Evrim ile tarih sorunları
- Her canlı birey, biçim ile yapıca kendine has olmakla birlikte, bunların ana hatlarını kendisinden ortaya çıktığı ebeveyninden kalıtım yoluyla alır. Şu hâlde birey, yapısı ile biçiminin genel özelliklerini, başta ebeveyni ve kardeşleriyle olmak üzre, başka birtakım bireylerle paylaşır. Ortak kalıtım (Fr heredite) zemîni üstünde biçim (morphologie) ile işleyiş (physiologie) benzerliklerini hâvî bireylerin, cinsiyetsiz (Fr asexuel) yahut cinsiyetli (sexuel), çiftleşmeksizin yahut çiftleşmeyle (Fr&İng copulation) üreyerek (reproduction) meydana getirdikleri geniş doğal topluluğa biyolojide tür denir. Böyle olan her topluluğun bir ilkörneği (Fr&İng prototype) vardır. İşte bu 'ilkörneğ'in nasıl ortaya çıktığını ve her bireyin hangi kısa ve uzun vadeli şartlar altında bahse konu ilkörnekten pay almış olduğu veya olabileceğini inceleyip hesaplayan dirimbilim/biyoloji dalının adı da evrimdir. Uzun vadeli —soyoluş (Fr phylogenese)— ile kısa vadeli —bireyoluş (ontogenese)— evrim arkaplanı araştırılmadıkca eldeki birey, dirimbilimsel bağlamda, tam anlamıyla anlaşılamaz. Bakterileri, virüsleri, tekhücrelileri, mantarları, köphücreli bitkiler ile hayvanları kapsayan canlılar[1] için söz konusu olan bu husus, aynen olmasa dahî, insanda da geçerlidir. Canlılarda doğal minvâlde cereyân eden bu vakıa, insanda irâdeye dayalı olarak ortaya çıkar.
- İrâde, insanda ferdî ve maşerî (Fr collectif) şekillerde belirir. Ferdî irâde, ancak, toplum-kültür dediğimiz maşerî yapılanmanı[2] bağrında şekillenir. Öyleyse her birimiz, birey olarak, dil ile din başta olmak üzre, genel ve daha ziyâde zahirî özelliklerimizi toplumumuz ile kültürümüzden alırız. Bahsi geçen zahirî özellikleri sindirerek içleştiririz. Buradan da kendimize, 'ben'imize mahsus derûnî özellikler vucuda gelir. Kendimize has bireysel özelliklerle de kişiliğimiz oluşur. Genel ve zahirî özelliklerse, toplumun kimliğini meydana getirir. Şu hâlde, her birimizin kişiliği, ötekilerinkinden farklı olmakla birlikte, mensûbu olduğumuz toplumun kimliğine ilişkin bellibaşlı unsurları yansıtır. Nasıl ki, ilkin beşer olarak doğmadıkca insan olamazsak, buna koşut olarak, belli bir toplum kimliğine kendimizi geri götürmedikce kişiliğimizi de inşâa edemeyiz. Bireysel kişiliğimizle ne denli eşi bulunmaz bir seviyeye erişirsek, mensubu olduğumuz toplumun kimliğine de o ölçüde katkıda bulunuruz.
Bir toplumun kimliğiyse, onun âdet ile âdâbında, sanatında, zanaatında, itikâdında, dilinde, mücâdele gücünde, beslenme tutumunda, adâlet ile mülkiyet anlayışlarında, eğitiminde, giyim kuşam tarzı ile zevkinde, yürüyüşünde, oturuşunda, üretim ile tüketim tavır ile alışkanlıklarında kendini gösterir.
- Bir yahut birkaç merkez inanc etrâfında yahut altında tutarlıca derleştiğini tasavvur edebileceğimiz bir belirli itikâtlar bütünlüğü, belli bir 'kültür'ü oluşturur. Bahse konu merkez inançların dayandığı en temel olandan yahut belirli az sayıdakilerden türemiş başka bir inançlar kümesi, akrabâsı olan/lar/la birlikte oluşturduğu daha üst ve kapsayıcı kültür topluluğu seviyesine 'medeniyet' adını veriyoruz.
