Arama

Prof. Dr. Teoman Duralı
Ekim 7, 2018
Ölümlü olma sorunu

1. BİTMEYEN ÇEKİŞME: CANLI-OLMAYAN İLE CANLI ARASINDAKİ BAĞINTI SORUNU

Yeryüzünün bundan dört milyar altı yüz milyon yıl önce oluşmasından bir küsur milyar yıl sonra çekirdeksiz tekhücreli (Y prokaryot) şeklinde ilk canlıların arzıendâm ettikleri ileri sürülmüştür. Bunlar oksijensiz havaküre (Fr atmosphere) ortamında gereksindikleri takatı/enerjiyi temîn etmek maksadıyla solunmuşlardır. Oksijenin, havakürede gaz olarak iki milyar beş yüz milyon yıl önce belirmesiyle, azot solunumuyla yaşayan canlıların önemli bir bölümü ortadan kalkmıştır. Yine de azotla solunanlardan kimi öbekler, yeryüzünün o ortamının sürdüğü pek kısıtlı yörelere çekilmişlerdir. Kalıtım düzeninde değişimlerin (Fr&İng mutation) yer aldığı birtakım bireylerin oluşturdukları çeşitler ve bunlardan türemiş türlerse, oksijenli solunum ortamına ayak uydurarak yeni bir yaşama örneğini sergilemişlerdir. Çekirdeksiz tekhücrelilerin genetik işleyişi, ribonükleik asit (RNA) üzerinden yürümüştür. Bunların konak organismalardan yoksun nasıl çoğaldıkları ve asıl genetik malzeme olan desoksiribonükleik aside (DNA) geçişin hangi yollardan vukûu bulduğu şimdilik açıklanamayan hususlardandır.

Bahsi geçen varsayılı (hypothetique) çekirdeksiz tekhücrelilerden bilindik hücrelilerin türemiş oldukları düşünülüyor. Bu en eski hücreler, 1977'de tesbit olunmuş kadîm (Y arkea), bakteri ile çekirdekli tekhücrelilerdir (Y eukaryot). Kaliforniya Üniversitesi Biyokimya bölümünden James A. Lake ile Maria Rivera, 1970'lerde ilkel fotosentez bakterisi ile kadîmin birleşmesinden çekirdekli tekhücrelilerin oluşmuş olduklarını belirlemişlerdir. Bütün bitki ile hayvan türleri de 'çekirdekli tekhücreliler'den neşet etmiş oldukları hesaplanıyor.[i] Bahsi geçen bu iddianın açılımı da şöyledir:

Çekirdekli tekhücrelilerin kimileri bir araya gelerek öbekler oluşturmuşlardır. Tekhücreliler, kendi başlarına varlıklarını pekâlâ sürdürebilmelerine rağmen, bunlardan kimileri niye öbekleşmişlerdir? Yeni baş gösteren durumun sağlamış olduğu birtakım öncelikler ile yararlar olmuştur. Evvelerde 'işbölümü' ile 'işbirliği' olayları ortaya çıkmışlardır. Bununla, ortamın olumsuzluklarına karşı, türün, ayakta kalma talîhini artırmış olduğu düşünülebilinir. Böylece canlı, en erken devirlerden beri, toplu yaşamağı tek başına kalmağa 'tercîh' etmiştir. Çekirdekli tekhücreli öbekleşmelerden köphücreli[ii] oluşumlar türemiştir. Köphücreli oluşumlar, müteâkib örgütlenişlere zemîn hazırlamışlardır. Sözünü ettiğimiz örgütleniş, iki farklı yönde yol alır olmuştur: Bitkiler ile hayvanlar.

Örgütleniş, bitki ile hayvan biçimlerinde karmaşıklaşırken, diğer tarafta virüsler, bakteriler ile mantarlarda (L fungi) basit kalmağı sürdürmüştür. Canlıların en belirgin özellikleri arasında başı çeken gayrımütecânisliktir. Bununla birlikte, evrime baktığımızda, örgütlenişte basitten karmaşıklığa gidiş göze çarpar. Canlıların bünyeleri örgütlenişce karmaşıklaştıkca nefslerindeki bilinç de daha fazla uyanmıştır. Haddizâtında bünyenin örgütlenişce karmaşıklaşması ile bilincin belirginlik kazanması, birbirine koşut yürümüş iki oluşum hattıdır. Maddî etkileşmelere sahne olan bünyelerin tür düzleminde genetik değişimlere uğrama dizileri 'evrim'ken, 'nefs'lerde 'bilinç'lerin uyanıp keskinleşmesi süreci 'tekâmül'dür.

2. EVRİM SORUNU

Evrim süreci dört devreye ayrılır: 1) Kambriyaöncesi, 2) En kadim (Paleozoon), 3) Orta (Mesozoon) ile 4) Yeni (Senozoon) canlılar devreleri.

Canlılar, günümüzden üç milyar yıl önce Kambriyaöncesi devrede belirmişlerdir. Yedi yüz milyon yıl önceyse ilk hayvanlar görülür. Beş yüz yetmiş milyon yıl önce omurgasızlarla öylesine geniş bir tür çeşitliliği ortaya çıkmıştır ki, bu durumu evrimbilimciler, Kambriya devrimi şeklinde adlandırmışlardır. Bahsi geçen evrede olağanüstü bir biçim çeşitliliği kendini göstermiştir. Tekhücreli olanların (Fr protozaire) yanısıra, köphücreli hayvanlar da (Fr metazoaire) doğa sahnesinde yer alır olmuştur. Böcek, balık, çiftyaşar (amphibie), sürüngen, kuş ile memeli biçimleri hep bu aşamadan sonra belirmişlerdir. Genotipteki çeşitlilik fenotip biçim bolluğunda görünüme çıkar.

