Said Paşa İmamı
XIX. yüzyıl İstanbulunun dînî mûsıkî mehâfilinde sıkça tekrarlanan şu sözü hatırlayalım: "Mevlid'i Süleyman Çelebi yazdı, Said Paşa İmamı okudu". Adı yerine lakabıyla tanınan bu zât kimdir? Galiba onun nâmını ilk defa –pek çok kimse gibi- ben de Mehmed Âkif (1873-1936) merhumun Safahat'inde gördümdü. Şâirimizin Mısır'da bulunduğu yıllarında neşrettiği 7. kitabı Gölgeler'i 1950'li yıllarda aslından okumağa başladığımda, dînî lirizmin şahlandığı bu "Said Paşa İmamı" manzûmesi bâzı mısrâlarıyla hâfızamda yer etmişti. 15 Haziran 1347 (1931) tarihinde Hilvan'da yazıp tamamladığı bu neşîdesinde Âkif Bey –belki de asıl ismini öğrenemediği– Said Paşa İmamı'nı şu hâşiyesiyle tanıtıyordu: "Ahlâkı da sesi gibi İlâhî olan bu adamı çocukluğumda bir kerre dinlemiştim. Said Paşa'nın kim olduğunu bilmiyorum". Sonraki yıllarda basılan Safahat nüshalarında da yeni harflerle yerini alan Said Paşa İmamı'nın örnek alınacak bir davranışını mâruzatımın sonuna bırakarak, mevlidhânımızı tanıtmaya başlayalım: XIX. asrın ilk on yılından birinde Manisa'da doğan Hasan Rıza'nın babası Eğridirli Hoca Abdullah Efendi'dir. Beldesinde, tahsîlinin yanısıra hıfzını tamamladı, hat ve mûsıkî meşketti; Rifâî tarîkatine girdi. İstanbul'a geldiğinde Hammâmîzâde İsmail Dede'nin (1778-1846) kıymetli talebesinden Mutafzâde Ahmed Efendi'den (ö.1883) dînî ve lâdînî mûsıkî ve Mevlid tilâvetini öğrendi; mevlidhân olarak tanındı. Kendisinde mevcud cezbe hâli dolayısıyla ancak istediği zaman ve mekânda okurdu.
Osmanlı devlet adamlarından Bursalı Mehmed Said Paşa (ö.1868), herhalde XIX. yüzyılın ilk yarısında iken bu Hasan Rıza Efendi'yi konağına imam olarak seçmiş, hayatı boyunca da onu benimsemiştir (Cemâat namazının fazîletine erişmek için imam vasfını taşıyan bir şahsı, âilenin ferdi gibi hanelerinin dâimî kadrosuna almak ve –kendileri dışarda bulunsa bile– konak sâkinlerinin toplu ibâdetlerini sağlamak, Osmanlı devlet ricâli arasında, dînî bir vazife sayılırdı. Varlıklı kimselerin hânelerinde de bu teâmül yaygındı).
1836'da Sultan II. Mahmud'un (saltanatı:1808-1839) kızı Mihrimah Sultan'la (1812-1838) evlenerek Saray'a dâmad olan Said Paşa askerî ve mülkî mühim vazîfelerde bulunmuş (serasker, kapudân-ı derya, ticâret nâzırı ...), muhtemelen Şam valiliği ve hac emîrliği (1849-50) sırasında Hasan Rıza Efendi'yle beraber hac farîzasını îfâ etmiştir.Said Paşa, Sultan Abdülmecîd'in sadâret teklifini kabul etmeyerek inzivâya çekilmiş ve kendisini hayır işlerine vermiştir; Üsküdar'daki Nasuhî Dergâhı'nda medfundur.
İşte Hasan Rıza Efendi, vefatına kadar Said Paşa'yla hemhâl olarak, sonrasında da ismi yerine bu dînî vazîfesiyle anılır olmuştu. Hattâ, pâdişah nezdinde kendisiyle âlâkalı şu hâdise nakledilir: Sultan Abdülmecîd'in bir cuma günü selâmlık için geldiği Bayezid Camii'nde, orada bulunan Hasan Rıza Efendi ansızın kalkıp iç ezânını okumuş, sesinden ve tavrından çok hoşlanan Pâdişah onu kendisine imam tâyin etmek isteyince, Said Paşa: "Efendimizin güzel sesli birçok bendegânınız var. Bu zâtı da kulunuza bırakınız" diyerek, imamına sâhip çıkmıştır.
