Metafizik düşünüş: Teemmül ile tefekkür
1. Batılı düşünme gelenek dairelerinden en azından biriyle az yahut çok temâsa geçmiş diğer medeniyetlerde dahî 'metafizik' ile onun yayınladığı düşünme tertîbi çerçevesinde ortaya çıkıp gelişen 'mantık' ile 'bilim'e yaklaşan yapılanmalarla karşılaşılır. Böyle bir gelişimin ilk örneklerine İlkçağın Doğu Akdenizi ile Mesopotamyasında rastgeliyoruz. M.Ö. 2300'lerde yaşadığı tahmîn olunan Hz. İbrahim ile M.Ö. 1200'lerde yaşayıp peygâmberlikle görevlendirildiği sanılan Hz. Musa'nın çağları arasında kalan bin küsûr yıllık dönemde Allah elçilerinin bildirdikleri ilahî tebliğlerle, Israilliler gibi doğrudan, Asurlular, Babilliler ile Mısırlılar misâli dolaylı tanışan kavimlerde, ilkin, az yahut çok ahlâk ve ondan oluşan hukuk manzûmeleri teşekkül etmişlerdir. Erken devir ilahî tebliğlerin etkileri çenber çenber tedrîcen yayılmıştır. Örnek medeniyetlerin câzibesine kapılan hâlivakti yerinde Egeli aydınlar, önemli ölçüde Mısırı ve daha az miktarda Fenikeyi, Anadolu ile Filistini ziyâretleri sonucunda edinmiş oldukları yeni kanâatlar çerçevesinde Batı Anadoluda, Yunan anakarasında, Güney İtalya ile Sicilyada çığır açıcı fikir yapılarını inşâaya girişmişlerdir.
Doğrudan vahiy dininin coğrafyasında bulunmamakla birlikte, ona komşu Hint, M.Ö. 300'lerin ortalarından beri batısındaki medeniyetlerle süreklice temâs hâlinde olmuştur. Süreç, İslâmın, M.S. 1000'lerde Hintte yayılmasıyla hız kazanmıştır. Vahiy dininden olmayıp da metafizik düşünüşe, böylelikle de ahlâk, mantık ile bilim yapılanmalarına ziyâdesiyle yaklaşan Hint tefekkürüdür. Ama sonuçta, metafizik, burada tam anlamıyla teşekkül etmemiştir. Zirâ Hint düşünce âlemi, ilahiyâttan bağımsız başlıbaşına sistem yapısını taşıyan bir metafizik üretmemiştir. Metafizik, tam filizlendi filizlenecekken, sonuçta, bâtınî (mystique) duyuşlar ile görüşlerin sarmaşığında boğulup kalmıştır. Bu durum, Ondokuzuncu yüzyılın son çeyreğine değin böyle süregelmiştir.
Metafizik, teorik-sistematik fikrî yapılanmanın en üstün raddesidir. O seviyede genelleyici-soyutlayıcı-sentezci ile transsendental, demekki teemmüllü düşünme tarzları, tefekkürle buluşup birlikte iş görmeğe koyulurlar. Hint zihin hayatında 'tefekkür' ezici bir üstünlük kazanırken, 'teorik-sistematik' düşünme yapılanmasının kurumlaşmasına yetecek ölçüde 'teemmül'e rağbet edilmemiştir. Bu çeşit bir yapılanmada istenen ve aranan özellikler, soyutlamanın, genellemenin, çözümleme ile birleştirimin yanında, tutarlı ve gidimli düşünme tavrıdır. Tutarlı ve gidimli düşünme tavrının en dikkate değer semeresiyse, 'temyîz'dir. O da ancak, tarîfin sıkı ve tavîzsiz biçimde başarılmasıyla manâlar ile anlamların açık ve seçik kılınmaları sâyesinde temin olunur. Bu hususa öteki bütün düşünce geleneklerinden daha fazla Hindinkinde önem verilmiştir. Yine de, Batılı düşünce gelenekleri karşısında Hindinki bahsi geçen hususta cılız kalmıştır. Nitekim, Yirminci yüzyılın önde gelen filosoflarından Müslüman Hintli Muhammed İkbâl'e (1873 - 1938) bakılırsa, İranlı zihnî ayrıntıya yeterince önem vermemiş, bunun sonucunda da gündelik hayat tecrübelerinden temel ilkeler çıkarımlayarak zamanla düşünce sistemini kurmağı olabilir kılacak bir düzenleme gücü ile yetisini gösterememiştir. İnce