Darvinci evrimciler, maddi bünye-beden değişmeleri ile çeşit zenginliği üstünde dururlar. Bunlara koşut nefsin gelişiminden bahsetmezler. Hâlbuki maddi bünye-beden inkişâfı ile nefsinkisi birbirini tamamlayan iki ayrı, bununla birlikte koşut gelişim hattıdır. Nefs, bilinç hâlinde tezâhür eder. Bilinç, kendini canlı bireyde duyurur. Aslında, birey, kendini-farkeden-varolan demektir. Bu, bilincin eşiğidir. Bireyin kendini kendi -olmayanlardan ayırt etme yetisinin tekâmülü sonunda 'bilinc'i ortaya çıkaracaktır. Karmaşıklaşmışlığın hangi evresinde bulunursa bulunsun, hiçbir canlı bireyde ben-bilinciyle karşılaşılmaz. Bunun belirmesi için sözlü-kavramlı düşünmeye ihtiyâc olmuştur. Ne var ki, bireyde öncelikle sinir düzeninin belirişiyle birlikte 'ben-duyuşu' da baş gösterir. Böyle bir duyuşun belirmesi, bilince işâret eder. Birey, kendine tehdit teşkil eden yahut meydân okuyan olaya karşı tedbir alır. Tehdit teşkil eden olaya 'tehlike' denir. Tehlike karşısında kalıp da tedbir zorunluluğunu duyan canlı, ya karşı koyma ya da kaçma davranışlarını sergiler.

3. ÖLÜMLÜ OLMA SORUNU

a. Ölüm kavramı bulunmadığından, canlı, öleceğini bilmez. Bununla birlikte, ölüm ânı gelip çattığında, öncelikle örgütlenmişlik derecesi yüksek canlı bunu duyumlar. Bu itibârla ölüm duyuşu canlılığın temel devingenidir.

Bireyin, bedeni ve görünürler dünyasıyla temâsa geçmesiyle birlikte nefsten bilinç neşet eder. Bilincin neşetiyle de ölüm duyuşu, kendini belli eder. Canlılar dünyasında bunun en geç belirdiği birey beşerdir. Zirâ öteki canlıların, özellikle de köphücreli hayvan türlerinde görülenin tersine, beşer, dünyaya gelir gelmez özerk etkinlik göstermez. Kişinin, gerek nefsinin, bedeniyle; gerekse kendini çevreleyen dünyayla temâsa geçmesine aracılık eden, annesi yahut onun yerini tutan biridir. Böylelikle bireyin nefsi ile onu çevreleyen dünya arasında köprü kurulur. Beşer bireyi ile kendini çevreleyen dünya arasında kurulan köprüye kültür diyoruz. Şu durumda beşer, öteki canlıların tersine, türe mahsûs çevrede değil de, kültür ortamında, dünyaya gelir. Beşer bireyini kültür biçimler. Toplum-kültür şartlarının biçimlediği —eğitim— beşer bireyi, insan olur.

b. Toplum-kültür ortamında, gelişen insanı belirleyen özelliklerin başında dillenmek gelir. Dillenmeyle, insanın duyuş hassası zayıflamıştır. Onun yeriniyse, kavramlaşma alır olmuştur. Böylelikle hayvanla arasındaki mesâfe açıldıkca açılmıştır. Sonuçta, canlı doğanın evriminden farklı yeni bir gelişme çizgisi ortaya çıkmıştır: Kültürün tekâmülü. Bunun da hem maddî hem de manevî vechesi bulunur. Haddizâtında maddî veche, maneviyâtın görünüre çıkmış kesiminden özge bir şey değildir. İnsanın becerdiği her iş, evvelemîrde beyninin de yardımı ve katkısıyla dimâğında tasarlanır, söze dökülüp kavramlaşır, bilâhare ellerinde biçim kazanır.

c. Ölüm dahî, insanda duyuş olmadan önce toplumsal çevreden öğrenilmiş bir söz gerçekliğidir. Bunun ardısıra vakıa gerçekliği biçimine bürünür. Nihâyet ergenlikte söz ile vakıa gerçeklikleri neredeyse örtüşürler. İmdi, insanda ölüm bilgisi, duyuşunu önceler.

Ş. Teoman Duralı'nın, Dergah Yayınları'nca yayınlanan 'Sorun Nedir' isimli kitabından alıntılanmıştır.


[i] Bkz: Nicholas Wade: "Tras el Rastro del Organismo Unicelular Ancestral", 42.s.

[ii] Köp: Doğu (Orta Asya) Türkcesinde 'çok' demektir. Felsefe-bilim terimlerinde zihinde birden fazla anlam uyandıracak sözleri kullanmak karışıklığa yol açar. Bundan dolayı, Fransızca ile İngilizcede 'poly~' yahut 'multi~' öneklerinin karşılığı olarak Türkcede 'köp'ün kullanılması yerinde olur.

Prof. Dr. ​Ş. Teoman Duralı

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
2024 Fikriyat. Tüm hakları saklıdır.
BİZE ULAŞIN