İşte, insan olarak hayatımızı biçimlendiren —aile, oba, oymak, boydan toplum sınıfına, meslek öbeğine yahut millete dek uzanan— kültür katları, değer kümeleri demek olan inanc ilmikleriyle örülür. Bahis konusu inançların içine doğuyoruz. Başka bir söyleyişle, dirimsel yapımız ile fizik çevremiz gibi, toplum-kültür ortamını da hazır buluyoruz. Bir şeyi hazır bulmak, onun, 'ben' olmadan önce varolduğunu gösterir. Yaşanan ândan önce varolmuş her şey geçmiştedir. Toplum-kültür varlığını ifâde eden gelenek-görenek-âdet çeşidinden geçmiş değerler öbekleri 'geçmiş'ten 'şimdi'ye akıp varırlar. İnançlaşmış bazı değerlerden kalkarak bedence ve ruhca kendi 'ben'imi ve kültür-toplum ortamım ile fizik çevremi 'değerlendiririm'.
- Dirimsel faaliyetleri[3] kesintiye uğratmaksızın canlının irdelenmesinde ulaşabileceğimiz en alt, en temel varlık seviyesi bireyliliktir. Hücreden başlayarak beşere dek her canlı bireyi kendine vucut veren altbireylerin bütünlüğüdür (Fr integration). Meselâ, hücrenin çekirdeği, mitokondrisi, golgi cihâzı gibi yapılar, onda yer alan altbireylerdir. Filvakî kendini oluşturan altbireylerden hareketle belirli bir hücrenin bütününü daha seçikce anlayıp açıklayabiliriz. Ancak, incelediğimiz hücreyi altbireylerine, başka bir deyişle, uzuvcuklarına/ organcıklarına ayrıştırdığımızda, onun canlı bütünlüğünü yitiririz. Böyle bir durumda o, artık ölüdür. Demekki bilim işlemlerinde yaşayan varolanı altbireylerine ayrıştırdığımızda, canlı bütünlüğünü bozup ortadan kaldırıyoruz. Bu durum, yine bir dirimli varolan olarak beşerçin de geçerlidir. O da öyleyse 'birey'dir. Her canlı birey, evrim basamaklanmasındaki (İ scala) yapıca ve işleyişce (Fr mechanisme) karmaşıklık derecesi uyarınca, bireyliliğinin farkına değişik raddelerde varır. Bir ağaç, ışığın kuvvetine, marûz kaldığı basınca göre gelişip serpilir yahut tersine kurur. Bu, bireyliliğin farkına varmanın bir derecesidir. Balık, ondan daha seçikce farkındadır. Çünkü, dış etkenler, onun bünyesinde haz yahud acı duyumlarının ortaya çıkmasına yol açar. Bu durum, artık kartalda, kargada, kurtta, köpekte, kedide, devede, atta yahut maymunda iyice belirginleşir. Ne var ki, hiçbiri duyu boşandırıcı etkene marûz kalmadıkca, durduk yerde, acıyı yahut hazzı duyumlayıp bunlar üstünde düşünemez. Zirâ kavramlaştırma istidadına mâlik değildir.
- Bahis konusu kuvveyi hâîz beşer, bunu dünyaya geldiği toplumda fiile dönüştürdüğünde insan olur.
İnsanın bireyliliğiyse, başka hiçbir canlıda rastgelmediğimiz, 'ben' biçiminde tezâhür eder. Şu hâlde, 'ben' artık bir dirim birimi[4] olmayıp anlamagücünün verisidir. Böylelikle maddî değil, manevî esâslıdır. Bedenini, bünyesini duyumlayan beşerden kendini anlayarak başkalarından ayırdedebilen insana geçiyoruz. İlkin duyumlayarak/hissederek, bilâhare anlayarak kendini başkalarından ayırtedebilen insanın temel varlık birimi 'ben'idir. Zamanla oluşan duyma, anlama ile başkalarından ayırtetme kâbiliyeti ile birikimi, o belirli 'ben'in tarihidir.
