1959 yılının Haziran ayı başlarında Beyoğlu, İstiklâl Caddesi'ndeki Amerikan Haberler Merkezi'nde açılan "150 Yıllık Türk-Amerikan Dostluğu" sergisini gezmiştim. Burada en çok ilgimi çeken fotoğraf, Washington şehrindeki Washington Âbidesi'nde (Resim 1) yer alan bir Osmanlı kitâbesi oldu. Taşın üstünde görülen beyti okudum ve o esnada Amerika'da bulunan Süheyl Ünver (1898-1986) hocama da gidip görmesi için heyecanla yazdım. Mektubuma New York'tan verdiği cevapta, ābidenin yanına kadar gittikleri halde kalabalıktan dolayı beklemeyi göze alamadıklarını, esasen böyle bir kitâbenin varlığından haberi olmadığını, Washington'a da bir daha dönememenin çaresizliğini bildiriyordu.
Aradan neredeyse kırk yıl geçtikten sonra bu kitâbeyi 15 Eylül 1998 günü şahsen görmek ve seyyar merdivenle hizasına kadar çıkıp onu hem okşamak, hem de resmini çekmek fırsatını elde ettim. Dünyanın başka bir yabancı ülkesinde karşılaşılmasına imkân bulunmayan bu Osmanlı kitâbesi nasıl olup da Washington Âbidesi'ndeki îtibarlı yerini almıştı? İşte bunu anlatmak, bâzı ön bilgilerin aktarılmasıyla daha kolay olacaktır, sanırım.
İstiklâline kavuştuğu 1775 yılından îtibaren Osmanlı Devleti'ne ticarî bakımdan ilgi gösteren Amerika'yla Sultan II. Mahmud (saltanatı:1808-1839) devrinde ilk muâhede akdedilmiş (1830), İstanbul'da harp gemisi inşâsı için iki Amerikalı mühendisten faydalanılmanın neticesi olarak da Nusratiye isimli gemi 1835'de denize indirilmişti. İki devlet arasındaki yakınlık Sultan Abdülmecid (saltanatı:1839-1861) devrinde daha da kuvvetlendi. Buna vesile olan hâdiseler şöyle gelişti: 1848'de Fransa'da çıkan ihtilâlin tesiriyle Macar ve Leh vatandaşları da Avusturya ve Rusya'ya karşı isyan ettiler. Ancak bu iki müstebid ülke isyanı bastırıp âsi kuvvetleri yok etmeğe başlayınca, onlar da Osmanlı sınırlarına kadar dayandılar. Devletimiz, Rusya ve Avusturya'nın tehditlerine aldırmadan bu mültecilere kucak açtı ve onları korumasına aldı (Macar İhtilâli'nin reisi Kossuth'un evi Kütahya'da hâlâ müze olarak durmaktadır). İşte bu davranış, Avrupa ülkelerinde Osmanlı Devleti için hayranlık ve heyecan uyandırdı, hâdiseden Amerika halkının da geniş çapta haberi oldu. Bu sevginin tezahürü İstanbul'a şöyle aksetti: Amerika sefiri Babiâli'ye müracaatla, Amerika'ya gidecek olan sefaret kâtibinin Osmanlı bahriye erkânından birini yanında ülkesine götürerek kendi konusunda yeni bilgi ve intibalar kazanmasına imkân sağlamayı teklif etti; A.B.D. hükümetinin de bundan memnuniyet duyacağını belirtti. Babiâli'nin muvâfakati üzerine gönderilen Bahriye Mektebi muallimlerinden Binbaşı Emin Bey, Amerika Reisicumhuru tarafından âdeta devlet başkanı teşrifâtıyla kabul edilerek altı ay izzet ü ikram ile ağırlandıktan sonra sefaret başkâtibiyle tekrar İstanbul'a dönüp, şahsında Osmanlı Devleti'ne karşı gösterilen yakınlığı Sultan Abdülmecid'e arz etti.
İşte bu esnada makālemizin konusu olan kitâbe keyfiyeti ortaya çıkmıştır: A.B.D.'nin kurucu başkanı George Washington (1732-1799) adına, Washington şehrinde 16,8 x 16,8 m.lik kare zemine oturan 555 kadem (196 m.) yüksekliğindeki dikilitaş şekliyle tasarlanmış bir âbide inşâsını Washington Milli Âbide Derneği üstlenmişti. 4 Haziran 1848'de temeli atılan binanın yapılışı iç harplerden ve maddí sıkıntılardan aksayarak sürdü, 1853'de ancak 152 kadem seviyesine gelmişti. Dernek, topladığı bağışlarla inşaatı yürütürken, Alabama eyâletinden âbideye konulmak üzere taş teklif olundu. Bu fikir geniş bir uygulama sâhası buldu ve sayısı henüz otuzbire erişen A.B.D. eyâletlerinden, belediyelerden ve bâzı teşekküllerden hâtıra plakası toplanılmasına başlandı. Nihayet yabancı ülkelere de bu hususta davette bulunuldu. İstanbul'daki Amerika Sefâreti Babiâli'ye 9 Şubat 1853'de müracaatla "Amerika Birleşik Devletleri ahâlisine hem ikram, hem de pâdişâhın bir dostluk nişânesi olmak üzere iki endâze (130 cm.) boyunda, bir endâze (65 cm.) eninde tuğralı ve tarih beyti kazılmış bir mermer kitâbenin ihsan buyrulmasını -Sadâret makamından- rica ve niyaz eyledi" (Başbakanlık Osmanlı Arşivi 1.Hr.4660/1).