Daha sonra Sultan Abdülazîz (saltanatı:1861-1876) de onu –herhâlde Said Paşa'nın vefatını müteâkıb– hünkâr imamlığına tayin etmiş; ilk cuma selâmlığında kendisine, Pâdişâh'ın hutbeyi hicaz makāmından okumasını istediği yolunda haber gelince, "İradeyle hutbe okunmaz" diyerek sarığı, cübbeyi çıkartıp camiden ayrılmıştır. Sultan Aziz onun mecâzib-i İlâhiye'den olduğunu öğrenince kendisine ihsanda bulunup vazîfesinden affetmiştir.
Hasan Rıza Efendi büyüklük taslayanlara tahammül edemez, böyleleriyle karşılaştığında bulunduğu mekânı derhal terkederdi. Gittiği dergâhların şeyh hücresinde değil de, kahve ocağının kenarında oturur; havasına girerse hemen Mevlid okumağa başlardı. Koynunda bulundurduğu yün yumaklarından çorap, takke ve şemle (başörtüsü) örer; Mevlid okurken de oturduğu pöstekilerin yünlerini kesip, onlardan hemen iplik eğirirdi. Kahve kutusuyla dolaşır, kahveyi bâzan avucuyla ağzına atar, bâzan enfiye gibi burnuna çekerdi. Gözünü örgüyle yorduğunu söyleyen bir tanıdığına: "Nazarımı mâsivâdan vikāye ediyorum" cevabını vermiştir. Onun Mevlid okuyuşunu dinleyen büyük mûsıkîşinas Zekâi Dede (1825-1897), oğlu Hâfız Ahmed (İrsoy,1869-1943) Efendi'ye: "Hâfız! İşte asıl Mevlid böyle okunur" demiştir. İrsoy, Said Paşa İmamı'nın Mevlid okuyuşunu şöyle anlatıyor: "Güftelerin arasını kesmiyor ve nağmeleri mısra sonlarında yapıyordu. Bu yüzden de sözler iyice anlaşılıyordu". Onun lâdînî mûsıkîdeki mahâretini gösteren bir hâdise de şudur: Salacak tarafında bir evde kına gecesi yapılırken, oradan geçmekte olan Hasan Rıza Efendi dînî kisvesine aldırmadan içeri girmiş. Herkesin hayretine karşılık saz heyetinin yanına giderek bir ses taksîmine başlamış, sonra da defi ele alıp sabaha kadar mûsıkî faslını idâre etmiş.
Üsküdar Toygartepesi'nde Said Paşa İmamı'yla kapı karşı komşu olan rahmetli Hezarfen Necmeddin Okyay (1883-1976) üstâdımdan işittiğim şu hâdise, onun gönül gözünün açık bir şahsiyet olduğunu göstermektedir. Hiç mûtâdı olmadığı hâlde, doğumundan aylarca önce bir gün kapılarını çalıp üstâdımın babası Abdünnebi Efendi'ye (ö.1908): "Bir oğlun olacak, adını Necmeddin koy!" deyip yürümüş. O gece evin penceresine bir kuyruklu yıldız indiğini de rüyâsında gören Abdünnebi Efendi, oğlu doğunca adını Mehmed Necmeddin koymakta tereddüt etmemiştir. Okyay üstâdım, kendisinin ilerde dînin de, san'atın da yıldızı olacağını çeşm-i hakîkatle uzaktan gören "ehl-i yakîn" Said Paşa İmamı'nı komşuluk dolayısıyla ancak karşıdan görüp tanıdığını söylerdi. Yazdığı mushafın 55. Rahman sûresine geldiğinde, 31 kerre tekrarlanan "Febieyyi â'lâi Rabbikümâ Tükezzibân" âyetinin ilkini yazmış; sonrakileri ise "kezâ" mânâsına "Eyzān" ile geçiştirmiştir. Onun serâzad rûhunun bu tezâhürü için Rahman olan Rabbinin afvine dehâlet olunur. Hasan Rıza Efendi'nin, Necmeddin Okyay üstadımdan intikāl eden –kendine hâs– bir nesih hattı nümûnesini de bu vesîleyle burada sunuyoruz (Resim:1). Hazret, mutasavvıf şâirlerimizden Sezâî-i Gülşenî'nin (1669-1738) şu üç beytini , her halde kendi azîzü'n-nefs ve merdüm-girîz yaradılışına yakın buldu ki, bunu yazmak gereğini duydu:
"Şâh-ı istignâya milk oldum, recâ bilmem, nedir?
