İnsanın, dünyayla karşılaşması gelişigüzel olmaz. Karşılaşma sonucu duyumlama, algılamaya dönüşüyorsa, işin başında 'gâye' yer almış demektir. Hangi karşılaşmanın, algılama yoluyla zihin hayatımıza 'iz' bırakacağını ('izlenim') tayîn eden merci 'akıl'dır. Onun çizip 'zihn'e ilettiği 'tasarım' uyarınca yüzlerce, zaman zaman binlerce karşılaşmalarımızdan birine/birkaçına/birçoğuna yönelip algılamaya koyuluruz. Her yönelişin arkasında açık yahut en azından zımnî bir sorma edimi yatar. Şu hâlde, karşılaşılana sorarak yönelip yaklaşma aklın ateşleyip başlattığı bir edim, bir işdir (ilgi) ki, buna bilinçli-olma-durumu diyoruz. Soruyla yaklaşılan 'karşılaşma'dan beklenen 'cevap'tır. Haddizâtında kendisine yönelinen karşılaşılana sorulanın kendisi beklenen-cevabın tasarımını anahatlarıyla zımnen içerir. Öyleyse sorulandan beklenmedik bir cevap murad edilmez. Edilmez, zirâ o durumda karşılaşılan anlamlandırılamaz. Beklenen cevap tasarımını zımnen hâvî olan sorgulama varsayımdır. Gündelik yaşama düzleminden bilgilenme edimlerinin en üst seviyelerine, demekki felsefe-bilime, öyleki metafiziğe dek çıkan yolda bütün zihin işlemlerimize eşlik eden varsayımlardır. Gündelik yaşama düzleminde kendiliğinden, doğal gibi gelen varsayımlaştırmalardan farklı olarak felsefe-bilimde bu işlemi onun üstüne katlanarak, onu denetleyerek (nazariye/teori) gerçekleştiririz.
Sorarak yöneldiğimiz karşılaşılandan murad ettiğimiz, şu hâlde, beklenmedik karşılık olmayıp sorumuza içkin zımnî cevabın doğru yahut geçerli olup olmadığının tesbitidir (öğrenme). Aklın ve zihnin, karşılaşılana böyle bir tavırla, tutumla çıktığını metafizik araştırmalar sonucunda anlıyoruz.
Beklenen cevabı zımnen içeren soru 'sav'ken, karşılaşılanın ona getirdiği gerçek cevap 'karşısav'dır. Bu iki cevabın kesişip boy ölçüşmesinden ortaya çıkan kıvılcım bilgidir. Aklın, karşılaşılana böyle yönelip onu ele alması bir yöntemdir. Bu yöntemeyse, cedel/dialektik denir. Sezgisel yakalamanın dışında, aklın, genellikle, iş görme imkânı yoktur. Adı geçen yöntemden sapmayarak iş gören felsefe ile onun 'yüreğ'i yahut 'beyn'i durumunda görünen metafiziktir.
Aklın kendi üstüne eğilmesi, gerçekliğini a priori olarak, demekki deneyin desteği ile yardımını almaksızın incelemesi, araştırma imkânlarının sınırlarını tayin etmesi, Immanuel Kant'ın belirleyişiyle transsendental işlemdir. Metafiziğin başta gelen göreviyse, transsendental işlemi düzenleyip yürürlüğe koymaktır. Metafizik, deneyden destek görüp yardım almaz, alamaz. Zirâ deneyin yapılma imkânlarını hazırlayan, zeminini tesviye eden metafiziktir. Nihâyet, spekulativ-olmayan metafiziğin ürettiği kavramı fizik, yani bilim, olaylar dünyasında kendisine denk düşen mahalle yerleştirir.