- Öyleyse 'ben', tarih verisi bir varolandır. Tarihi kesintiye uğrar, tarihliliğini unutursa, o insanın 'benliğ'i sarsılır, giderek çöker.
Beşeri meydâna getiren, bütün canlılarda olduğu üzre, evrim-genetik verisi, kalıtımdır. O da, şu durumda, uzak geçmişten —soyoluş (Y filogenesis)— yakına, oradan da şimdiye —bireyoluş (Y ontogenesis)— akıp giden sürec ile onun berâberinde getirdiği birikimdir. Görüldüğü gibi, evrimsel-genetik süreçler, tarihî olanları andırır. Şu var ki, insanın olmadığı yerde 'tarih'ten de bahsolunamaz. Zirâ, bulunulan ândan önce uzak ile yakın zaman dilimlerinde olup bitmiş süreçlerin incelendiği alan 'evrim-genetik'tir. Bahse konu evrimsel-genetik süreçler, yer aldıkları yahut taşıdıkları canlıların bireysel katkıları olmaksızın olagelirler. Bir tek —artık beşer değil— insan, öz katkılarıyla, müdâhaleleriyle kendi insanoluşunu inşâa eder. Menşece zihnî olan bu insan-olma isteğine irâde diyoruz. Şu durumda beşerin evrimsel-genetik kalıtımı gayrıirâdî olmasına karşılık, insanın kendini inşâa etmesinin sâiki irâdîdir. Kendini kendi isteği, yânî irâdesi doğrultusunda inşâa eden insan bilinç sâhibidir. Bilinçlenen insansa, kişileşir.
İrâde sâhibi olmak, özden hür olmağı şart koşar. Bilkuvve hür olan insanın, hürlüğünü fiile geçirmesi, fiilinde tezâhür ettirmesi, irâdedir. Bu kendini ilkin düşünme ediminde, bilâhare eylemde gösterir. Eylem de zâten, insana mahsus hareketlerin, onun düşünmelerinin semeresi olan düşünceler tarafından biçimlenip yönlendirilirler.
Düşünceler, en basit olanları dahî, ömrün ilerileyen evrelerinde belirirler. Öncelikle tasavvur, zamanla da kavram birikimine kaçınılmazcasına ihtiyâç gösterirler de ondan. Yaşadıklarımızdan bizde kalan izler, temelde, duyu verilerinden neşet etmiş duyumlar ile bunlardan esinlenen duygulardır. Dışımızdaki şeylere veya olaylara ilişkin doğrudan yahut dolaylı olarak zihnimizdeki 'resim'lerin kabahatlarını, duyu verilerinden neşet eden izlenimler ile bunların daha bir seçikleşerek genelleşmesi demek olan duyumlar oluşturur.
- Şeyler ile olayların zihnimize yansıyan 'sözümona resim'lerine de nitekim, tasavvur diyoruz. Bunların zamandaki düzenli ve birbirleriyle bağlantılı birikimiyse hâfızadır.
Olup bitmiş olanların belli bir süre sonra zihinde canlandırılması, 'hatırlama'dır. İşte, üstüne düşünerek katlandığımız —teemmül— tasavvurlar, 'resim'li olma özelliklerini yitirerek git gide, kavram dahî diyebileceğimiz, akılzihin, demekki dimâğ birimlerinden düşüncelere dönüşürler.
Hatırlayarak düşünmelerimiz, hep geçmişte başımızdan geçenler üstünedir. Olup bitenlerin bizdeki 'iz'leri üstüne düşünerek —hatırlamalar, hatıralar— kendi 'ben'imiz ile çevremiz hakkında düşünceler geliştiririz. Kendi 'ben'imizi aydınlatan, kendimize açan düşünceler, bilincimizi oluştururken; çevremize ilişkin olanlar, bilgilerimizi meydana getirirler.
