Defterdar Nazlı Mahmud Câmii’nin minaresindeki kaybolan hokka ve kalem
Nazlı Mahmud Çelebi, Kānunî devri Osmanlı mâliyesinde takrîben yedi yıl birinci söz sâhibi olarak bulunmuşdur. Başdefterdarlığa ilk tâyini 11 Rebiülâhır 944 (17 Eylül 1537), azli ise 1542'dedir. İkinci defa 1544'de Başdefterdar olup, bu vazîfesini 1546 yılındaki ölümüne kadar sürdürmüşdür.
Kendisi İstanbulludur ve Nazlı Mahmud Çelebi adıyla tanınır. Hat san'atıyla ilgilenip bu yolda devir açan Şeyh Hamdullah'dan (ö.1520) aklâm-ı sitte denilen altı cins yazıyı meşketmişdir. Biz bugüne kadar kâğıda yazdığı bir hat örneğine rastlamadık. Fakat Müstakîmzâde Süleyman Sâdeddin Efendi, 1760-1788 yılları arasında kaleme aldığı Tuhfe-i Hattātîn isimli kaynak eserinde "Mahmud bin Abdülvedûd, el-mâ'dûdü'd-Defterî" imzâlı bir yazısını gördüğünü naklediyor (s.510-511). Buradan, Mahmud Çelebi'nin baba adının Abdülvedûd olduğunu öğreniyoruz. Yine aynı eserde Mustafa bin Süleyman Paşa (ö.1763) isimli hattat tanıtılırken, onun annesi tarafından soyağacının Nazlı Mahmud Çelebi'ye bağlandığı belirtiliyor (s.531). Nazlı Mahmud Çelebi'ye niçin bu lakabın verildiği bilinmez. Bizim bildiğimiz, "naz" hanımlara, "niyaz" da beylere yakışır. Hattâ eski bir şâirimiz:
"Ben her nekadar hasret isem, nâzına yârin,
Hasretdir o da harf-i niyâza dehenimden!"
diyor. Kısacası, "Yârim bana naz etmediği için, ben de ona yalvarmıyorum" demek istiyor. Bizim Mahmud Çelebi de, başdefterdarlığı esnâsında belki hazîneden para isteyenlere nazlanıyordu!
Birinci defterdarlığı sırasında Mahmud Çelebi, Eyüb-Ayvansarayı arasında sâhile yakın bir yere câmi inşâ etdirmişdir (Resim: 1) ve burası Mimar Sinan'ın çatılı yapılarındandır. Semt, işte bu Nazlı Mahmud Çelebi'nin külliyesinden dolayı Defterdar ismini almışdır. Bu küçük külliyenin mektebi, medresesi ve çeşmesi de aynı yılda yapılmış, fakat mekteb ve medrese zamanımıza gelmemişdir. Mahmud Çelebi'nin 1546'daki vefâtından sonra, câminin kıble tarafına onun için kubbeli bir açık türbe de inşa edilmişdir (Resim: 2). Fakat, hangi kırılası el, hangi tarihde onun kabir kitâbesini parça parça etmişdir (Resim: 3), bilemiyorum. Genişçe olan hazîre kısmına XIX. yüzyıla kadar defin yapıldığı, burada bulunan kabir kitâbelerinden anlaşılıyor.
Câminin kapısındaki 948/1541 tarihli Arabça manzûm kitâbenin hattı celî muhakkakdır, her iki tarafında celî sülüsle Kelime-i Tevhîd yer almakdadır (Resim 4-5). Hadîkatü'l-cevâmi'nin kaydettiğine göre, bu kitâbe, câminin bânisi Nazlı Mahmud Çelebi tarafından yazılmışdır ve doğrusu, böyle olması da yaraşır.
Külliye'den kalan câmi, çeşme ve türbe 1973'de yolun yükseltilmesiyle, zemînin bir haylı aşağısına inmişdir.