4. Karşılaşılanın asıl kendisi, demekki ideası, insan aklının verisi yahut ürünü değil. Bu yüzden felsefi akıl, karşılaşılanın varlıkca aslını, özünü, demekki 'mahiyet'ini, Kantın deyişiyle de, Ding an sichini, kavrayamaz. Karşılaşılanın yalnızca değişken görünüşlerini son çözümlemede idrâk etmekle yetinecektir. İdrâkın sağlamlığı, sağınlığı, algılanıp düşünülen fizik dünya varolanlarından bağımsız olarak duyumlanıp tefekkür (Fr meditation) edilen ahlâk, estetik ile matematik türünden manevi-fikri değerlere doğru artış gösterir. Karşılaşmalar dünyasında doğrudan kendilerine vurabileceğimiz mihenk taşları bulunmadığından, ahlâk ile estetik, mantık ile matematik değerleri denetlemek yahut sınamak, haddizâtında kendilerini izhâr eden akla kalmış bir işdir; Kantın numenon dediği âlem. Söz konusu duruma bakarak, aklın, karşılaşmalar dünyasını anlamlandırma yöntemini ve gördüğü işleri fenomenoloji[1] şeklinde anarken, manevi-fikri âlemdeki işlemlerini, Kant'tan esinlenerek, numenoloji diye adlandırıyoruz.
Akıl, bahsi geçen iki alanda birbirlerinden farklı yöntemler ve tutumlarla iş başındadır. Fenomenolojide odaklandığı 'karşılaşılan'dır. Algılanan-karşılaşılan, vaka yahut vakıa türlerinden birine giren olaydır. İnceleme -araştırma dikkatinin odağı kılınan olay, nesnedir.
5. Tanrının yaratıcı aklına mukâbil insan aklı alıcı, kavrayıcıdır, demiştik. Alınanın, kavrananın, boyutca, zaman ile mekânca 'karşılaşılan'dan ibâret olması, insan aklının sınırlılığına delâlet eder.
İnsan aklının alıcı, kavrayıcı ve sınırlı olması, edilgen olduğunu göstermez. Tersine, karşılaşılan olayın, kendine uygun düştüğü[2] kavramla buluşturulması, aklın etkin olduğu gerçekliğini ortaya koyar. Kendine konu kıldığı, yani nesneleştirdiği karşılaşılanı akıl, özüne taşır. Benzetmeye başvurursak, akıl, 'varolan'ın, Aristoteles'in deyişiyle, hüpokeimenonudur;[3] taşıyanı, taşıyıcısıdır. Kendisi kendinin öznesidir.
Nesneye gelince; o, taşınandır. Özge bir anlatışla, karşılaşılan varolanın kendinden sundukları, nesnenin yansıttıklarıdır. Bu durumuna bakılarak Ortaçağ Latincesinde 'nesne'ye obiectum denilmiştir. Obiectumu alan, üstlenen akıl varlığı subiectumdur[4]; demekki 'nesne'yi düşünen, böylelikle içleştiren 'özne'dir. Subiectum, insandır. İnsanın dışında subiectum, yanî 'özne' aramak boşunadır.
6. İnsana mahsûs 'yaşama' demek olan 'hayat', değerlendirmeler ile anlamlandırmalar bütünlüğüdür. Değerlendirmeler ile anlamlandırmalar, özne - nesne karşılaşmasıyla husûle gelirler. Taraflardan her birinin kendine mahsûs gerçekliği vardır. Düşünen varlık, öznel gerçeklik, sav; düşünen varlığa konu olan nesnel varlık, karşısav. İki tarafın karşılaşması, kapışması nesnel gerçekliğin, öznel ger- çeklikce içleştirilerek işlenmesi, sonuçta değerlendirilerek anlamlandırılmasıyla ortaya nihâî birleştirim/terkîp, transsendental hakîkat[5] çıkar. Hakîkat, görüldüğü gibi, kapsamlı, kuşatıcı bir sentetik birliktir. Yalnızca, özelde metafizik, geneldeyse felsefe, hakîkata ilişkin gerçeklik yörelerini, kesitlerini öğrenip açıklamak maksadıyla çözümler. İşte, felsefenin yüreği konumundaki metafizik, başka birçok konusunun arasında, öznel gerçekliği ele alırken duyargalar durumundaki bilimler de, nesnel gerçekliklere eğilirler. İmdi, metafiziğin de esâs sorunu ve görevi, akıl varlığı olarak öznedir. Daha açık bir anlatımla, öznenin varlık şartları ile onun iki ana vasfı akıl ile ahlâkın sınırları ile temel belirlenimlerini tesbît edip ortaya çıkarmaktır. Öznenin varlık şartlarının ele alındığı saha varlık öğretisiyken, transsendental aklın incelenme alanı transsendental mantık olup nihâyet temel değerlerin mıntıkası da ahlâk-estetiktir. Bu üç metafizik araştırma alanı bir ana belirlenim çatısı altında derleyip toparlamak mümkündür: Numenoloji.