Bahriyeli Emin Bey'e Amerika'da gösterilen alâkadan zâten duygulanmış olan Sultan Abdülmecid, dostluğunu belirtecek bu mermer kitâbenin hazırlanıp gönderilmesini irâde ettiği cihetle, şâir Zîver Paşa'dan (1793-1861) konuya uygun bir beyit tertiplenmesi istendi. Paşa da ebcedle târih düşürmeden, sâdece bu hâdiseyi tesbit için yazdığı üç ayrı beyti göndererek seçimini pâdişâha bıraktığını bildirdi. Sultan Abdülmecid'in beğendiği -üçü arasında gerçekten en güzeli olan- beyit şöyledir:
Devâm-ı hulleti te'yîd içün Abdülmecid Hân'nın
Yazıldı nâm-ı pâki seng-i bâlâya Vaşinkton'da
(Dostluğun devamını desteklemek için Abdülmecid Hân'ın temiz adı Vaşinkton'daki yüksek taşa yazıldı).
Bu beyit ondokuzuncu asrın hat ve mûsikî sahalarındaki zirve isimlerinden Kādıasker Mustafa İzzet Efendi'ye (1801-1876) celî ta'lik hattı ile yazdırıldı, yukarısına da pâdişâh tahta çıktığı vakit (1839) tuğrasını çeken Mehmed Hâşim Efendi'nin (ö. 1845) elde mevcud tuğralarından biri konuldu (Resim 2). Devrin Avrupa tesirindeki tezyînî anlayışına göre tezyinatı da yapıldıktan sonra hepsi taşa hâkkedildi ve bunların masrafı olan 3750 kuruş Bâbiâli'ce ödendi. Hazırlanması Eylül 1853'de tamamlanan kitâbe, gönderilmek üzere Amerika Sefâreti'ne teslim edildi; 1854 yılı başlarında yola çıkarılışında 390 kuruş tutan gemi navlunu da Babiâli'ce karşılanan bu armağan, Amerikan kayıtlarına göre 11 Mayıs 1854'de New York'a vâsıl oldu. Washington'a ne zaman ve nasıl getirildiği hususunda mâlumat edinilememiştir.
Biz yine Âbide'ye dönersek: Yirmi beş yıllık bir duraklamadan sonra, bu defa federal hükümetin maddî katkılarıyla yürütülmeğe başlanan inşaat 6 Aralık 1884'de bitirilmiş, 12 Şubat 1885'de de açılışı yapılmıştır, maliyetinin 1 milyon 350 bin dolar tuttuğu nakledilmektedir. Beyaz mermerden inşâ edilen Âbide'nin girişindeki kapı ve ellinci katta dört yöne bakan ikişer pencereden başka dış dünyaya açık bir tarafı yoktur. Tepesi, 9 inç (22.8 cm.) kalınlığında döküm alüminyumla kaplanmış 50 kadem (17.6 m.) yüksekliği olan bir piramit şeklindedir.
Kitâbeyle lisân-ı hâl üzere vedâlaşıp aşağıda kalan 340 basamağı inerken şunları düşündüm: Devrimizdeki gibi menfaat veya art niyet katılmadan, samîmi duygularla Washington'a gönderilmiş ve yine aynı hislerle buraya yerleştirilmiş olduğundan şüphe etmediğim bu kitâbe, diğer taşlarda George Washington'a medh ü senâda bulunulmasına mukābil, Osmanlı'nın –zeval devrinde bile– vakar ve nezâketi bir mermerde toplayışının ebedî ve edebî ifâdesi değil mi?
Bunca yıldır Osmanlı Türklüğümüzün sefîr-i kebîri gibi Âbide'de bizi temsil ederken tuğrası kazınmadan, hattı kasdî kazaya uğramadan, kendi öz vatanında pek çok kitâbenin başına gelen felâketten masun kalarak aşağılanmadan güven içinde saklanması, bu taş parçasının herhalde sessiz bahtiyarlığı olmalıdır. Tıpkı şâir Hâmi-i Âmidî'nin (ö. 1747) şu beytinde dediği gibi:
Ehl-i dil ârâm eder, her kande kim rağbetlenir,
Gâh olur gurbet vatan, gâhî vatan gurbetlenir.
(Gönül ehli olanlar nerede rağbet görürse orada kalır, bu sebeple bâzılarına yabancı iller vatan gibi olur, bâzan da vatandaki kıymet bilmeyenler arasında gurbetteymiş gibi hüzün duyulur).
Prof. Uğur Derman
(x) Resimaltı:
(x)Resim 1: Washington Âbidesi.
(x)Resim 2: Âbide'deki Osmanlı yâdigârı kitâbe.