Şimdi asıl konumuza gelelim: Mahmud Çelebi bu câmii inşa etdirirken minârenin hilâl biçimli olması mûtad alemini, 90o' yle açılı ikiz şeklinde yapdırıp hilâllerin birleşdiği yere mâdenî bir hokka, içine de mâdenî bir kalem koydurmuşdur. Kaynaklar, bunun hüsn-i hatta olan muhabbetinden doğduğunu belirtmekdedir. 1766 büyük İstanbul zelzelesinde kalemin yerinden düşdüğünü, câminin tâmîri sırasında yeniden konulduğunu Tuhfe kaydediyor. Kalemin tekrar ne zaman düşdüğü belirsizdir. Belki 1894'deki depremde düşmüş olabilir. Esâsen câminin aslının kubbeli olduğu, 1895'deki tâmîrde çatılıya çevrildiği rivâyeti de vardır.
Burada görülen resmi (Resim: 6) 1971 veya 72 senesinde çekmişdim, yâni o yıllarda hokka yerinde duruyordu. Herhalde 1980'li yıllarda oradan bir geçişimde, artık hokkanın da yerinde durmadığını esefle gördüm (Resim: 7). Hemen içeri girip câmi vazîfelisinden bu hokkayı sordum; böyle bir şeyin varlığından bile haberi yokdu; aradığım hokka, herhâlde daha önceden düşmüş ve belki de hurda toplayanların eline geçip satılmışdı.
Bu vesileyle Eyüb Belediyesi ilgililerine bu hokka-kalemi yeniden hatırlatmak isteriz. Çünkü değil İstanbul'un, İslâm âleminin hiç bir yerinde bu hokka-kalem nüktesiyle karşılaşamayız. Dînî olmakdan ziyâde, benzersiz bir folklor malzemesi olarak, bu minârenin eski hâline getirilmesini ve vaktiyle çekdiğim resmin (Resim: 6) şimdiden sonra şu gösterdiğim şekle (Resim: 8) girmesini bekliyoruz.
Not:
Vakıflar Genel Müdürlüğü, 2007 yılındaki câmi tâmiri esnasında minaredeki hokka/kalemli alemi de ihyâ etmek istedi. Fakat neşriyâtımız nazar-ı îtibâre alınmadığı için minâreye eski hokka/kalemin âdetâ karikatürü diyebileceğim bir şeyler yerleştirildi. Bizde restorasyon faaliyetlerinin hangi seviyede ve ciddiyette icra olunduğunda işte bu hokka/kalem hikâyesi şehâdet eder.
(X) Resimaltları:
(X) R.1- Defterdar Nazlı Mahmud Çelebi Câmii.
(X) R.2- Nazlı Mahmud Çelebi'nin açık türbesi.
(X) R.3- Nazlı Mahmud Çelebi'nin kitâbeleri kırılmış kabri.
(X) R.4- Nazlı Mahmud Çelebi Câmii'nin kitâbesi.
(X) R.5- Câmi kitâbesinin bugünkü hâli.
(X) R.6- Minârenin aleminde duran hokka.
(X) R.7- Hokka ve alem düşdükden sonra minârenin görünüşü.
(X) R.8- Hokka ve kalemiyle minâre aleminin olması gereken görünüşü.
Prof. Uğur Derman
Ancak alıntılanan köşe yazısı/haberin bir bölümü, alıntılanan habere aktif link verilerek kullanılabilir. Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
- XX. asrın müzehhibesi: Rikkat Kunt (30.07.2021)
- Hüseyin Hâşim Bey’in Tanbûrî Cemil Bey hakkındaki rübâileri (23.07.2021)
- XX. asrın ebrû san’atındaki unutulmaz ismi: Mustafa Düzgünman (16.07.2021)
- XX. asrın unutulmayacak müzehhibi: Muhsin Demironat (09.07.2021)
- Said Paşa İmamı (02.07.2021)
- Osmanlı’nın Amerika’daki yâdigârı (25.06.2021)
- Vefâtının 40. yıl dönümünde Hâfız Kemâl Batanay (18.06.2021)
- Kubâ Mescidi kitâbesi (11.06.2021)