Önünde sonunda, duyma-düşünme-hatırlama işleyişlerimiz ile işlemlerimizin tümü, inanç varlığımızın zeminini teşkil ederler. Söz konusu varlığımız, geçmişte temellenip henüz yaşanmamış zaman dilimi demek olan geleceğe hamle yapar. İmdi, geçmişteki yaşadıklarıyla yoğrulup pişen kişilikli insan bireyi, yaşanacakların nasıl olabileceklerini hep tasarlamakla meşğûldür. İşte, hâfızasından sudûr eden onun bu bâriz vasfına tarihî varlık sahası diyoruz. İnsan, hem birey hem de topluma mensûb olarak tarihî varlıktır.[5]
- Nihâyet, bir toplumda geçerakca göreneklerin, âdet ile âdâbın nereden, nasıl ortaya çıkmış olup ne çeşit bir gelişme çizgisini izlemiş bulunduğunu gösteren araştırma sahası, 'tarih'tir. Şu durumda, canlıların incelenmesinde evrim nice kaçınılmaz görünüyorsa, bireyin içinde gelişip serpildiği toplumu anlamak için tarih de o derece elzem gözüküyor.
- Toplum denildiğinde, bundan ne anlaşılmalı? Bir kere, toplum, yekpâre bir 'binâ' değildir. Gerek kimi hayvan türlerinde gerekse insanda rastgelinen soybirliğine dayalı türdeş öbekleşmelere dirimbilim ile insanaraştırmalarında topluluk (Fr&İng population) denilmiştir. Esâsında topluluk sınıfından olan aile toplumlaşmanın da başlangıç evresidir. Dirim temelinden hareket etmekle birlikte toplum, kültür-ülkü birlikteliğinin timsâlidir.
Aile, akrabâitaallukât, bilâhare kabîle ile aşîret yahut köy, mahalle, ahbâb arkadaş öbekleri, daha sonra okul, şehir, bölge, meslek toplulukları, dinî kümelenmeler, tarîkatlar, cemaatlar, câmialar, toplumsal/ictimaî-iktisâdî sınıflar hep toplum türleridir. En üst karmaşıklık raddesindeki toplum yapısıysa, devlettir. O, çok katlı, katmanlı, sınıflı, yönlü, ziyâdesiyle çeşitli soydan ve hattâ ırktan müteşekkil olağanüstü karmaşık bir siyâsî-iktisâdî teşkilâttır. Devlet şemsiyesi altında yaşayan toplumaysa, 'millet' diyoruz.
- İşte, toplum kimliğinden bahis açtığımızda, az önce sıralanan katmanların dikkate alınmaları zorunludur.
Devlet-millet düzleminde ortaya çıkanı üstkimlik; ötekileriyse, altkimlik şeklinde nitelendiriyoruz. Toplumsal üstkimlik, öbürlerinin aritmetik toplamı değildir. Altkimlikler, bu üstkimliği etkilemekle birlikte, doğrudan doğruya belirlemezler. Üstkimliği, altkimlikler kadar, tarihî arkaplan dahî etkiler. Tarihî arkaplan unutulur yahut unutturulursa, üstkimlik zayıflar ve git gide kaybolur. Üstkimlik, bir kere zayıflamağa görsün, altkimliklerin yaşama gücü gözle görülür derecelerde azalır. Zirâ beşer, nasıl ki, insana dönüşerek yaşayakalabilirse, benzer bir sürec izleyen altkimlikler de, ancak üstkimlik çerçevesinde gelişip serpilirler.
(Ş. Teoman Duralı'nın, Dergah Yayınları'nca yayınlanan 'Sorun Nedir' isimli kitabından alıntılanmıştır.)
Ancak alıntılanan köşe yazısı/haberin bir bölümü, alıntılanan habere aktif link verilerek kullanılabilir. Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
- Ölümlü olma sorunu (07.10.2018)
- Canlılık sorunu (01.10.2018)
- Osmanlı Türkçesi, bir yüksek medeniyet dilidir (23.09.2018)
- Hayat, ödev ifâ etme işidir (15.09.2018)
- Dünyevî din: Felsefeden türe/til/miş ideolojiler… (10.09.2018)
- Gelecek, ‘Anne’nin kucağı ile elinde biçimlenecektir (27.08.2018)
- İslâm, bir başkaldırma hareketidir (15.08.2018)
- Ümit; İslâm medeniyeti… (04.08.2018)