Fenomenoloji çerçevesinde mütâlea olunan bilimlerin ele alıp inceledikleri varolanlar, başka bir deyişle, olaylar, onların nesnesidirler. Buna karşılık, trans-sendental akıl araştırma ile inceleme sahası anlamındaki numenoloji, 'tasavvursuz sezgi' demek olan 'salt sezgi'den hareket eder. Salt sezgiyle edinilen ise, fikirdir. Bu düzlemde duyulara konu olacak olay yahut varolan yoktur. Öyleyse numenolojinin nesnesi bulunmaz. Fikirlerle örülmüş sistem olan numenolojinin konusu[6] da yine fikirdir. Fikrin, fikri ele alıp incelemesi, teemmüllü düşünmeye (Fr pensee reflexive), giderek tefekküre (meditation) dayanır. Akıl, demekki aklın üstüne katlanır. Akıl, 'transsendental ben'e ilişkin bir fikre eğilmiyorsa, ortaya çıkan, mantık ile matematikte görüldüğü gibi, 'bilgi'dir. Eğiliyorsa, o durumda 'bilinç' oluşur.
7. Bilgilenmek-bilinçlenmek yoldur; 'iyilik'se, menzildir. 'Yol'u gösterip 'menzil'e taşıyan akıldır. Aklı 'barut'a benzetebiliriz. 'Barut'u ateşleyen 'çakmak', varolanlardır. O hâlde, duyumlanan varolanları akıl sâyesinde algılayıp bilmek, buradan da akıl —ile gönlün de (Y kardia)— kılavuzluğunda kendini bilmeğe yönelmek, iyiyi keşfetme yolunun[7] merhâleleridir.
İyiye götüren, Hakîkata giden yoldur. Buna oyun yazarı ve şair Euripides (480 - 406), "Hippolütos" adlı sahne eserinde bize 'sırâtimüstakîm'i çağrıştıracak şekilde, "tes aletheias hodos" (289) demiştir.[8]
Metafizik ile ahlâk, Eflâtun1 da, anlaşıldığı kadarıyla, ilahiyâtla iç içedir. Onun ilahiyâtıysa, Tektanrılı vahiy dininkini şaşırtacak raddede andırmaktadır.
Tektanrılı vahiy dininin ilahiyâtı ile ahlâkca özü, 'aklıaşkın'dır, yanî 'transsendent'tir. Şu durumda felsefî metafiziğin görev alanının dışındadır. Eflâtun ile Ksenofanes (570 - 470), Herakleitos ile Euripides ve benzerleri, o hâlde, bahsi geçen ilahiyât ile ahlâk fikirlerine nereden yola çıkarak, nasıl ulaşmışlardır? Eflâtun, felsefî metafizikten yola çıkıp bu hakîkata akıl yürütmek suretiyle erişmemiş olduğuna göre, ya kendisine vahiy nâzil olmuş ya da tektanrılı vahiy dininden olanlardan esinlenip etkilenmiştir. Bizlere bizzât kendisinin beyân ettiği üzre, ayrıca da yaygın kanâat uyarınca, ikinci şık, vârittir.