bir sezgiye sâhip Brahman —yanî Hintli— ise, nesnelerin iç bütünlüğünü görebilmiştir. Benzer şeyler İranlı için de söylenebilir. Ne var ki bunu Brahman, insan yaşantısının her ayrıntısında bulup söz konusu gizlenmiş varlığı değişik yollardan gün ışığına çıkarmağa çaba harcar. Buna karşılık, İranlı sâdece genel, bulanık ve uçarı ifâdelerle yetinir; nesnelerin özündeki zenginliği teyîd ettirebilecek kanıtları ortaya koyma gayretini göstermez. İranlının kelebek misâli hayâlgücü, yarı mest hâlde bir çiçekten diğerine konar. Bu yüzden de, en derin düşünce ile duyguları, çoğu kere, yaratıcı ruhunun inceliklerini gösteren, fakat birbirlerine bağlı bulunmayan beyitlerle, yanî gazellerde dile getirmiştir. Haddizâtında Hindu gibi, İranlı da, daha yüksek ve yüce bir bilginin varlığını onaylamıştır. Daha da ötesi, zaman zaman, nisbeten serinkanlılıkla yaşantıdan yaşantıya geçmiş, bunları da titizlikle inceleyip tek tek görünüşlerin gerisindeki geneli, öyleki evrenseli keşfetmeğe uğraşmıştır. Ne var ki, bütün bu uğraşıları onu şiirsi güzelliklerin ötesine taşıyamamıştır. Nihâyet, İranlı, düşünce sistemi manâsında, metafiziğin tam olarak farkına bile varamamıştır.[1]
Brahmana gelince; o, sistemin temellerini atmış olmakla birlikte, binâyı inşâa edememiştir. Spekulativ-olmayan metafizik sistemin gerektirdiği tarzda bâtınî imân heyecânlarından arındırılmış, duru, ayık akılyürütme silsîlelerine dayalı düşünce yapılarını kuramamıştır. Böylelikle de, ulaşabildiği son merhâle, spekulativ metafizik inşâalar, constructionlar olup oradan felsefeye geçememiştir. Sonuç olarak, başta Hintliler olmak üzre, Sümerliler, Babilliler, Mısırlılar, İranlılar ile Çinliler zanaat ile bilgelikte insanlığı hayran bırakacak raddelere ulaşmış olmalarına karşılık, metafiziği ve onunla birlikte felsefeyi ve ondan doğmuş bilimi meydana getirmemişlerdir.
Felsefenin 'anne'sinin bilgelik olduğunu birçok kere söyledik. Odur felsefeyi doğuran. Felsefe ortaya çıkmadan önce insanın zihni ile gönlüne hükümrân olan bilgelikti. Gündelik hayata ilişkin olan çeşidine tarih boyunca her toplumda rastgelebiliriz. Ama yoğun bir bâtınî/mistik içeriği hâvî bilgelik, belirli mahallerde kendini göstermiştir. Bunların başında Çin, Hint, İran ile gelenekleşip kurumlaşmış tektanrılı-vahiy diniyle ilk tanışan Israil gelir. Bilgelik tarihinde en mümtâz mevkiyse, filvâki Hinde aittir. Ancak, orada dahî, mantığın temel ilkelerinin tesbiti ve kavramların sıkı anlam çözümlemesi ile temyîzi işlemleri, gelenekleşip kurumlaşma sûretiyle, kökleşmemişlerdir.
2. Kavramdan türeme düşünceler veya fikirlerle örülü bütünlükler, önerme yahut yargıdır, dedik. Önermeyi yahut yargıyı oluşturan gerek terimler gerekse onların da kurucu unsurları olan düşünceler arasında sıralı ve düzgün yürüyen tutarlı bir bağlantılılığın bulunması kaçınılmaz zorunluluktur. Önermeler, temellendirilebilip kanıtlanabilir cinsten iddia cümlesidirler. Felsefe, dolayısıyla da bilim ifâdesi, sıralı gidişe uygun tutarlı tarzda yürüyen ve temellendirilebilinir iddialar taşıyan belli sayıdaki cümlelerin, demekki önermelerin oluşturdukları, başka benzer bütünlüklerle de belirli bağlantılar kurabilir, bunun yanında, kendi başına özerk bir bütünlük durumunu da gösterir bir dil yapılanmasıdır.