İlticâ-yı Hak'dan özge mültecâ bilmem nedir?
Fârigam, dünyâ vü ukbâya taalluk etmezem,
Terk-i tecrîdim bugün, hubb-ı sivâ bilmem, nedir?
Her ne eylersen revâ, cânân-ı men dil-hasteye
Men Sezâîyem, anınçün nâ-sezâ bilmem, nedir?"
Seyyid Rızâ (merhum Said Paşa İmamı Efendi yazmışdır)
İlmiyye ve sûfiyye tarîklerinden icâzeti bulunan Said Paşa İmamı'nın şâirliğini de gösteren, 1290/1873 tarihli matbû bir dîvançesi varmış, ben rastlamadım. Ancak bunun 1294/1877 tarihli bir yazma nüshası YKB Sermet Çifter Kütüphânesi, Y.1029'dadır; 46 varaklı kitabın 15b-43b arası Hasan Rıza Efendi'nin eş'ârıdır. Üzerinde bir çalışma yapıldığını işitmediğim bu dîvançesinde Said Paşa İmamı söze şöyle başlıyor:
"Teslim oldukda Şeyh'e Seyyid Rızâ,
Feth oldu ebvâb-ı esrâr-ı Hudâ.
Besmele'yle bed'edenler her işe,
Bi'l-hayr hitâmına hep erişe."
Mevlîd tilâvetinde –kendisine yetişip dinlemediği hâlde- Süleymaniye Camii başmüezzini Hâfız Kemal (Gürses, 1882-1939) Efendi'nin Said Paşa İmamı tavrında okuduğu husûsundaki şu hâtırayı da nakletmek isterim: Kemankeş (okçu) olmak dolayısıyla Üstad Necmeddin Okyay'ın yakın çevresinde bulunan Hâfız Kemal, bir yaz günü Okyay'ın Toygartepesi'ndeki evinin geniş bahçesinde Mevlid okurken, Necmeddin Efendi'nin vâlidesi Binnaz Hanım onu haylı dinledikten sonra Necmeddin Efendi'ye: "Oğlum, kim bu okuyan? Said Paşa İmamı dirilip geldi de, Mevlid okuyor sandım" demiş.
Kabına sığmayan yaradılışından olacak, Said Paşa İmamı yedi kere evlenmiş, bunların ikisinden vefat, dördünden talak yoluyla ayrılmış; evliliklerinden olan yedi evlâdının birkaçı kendisi henüz hayattayken vefat etmiştir. Zenci asıllı son hanımından doğan yarı siyahî oğlu Takunyacı Kemâl Efendi 1960'larda Üsküdar'da yaşıyordu (Resim 2). Babası gibi güzel sesi ve cezbesi vardı. Çağırıldığı dükkanlarda, istenirse aşka gelip, gazel okurdu. Yolda giderken bâzan 360° derece dönerek yürür ve arkasındaki koyununun kendisini takîb etmesini temîn için, elinde ona doğru uzanan yapraklı bir dal taşırdı. Kalın cam gözlüklü, sevimli çehresiyle ne zaman karşılaşsam: "Necmi Efendi Ağabeyime selâm" diyerek Okyay üstâdıma selâmını gönderirdi.
Hasan Rıza Efendi seksen yaşını geçmiş olarak 8 Haziran 1890 günü Toygartepesi'ndeki evinde vefat edip mensûbu bulunduğu Üsküdar Sandıkçı Rifâî Dergâhı hazîresine defnolunmuştur. Kitâbesinde celî ta'lîk hattıyla şu ifâde yer almaktadır (Resim 3):
Hû
Meczûb-ı İlâhî
Bende-i İmâm Rifâî
Said Paşa İmamı
Hasan Rıza Efendi
Ruhuna Fâtiha
19 Şevval 1307 cumartesi
Hasan Rıza Efendi'nin daha başka menkıbeleri bulunmakla beraber, sözlerimi kıvâmında bırakmak istiyorum.