Eflâtun, bu konuyu hiç açmamakla birlikte, Mısıra gittiğinde orada Yahudîlikle tanışarak ondan esinlenip etkilenmiş olması ihtimâli kuvvetlidir. Benzer biçimde Zerdüşt (M.Ö. VII.yy) dini Mazdaklığın dahî Eflâtun" u etkilemiş olabileceği söylenegelinmiştir.[9]
Öte yanda da, bu kere Eflâtun" un, kendinden sonraki gerek tektanrılı vahiy dini Hırıstıyanlığın öncelikle bâtınî cephesi gerekse ondan sapmış bâtınî- esâtırî mezhepler üstünde son derece etkili olmuş bulunduğu görürülür.[10] İmdi Eflâtun'un, Batı medeniyetleri câmiasında felsefe-bilim sorunsallığının yanında, onu aşan bâtınî bilgeliğinin dahî öncüsü sayılmalıdır. Buna karşılık, Eflâtun" un mirâs bıraktığı bâtınî-irfânî bilgelik ile felsefî-ilmî —ve hattâ bilimsel— malzemeleri kuyumcu titizliğiyle ayıklayıp ayırımlayarak sınıflayan Aristoteles, biçimselleştirilmiş düşünme ile düşünce üretme hüneri tarzında tarîf edebileceğimiz mantığı teşkîl ederek onun çerçevesinde felsefe-bilimi inşâa etmiştir.
Ş. Teoman Duralı'nın, Dergah Yayınları'nca yayınlanan 'Sorun Nedir' isimli kitabından alıntılanmıştır.
[1] Y fainomenon: Görünüme çıkan, görünen, olay.
[2] 'Düşmek' masdarına ~ün~ içeki getirilerek 'düşünmek' kendiliğinden kendine düşmek, kendi içine düşmek anlamına gelir. imdi, akıl, belli bir yöntemle kendi bağrına dalarak uygun kavramı çeker çıkarır.
[3] Y hüpo~: Alt, ast. Keimai: Yatmak, uzanmak. Hüpokeimenon: Altta yatan, taşıyan, asıl olan...
- bkz: Emile Boisacq: "Dictionnaire Etymologique de la Langue Grecque", 426. &1005.syflr.
[4] L sub~: Alt, ast. Iecere: Vurmak, darbe indirmek; yaralamak; çıkarmak, koymak, fırlatmak, atmak, savurmak. Subiecere: Alt/a/~ına almak, aşağı indirmek; boyunduruk altına almak. Subiectum: Alta alınmış yahut alınan; boyunduruk altında; zemin, asıl, temel; altta yatanın, taşıyanın yansıttığı, duyurduğu; Yunancadaki hüpokeimenonun Latince karşılığı —bkz: Guido Gomez de Silva: "Breve Diccionariode la LenguaEspanola", 239., 614., 652.&653. syflr; ayrıca bkz: A.Walde&J.B.Hofmann: "Lateinisches etymologisches Wörterbuch", I.cilt, 670.s; Il.cilt, 613.&614.syflr.
[5] Akino'lu Azîz Thomas'm deyişiyle "verum transcendentale"; Kantınkiyle, "transzendentale Wah- rheit".
[6] Numenolojinin konuları, yukarıda da zikrolunduğu üzre, nesnesi bulunmayan ahlâk, estetik, mantık ile matematiktir.
[7] Y hodos; Ar tarîk.
[8] 'Hakîkat yolu' —bkz: Henry George Liddell, Robert Scott & Henry Stuart Jones: "A Greek-English Lexicon", 1199.s.
[9] Bkz: Alessandro Bausani: "Persia Religiosa...", 56., 196. & 407.syflr.
[10] Bkz: Andrew Benson: "The Origins of Christianity...": 16.2: "Plato's Influence on the New Testa- ment" bölümüne; ayrıca bkz: John S. Moore: "Plato, Christianity and..."