Konu birliği teşkil edecek şekilde düşüncelerin tutarlıca biraradalıklarının, iddiayı vucuda getirdiğini ve nihâyet iddia cümlesine de felsefede önerme dendiğini söyledik. Yine benzer biçimde konu birliği oluşturacak tarzda anlamca akrabâ iddiaların birbirleriyle ilintilenmelerinden sav (these) meydana gelir. Sav, mantıkca sıkı dokunmuş bir çıkarımlar dizisinin vargısıdır. Ne var ki, felsefe-bilim sisteminin en bâriz özelliklerinden biri, kendisine vucut veren çıkarım dizilerinin açık devre çalışışlarıdır. Başka bir deyişle, 'doğurgan' oluşlarıdır. Eldeki çıkarımın sonunda ulaşılan vargı, her vakit olmasa bile, çoğunlukla, yeni bir çıkarıma önayak olacak öncüle 'gebe'dir. Ulaşılan vargı, bir birleştirim/sentezdir. Birleştirim yeni bir 'sav'dır. Buna 'şüphe'yle yaklaşıp onu kendine soru sorgu konusu kılan ise, 'karşısav'dır. Bu iki düşünce unsurunun sınaşmasından yeni bir dialektik sürecin öncülü doğar.
Eldeki sava şüpheyle yaklaşılıp onun mantıkca kanıtlanış tutarlılığının yoklanması ile deneyce geçerliliğinin sınanması 'eleştiri'dir. Aristoteles'e bakılırsa, Elea'lı Zenon'un (490 - 430) meydana getirip adlandırdığı felsefenin bu temel yöntemi 'dialektik/cedel'dir (Y he dialektike).[2]
İşte tasvirini sunduğumuz böyle bir düşünce yapısı felsefîdir. Benzer özelliklerle meselâ mistiklikte, şiirde, romanda, edebiyat denemeciliğinde yer yer ve zaman zaman karşılaşabiliriz. Bunlar, oralarda arızîdirler. Oysa felsefe-bilim sisteminde herhangi bir gerekceyle serpiştirilmiş olmayıp onun bilgi gâyesine matûf teşkil olunmuş yapılanışının özden zorunlu ve sürekli kurucu unsurları ile kurallarıdırlar.
3. Kavramlar, izlenimlerle kenetleşerek fiilleşir, demekki yaşarlılık kazanırlar. Sonuçta, düşünceleşirler. İzlenim yoksa, kavram da yaşarlılık değeri kazanamaz. Bunun da tersine, kavram yoksa, izlenim, böylelikle de gerek 'dünya' gerekse onun fizik-organik bütünlüğünde yer alan 'ben' anlamlanamazlar. İzlenim yoluyla kavram, dünyada kendine tekâbül edenleri bulgular. Bir yanda, izlenim, dünyada kendine tekâbül edenleri kavrama iletir. Öbür taraftan, kavramın, dünyada kendine tekâbül edenlere atfettiği anlamı mütekâbillerine eriştiren yine izlenimdir. Kavram, tekâbül ettiği ideanın manâsından nasıl pay alıyorsa, dünyada delâlet ettikleri de onun manâsından hisselerine düşenle öyle anlamlanırlar. Kendine denk düşen süreç/ler/le yahut şey/ler/le buluşuncaya değin kavramın manâsı bilkuvvedir (Fr potentiellement). Bu 'buluşma'nın sonunda kavram, kuvveden (Fr potentiel) fiile (Fr acte) dönüşürken 'şey' de 'anlam' kazanır.
4. Kendine-uygun-düşen-şeylerin, kavramla, uyuşması bilginin önşartı olan anlamlandırmanın ortaya çıkması demektir. Kavramı taşıyan özne olduğuna göre, 'karşılaşılan şey'le bağlantı kuran 'o'dur. Öznenin algısı ve nihâyet kavrayışına konu olan karşılaşılan şey, artık nesne durumundadır. Öznenin nesnesi. 'Karşılaşılan şey', kendini 'karşılayan özne'de 'kavram karşılığı' buluyorsa, nesneleşir. İmdi, özne ile nesnenin bahsi geçen transsendental birliğinden transsendental anlam bütünlüğü doğar. Sözünü ettiğimiz transsendental anlam bütünlüğünün dayanağı ve gerekcesi, ne tek başına nesne yakasındadır ne de özne cenâhında. İki tarafın olayötesi birliğinde, bütünlüğündedir. Anlamı sâdece öznellikte ararsak, Öznelciliğe, yalnızca nesnellikte bulmak gayretindeysek, Nesnelciliğe düşeriz. Hâlbuki anlam, özne ile nesnenin transsendental birliği ile bütünlüğünde bulunup bir birleştirimli/sentetik ifâde olan yargıda yahut önermede dile getirilir.