Şimdi sıra, Mehmed Âkif'e –3 beyti Şeyh Gālib'den (1757–1799) olmak üzere– 56 beyitlik neşîdesini yazdıran hâdiseye geldi: Said Paşa İmamı bir gece Ortaköy'deki Vâlide Sultan yalısına dâvet olunur, fakat gitmez, gidemez. Mevlid tilâvetini başka hâfızlar tamamladıkları sırada, önce uzaklardan Said Paşa İmamı'nın latîf sesiyle okuduğu kasîde duyulur, sonra kendisi sandaldan iner. Vâlide Sultan'ın haklı sitemine karşı meşrû gecikme sebebini anlatır. Bundan sonrasını Âkif'in coşkun ifâdesine bırakarak sözlerimizi bağlayalım:
Kesilir, gitgide, tedrîc ile sesler artık,
Aktarır sâhile mevlidciyi bir köhne kayık.
Koşarak, doğruca mâbeyne alır karşı çıkan;
"Nerde kaldın, hoca?" der, Vâlide Sultan o zaman,
"Sen de kalleşlik edersen, bize eyvahlar ola!"
- Henüz akşamdı ki, gelsem diye, düştüm de yola,
Yürüdüm haylıca... Derken –hele sen kısmete bak!-
Öteden karşıma bir yaşlıca hâtun çıkarak,
"Azıcık dursana, oğlum" dedi. Durdum, nâçar.
- Göğsün îmanlıya benzer, sana bir hizmet var,
Ama reddetme ki, zâten beni mahvetmiş ölüm:
Bir perîşan anayım, dağ gibi evlâd gömdüm!
Kızımın cânı için, bâri bu kırkıncı gece,
Şöyle bir Mevlid okutsam, diyorum, kendimce.
Nasıl etsem? Okuyan çok ya, benim yufka elim...
Hocasın, elbet okursun; hadi oğlum, gidelim.
Ne olur bir yorulursan, hadi bekletme, günah!
Sen benim yavrumu şâd et ki, rızâen li'llâh,
İki dünyâda azîz eylesin Allah da seni.
Hâtunun sözleri dîvâneye döndürdü beni;
Ne saray kaldı hayâlimde, ne sultan, ne filân;
"Çile dolsun, yürü öyleyse, dedim, oldu olan!"
Size yüzlerce adam Mevlid okur benden iyi,
Ama bîçâre kızın, bağrı yanık anneciği,
Yoklasın merdini, nâ-merdini, insan diyerek,
Eli yüzlerce heyûlâya değip boş dönecek!
Fukarânın seneler, belki, siler göz yaşını;
Hangi taş pekse, hemen vurmaya baksın başını,
Elin evlâdına yanmaz parasız bir kimse!
Çâresizdim sizi bekletmede, beklettimse.
- "Hoca!" der Vâlide Sultan," beni ağlatma, yeter!
Yeniden Mevlid okursun bize, da'vâ da biter."
(X) Resim 1: Said Paşa İmamı'nın nesih hattıyla yazdığı Sezâî-i Gülşenî'nin üç beyti.
(X) Resim 2: Said Paşa İmamı'nın oğlu Takunyacı Kemal Efendi nargile içerken.
(X) Resim 3: Said Paşa İmamı'nın Sandıkçı Dergâhı hazîresindeki kabrinin kitâbesi.
Prof. Uğur Derman
Ancak alıntılanan köşe yazısı/haberin bir bölümü, alıntılanan habere aktif link verilerek kullanılabilir. Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
- Osmanlı’nın Amerika’daki yâdigârı (25.06.2021)
- Vefâtının 40. yıl dönümünde Hâfız Kemâl Batanay (18.06.2021)
- Kubâ Mescidi kitâbesi (11.06.2021)
- Mütefennin bir şeyh tipi: Hezârfen Edhem Efendi (04.06.2021)
- Yek-çeşm Mehmed Nûri Sivâsî (29.05.2021)
- Hattat Ferid Bey (21.05.2021)
- Mûsikîşinas ve hattat Hacı Nûri Korman (14.05.2021)
- Matbû’ mushaflarıyla tanınan Kayışzâde Hâfız Osman (07.05.2021)