ve zoruyla, Çağdaşcılık (Fr Modernisme) anlayışıyla birlikte, Türklüğün İslâmsızlaştırılması harekâtına alem kılmıştır.

2. ESÂS: BENLİK-BENCİLLİK

İnsanlaşamamış beşer, tek parçadır, yekpâredir; beden ile nefs bütünlüğünü hâîzdir. Bu çeşit yekpâre beşer, nefsî benlikten[5] ibârettir. Nefsî benlikten ibâret olan beşer, yalınkat canlı varolandır. Nefsî benlikli beşer, çıplak varoluşunu sürdürmenin dışında bir kaygı duymaz, amaç gütmez. Böyle biri, gayrımeşrûu zemînlerde yürüyor demektir. Gayrımeşrûu beşer yaşamalarının oluşturduğu topluluk, bâtıldır. Gayrımeşrûu beşerin içliliği karışıktır. Allahla irtibâtını sağlayan vicdânın anlamı karışmış, bulanmıştır. Vahiyle bildirilenleri kendine açıklamaktan, ve Hak ile bâtıl arasındaki ayırım çizgisini çekmekten kaçınan, 'şaşmaz iç sesi' —vicdân— işitemez hâle gelir. Bu şaşmaz iç sesin, Allahtan geldiğine ilişkin irfân (Y Gnosis), yerini, aslında olup bitenin, bir iç hasbıhâlden[6] başka bir şey olmadığı sanısına bırakmıştır. Buna da, basîretin bağlanması, diyoruz.

'Beşer'in esâsı 'bedenlilik' —evolutivo-genetiko-fizyolojik yapı— iken, 'insan'ınkisi 'ahlâklılık'tır (Fr moralite). Ahlâk - beden bütünlüğünü hâîz insan-beşer —'kâmil insan' — , bedenliliğini ayakta tutmak üzre, maddî dünyada mücâdele verir —maddîyât—; bu mücâdeleyi manevî âlemin —manevîyât— doğrudan uzantısı olan fikrî-zihnî cephesinden —zihnîyet-fikriyât— yürütür. Demekki kâmil insanın varlığını belirleyen, ucu dine dayanan maneviyâttır. Böyle bütünlük (Fr integrite) gösterene, 'Rahmânî insan'[7] denir. 'Rahmânî insan', doğaötesi varoluş döneminde bulunduğu hür tercihle içmiş olduğu Enilk andını —bkz: A'râf 7(172)— hatırlayan ve dünya hayatında ahde vefâ —bkz: A'râf (173 &174)— kaygısıyla yaşayandır. Enilk andını süreklice hatırlayan, Allah tarafından içkince her ân denetlendiğini bilendir. Özbilincinde (Alm SelbstbewuBtsein) olan bu kişi, özerk (OsmT muhtar) ve hürdür; dolayısıyla da ahlâk âleminden maddî- bedenî dünyaya yönelir. Başka bir anlatışla, değerleri esâsta maddî-bedenî dünyanın süreçliliğine tâbî değildir. Ahlâkın iki temel dayanağından biri, ahde vefâ, yânî Allah korkusu;[8] öbürüyse, Onun rahmetinden ümidin kesilmemesidir.[9]

Görüldüğü gibi, 'vicdân', 'içlilik', 'ödev', 'adâlet', 'ölçülülük', 'ahit', 'vefâ', 'özbilinç', 'bilinçli' —yânî hesabını verebildiğimiz— 'tercih', 'hürlük', 'ahlâk'ın temel terimleridir. Böylelikle de din menşeli manâları (Fr&İng connotation) vardır. Ahlâkın değişmez ölçüsü, başka bir sözle, kıstası, Allah tebliği olduğuna göre, bunun reddi yahut inkârı bizi ahlâkın dışına (Fr amoralite) sürer. Nitekim 'ilahî kıstas'ın zıttı, Eflâtundun "Theaitetos"undan (152a) tanıdığımız Protagoras'ın (485 - 411) "her şeyin ölçüsü insandır"[10] önermesidir. Tanrıcılığa karşı İnsancılığın gidip dayandığı temel bildiri, demekki iki bin dört yüz yıl önce Protagoras tarafından belirlenmiştir.

Duyu verisi algılardan oluşan kanâatların vucut verdiği malûmatla iş gören kişiçin geçerakca biricik ölçü, gelip geçici kanılardır. Başka kanılar, kendininkilere yaklaştığı oranda bunları dikkate almağa yanaşır, uzaklaştıkları ölçüde onlara hasım kesilir. Ancak, dostluk kadar hasımlık dahî sürelidir. Durumlara, çıkar şebekelerine göre süreklice yer değiştirirler.

Bu nevi tek parça, yekpâre kimse, yânî nefsî benlikten ibâret olana kısaca ben diyebiliriz. 'Ben'ini 'nefsî benliği'nin sığlığında bulup 'vicdân'ının rahatsız edici sesine kulağını tıkayan, hayatını 'vicdân muhasebesi' yerine 'çıkar hesapları' üstüne inşâa eden, 'bencil'dir.

'Ben'in, 'benmerkezcilik' çerçevesinde idrâk edildiği Hür Sermâyeciliğin dünya çapındaki bildirişme aracı olan İngilizcede büyük harfle, yânî "I" şeklinde yazılması, bunca söylediklerimizin tek sözle hülâsasıdır. Almancanın "Du"su yahut "Sie"sinde gördüğümüz gibi, kadîm sayılabilecek dillerde 'sen'e yahut 'siz'e öncelik tanınırken, çağımızın insanlığa şâmil seçeneksiz bildirişme aracı İngilizcede "I", hep büyüktür, baştadır; "you" ise, küçüktür ve "I"dan sonra gelir!

Ş. Teoman Duralı'nın, Dergah Yayınları'nca yayınlanan 'Çağdaş Küresel Medeniyet – Çağdaş Küreselleştirilen İngiliz Yahudi Medeniyeti – Anlamı, Gelişimi ve Konumu' isimli kitabından alıntılanmıştır.


[1] Jose Maria Gonzalez Ruiz: "La Biblia es Laica", 14. s —kalın-koyu ile eğri yazışlar, tarafımızdandır.

[2] —Ahdiatikte Yahudî; Ahdicedîddeyse, Yunanlı, Romalı, Bizanslı ve sâir dinadamına—

[3] Bkz: Aynı makalenin devâmına.

[4] Louis Pasteur (1822-1895): "... Dinden bağımsızlık..." (1882)

bkz: Jean Dubois&..: "Dictionnaire Etymologique et Historique du Français", clerc: 159.& La—que: 419. syflr.

[5] Fr ego psychique.

[6] Fr causette interieure.

[7] OrL vir Dei; Fr homme de Dieux.

[8] Bkz: Bakara/ 2(74, 150, 194, 196, 203, 212, 231, 233&278); Al-i İmrân/ 3(28, 30, 102&200); Nisâ/ 4(1&131);

ayrıca bkz: Kitabımukaddes: "Allah korkusu, Hikmetin başıdır" —Pr 1, 6; 15, 5-32.

[9] Bkz: Yusuf/ 12(87); Hicr/ 15(55&56); Zümer/ 39(53).

[10] Y "pantön khrematön metron estin anthröpos".

Teoman Duralı

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
2024 Fikriyat. Tüm hakları saklıdır.
BİZE ULAŞIN