5. Birden fazla insanın, belli bir anlamlandırma durumunu paylaşması bilgiyi meydana getirir. Şu hâlde anlamlandırma, bireysel düzlemde olurken, bilgi, öznelerarası anlam uyuşmasıdır. Bilgiyle birlikte özne - nesne transsendental birliğinin, bütünlüğünün kapsamı genişler. 'Özneler - nesne transsendental- birliği-bütünlüğü' ortaya çıkar. Anlamlandırma ile bilgi birbirlerini şart koşup tamamlarlar. Varlıklarını birbirlerine borçlu olmakla birlikte, birbirlerinden farklıdırlar da. Kişi, her ne olursa olsun, karşılaştığına anlam atfında bulunuyor, bulunabiliyorsa, algılıyor demektir. Şu durumda duyu verisinin anlamlandırılması, uzun bir anlam atıfları zincirinin ilk halkasıdır. Bu ilk halka yahut ilk duraksa, algıdır. Anlam atıflarının yahut anlamlandırmaların karmaşıklaşmalarıyla algıdan izlenime, buradan da idrâka geçilir. Duyu-verisi-kaynaklı- tasavvur- içeriği, idrâkta asgarî seviyeye düşer. Karmaşıklaşma, genelleme-soyutlama- birleştirim sacayağına dayanır. İdrâkın tekâbül ettiği karmaşıklık safhasında en üst dereceden genelleme - soyutlama - birleştirim belirir. En üst dereceden genelleme - soyutlama - birleştirim, tam teşekküllü düşünceye vucut verir. Teemmüle dayalı yahut teemmüllü düşünmenin[3] ürünü olan tam teşekküllü düşünce[4] kavramın öz anlamına, demekki manâya, algı ile izlenim evrelerindeki düşünce gücüne oranla daha yakındır.
Duyu-verisi-tasavvurların genellenip soyutlanmasından ortaya çıkan birleştirimli/sentetik birliğin, kavramın manâsıyla kenetleşip bağdaşmasından idrâk vucut bulur. Duyu verisi yoluyla elde edilen şey tasavvuru[5] idrâkın birleştirimli/ sentetik düşüncesinde anlamlanır, anlam kazanır, anlamını bulur. İdrâkın birleştirimli düşüncesinde anlamını bulan duyu-verisi-şey tasavvuru, varolanlaşır. Bilkuvveyken bilfiil şey[6] olur. Nihâyet idrâkın birleştirimli düşüncesindeki bilfiil şeye varolan diyoruz.
6. İdrâkın ötesi, düşünceleri dahî aşan fikirlerin sahasıdır. Duyu-verisi- tasavvur-içeriğinden bağımsız kavrama fikir demiştik. Kavramın manâsına en yakın olan, en sâdık kalan fikrinkisidir.
İdrâktaki düşüncede birleştirimli/sentetik anlam birliğine erişilinir. Nitekim, genelleme - soyutlama - birleştirim/sentez yollu düşünme sürecinin son durağı idrâktır. Genelleme - soyutlama - birleştirim verilerini idrâk, fikrin genel biçimleyici kavram mantığının gözetiminde değerlendirir. Şu durumda idrâktan fikre değil, tersine, fikirden idrâka geçiş bahis konusudur.
7. İster genelleme - soyutlama - birleştirim/sentez düzleminde, ister fikirden hareketle idrâkın belirlenmesinde olsun, hâkim düşünme süreci 'teemmül'dür (reflexion).
Teemmül, gerek bir olayın sebeplerini daha ziyâde çözümlemek ve daha doğru anlamak gerekse bir hareket tarzının sonuçlarını, özellikle de yarar ile sakıncalarını irdelemek maksadıyla, oluş/turul/muş yargının, eleştirilmek üzre, askıya alınmasıdır.[7] Yine teemmül, aklın benzer kabul ettiği duyuları, dolayısıyla da olayları belirli bir 'kavram şemsiyesi' altında 'düşünmek'tir. O belirli kavram altında düşünülen duyulardan, böylelikle de olaylardan biriyle karşılaşıldığında olaya denk düşen kavramı akılda uyandırmaktır.
Taalluk ettikleri kavramı düşünmek suretiyle bir ve aynı olmayan etkileri bir ve aynı etkiye bağlarız. Bir neden yahut sebep, öyleyse, birden ziyâde etkiye yahut sonuca götürür. Bir kavrama, dolayısıyla aynı 'neden'e bağlı bulunmakla, birlikte olaylar yahut unsurlar, kendi aralarında türdeş olmayan (Fr heterogene) yapı ile biçim sergileyebilirler. Bu da, 'çokluktaki birliğ'in, dünyadaki örneğidir.
8. Teemmül, sonuçta, kavramlı, birleştirimli ve gidimli düşünmenin üstün raddesidir. Teemmüllü düşünme seviyesi idrâktır. Bu, insanın nevişahsına münhasır düşünme tarz olup onun dışında, teemmüllü düşünmeyle karşılaşılmaz.
Üç ana düşünme seviyesinden söz edilebilinir: Düzayak düşünme, teemmül, tefekkür. Gündelik yaşamanın akışında hep kullanılan malûmat (Fr&İng information), düzayak düşünme süreçlerinin semeresidir. Bilimin gerek denel ile teorik düzlemlerinde gerekse felsefenin bilgi-bilim teorileri ile benzeri işlemlerde de, teemmül iş başındadır. Teemmüllü düşünüşten doğan bilgi çeşidiyse ilimdir (Fr savoir). Teemmüllü düşünmede edinilmiş bilgi/ler üstüne tekrar tekrar eğilinerek bunlar, sınanır, denetlenir ve kanıtlanabilinir sonuç/lar çıkarılır. Nihâyet söz konusu sonuç/lar ilimdir. Belirli bir konuyla ilgili çok çeşitli ilimlerin mantık çerçevesinde birleştirimi/terkibi/sentezi öğretiyi yahut teoriyi ortaya çıkarır. Bahis konusu edilen alana ilişkin teorilerden bilim meydana gelir. En geniş, en kapsayıcı düşünce yapısınıysa, felsefenin ürünü sistem oluşturur. Düşünme ediminin doruğunu tefekkür teşkil eder. O, bir felsefe sisteminin 'yüreğ'i konumundaki metafizik ile asıl uğraş alanı olan ahlâkta geçer. Öyleki metafiziği, dolayısıyla felsefe sisteminin sınırlarını aşan mistikliğe dek uzanır. Mistiklikte tefekkürden doğan bilgiye irfân[8] denilir. Tefekkür, felsefe sınırlarında kaldığı sürece 'transsendental düşünce' sahasında yürürlüktedir. Metafiziği aştığı ölçüde transsendenttedir.
Ş. Teoman Duralı'nın, Dergah Yayınları'nca yayınlanan 'Sorun Nedir' isimli kitabından alıntılanmıştır.
[1] Bkz: Muhammet İkbâl: "İranda Metafiziğin Gelişmesi", 58.&59.syflr.
[2] Bkz: Henry George Liddell &...: "Greek - English Lexicon", 401.s; ayrıca bkz: Jose Ferrater Mora: "Diccionario de Filosofia", 3804.s.
[3] Fr reflexion, le penser reflexif; Alm überlegendes-prüfendes Denken, reflexives Denken.
[4] Fr la pensee complete; Alm vollstandiger Gedanke.
[5] Fr representation de la chose; Alm Dingvorstellung.
[6] Fr chose actuelle.
[7] Bkz: İsmail Fennî: "Lugatce-i Felsefe", 593 & 594.syflr.
[8] Y^Fr la gnose
Prof. Dr. Ş. Teoman Duralı
Ancak alıntılanan köşe yazısı/haberin bir bölümü, alıntılanan habere aktif link verilerek kullanılabilir. Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
- Felsefenin ana yöntemi: Dialektik (02.12.2018)
- Bilinebilinirlik ile düşünülebilinirliğin ötesi (26.11.2018)
- İlahiyâttan kaynaklanan felsefe sahası: Ahlâk (18.11.2018)
- Metafizik sorunu - II (12.11.2018)
- Metafizik sorunu (I) (05.11.2018)
- İnsan-oluş sorunu (29.10.2018)
- Evrimden kaynaklanmış ideolojik belirlenim (22.10.2018)
- Evrim ile tarih sorunları (15.10.2018)