Kâğıda dâir - 2
(Bu makâlenin birinci bölümü geçen hafta neşredilmiştir)
Kâğıdın Boyanması
Kâğıd boyamak için, umumiyetle, nebatlardan istifade edilmişdir. Renk veren nebat suda kaynatılır; o rengi alan su bir tekneye boşaltılıp soğutulur, kâğıdlar içine batırılır, suyu emerler. Bazı eski kâğıdların büyük cinsleri, suya dayanıklı değildir. Onun için bunlar, teknede hemen kâğıdlığını kaybeder. Meşhur hattat Sâmi Efendi (1838-1912) büyük eb'adlı Hind âbâdisi kâğıdları boyamak için tekneye attığında, pelte gibi dağıldıklarını görünce emeklerinin boşa gidişine kızarak onları suyun içinden toplayıp, buruşturmuş, yumru hâline getirerek fırlatıp atmıştır. Halbuki, küçük boy Hind âbâdilerinde bu mahzur yoktur. Kâğıdlar kurutulunca istenen rengi alırlar. Yâhud da bu renkli su bir sünger veya gaz beziyle sarılmış pamuk yardımı ile kâğıd üzerine sürülür, sonra kurutulur. Bu usûlde, sürülme yolları leke gibi belli olabilir. Kâğıdın daha koyu renkli olması arzu edilirse, kuruduktan sonra tekrar tekneye daldırılır.
Kâğıd boyamakda kullanılan maddelere ve verdikleri renklere bir kaç misâl: Çay: Krem rengi * Cevizin yeşil dış kabuğu veya nar kabuğu: Kahverengi * Cehrî (tohum): Sarı * Al bakkam: Kırmızı * Mor bakkam: Mor (Bu son iki boya Hindistan'da bulunan bir ağacın odun kısmından talaş haline getirilir) * Şekerci ocağı isi: Şeker rengi * Soğan kabuğu: Kırmızımtırak…
Daha pek çok boyama vasıtaları varsa da, biz buraya en fazla kullanılanları aldık. Geçen asırda, hattatlığının yanı sıra kâğıd terbiye edip satması ile de tanınan Trabzonlu Ömer Vasfi Efendi (ö. 1824), kâğıdlarını yeşil renge boyar. Hattatlar arasında "Lâz Ömer kâğıdı" diye anılan bu kâğıdların renklendirilmesinde kullanılan boya bugün bilinmiyor. Kâğıd boyamasında kullanılan boyalar suda eriyen cinsdendir. Cisimli toprak boyalar kullanılamaz.
Bâzan yazı yazılacak kısım ayrı, etrafında boş kalacak kısım ayrı renge boyanır. Bu usule akkâse , böyle kâğıdlara akkâseli kâğıd denilir. Bunu yapmak için önce bütün kâğıd yazı yazılacak yerin rengine boyanır. Sonra yazılacak kısım o büyüklükde bir çinko plaka ile kaplatılır, etrafı için kullanılacak farklı renk, bir sünger yardımıyla sürülür. Ortada kalan yazı yazılacak mahalli boyamamak için, bu ikinci ameliye teknede yapılmaz. Boyanan kâğıdlar ekseriya ipe asılarak kurutulduktan sonra sıra âharlemeye gelir.
Bir de, akkâsenin arkadaşı vassâle vardır. Matbaanın olmadığı ve okumanın sadece yazma kitablara bağlı olduğu devirlerde, elle çevrilmekden (bilhassa Kur'ân-ı Kerîm'lerde) kenardan ortaya doğru yıpranan sahifeler, gitgide eserin mahvına sebeb olur. Bunun önüne geçmek için, sahifelerin esas büyüklüğünde kâğıdlar hazırlanıp, orta yerleri, yıpranan sahifelerdeki yazılı kısım büyüklüğünde oyulur. Sonra, bu yazılı kısımlar, oyukdan en ve boy îtibâriyle ancak mm. farkı ile fazla olarak kesilip çıkartılır ve kenarlarından oyuk yere yapıştırılır. Yapışırken üstüste binen kısınlar, kitabı kalınlaştıracağından, husûsî çekiçle döğülerek bu işin büyük bir ustalıkla yapılması lâzımdır. Eskiden vassâle yapmakla geçimini temin eden ve vassâl denilen bir zümre varmış.
Âhar
Bugün kullandığımız kâğıdlar, yüzü parlatılmış olarak îmal ediliyorsa da, üzerine mürekkeble bir şey yazıldığında, çıkarmak imkânı olmaz. Çünkü mürekkeb, kâğıdın dokusuna nüfuz eder. Halbuki, eski usul cilâlanmış (âharlanmış) kâğıd üzerinde bir koruyucu tabaka teşkil eden âhar, isden hazırlanan mürekkebi kâğıdın bünyesine geçirmeden kendinde tutar. Böylece nemli pamukla silinerek, yalanarak veya kazınarak, yazı, kâğıd üzerinden çıkartılabilir, düzeltilebilir. Âharlanan kâğıd eskidikçe güzelleşir.
Eskiler âharleme tekniği olarak neler neler denemişlerdir. Bunlardan bir kaçını misâl olarak vermeden önce, merhum Nihad M. Çetin'in (1924-1991) âşıkâne bir beytini kayd edelim:
Dâsitân-ı dili tahrîre ezelden beri biz
Safha-i kalbimizi aşk ile âharlemişiz
(Gönül destânını yazmak için ezelden beri kalb sahîfemizi aşk ile âharlemişiz)
Yumurta âhari: Birkaç taze tavuk yumurtasının yalnız akları küçük ve derin bir kâseye alınır. Yumurta büyüklüğünde bir şap parçası elle bu kâsenin içinde dairevî şekilde çevrilmeğe başlanır. Yumurta akları önce şeffaflığını ve lüzûcetini kaybeder, yoğurt gibi koyulur, şap döndürülmeğe devam edilir. Yumurta akları tamamen su kesilir, üstü köpük bağlar. Artık şapın vazifesi bitmişdir. Kâse biraz eğriltilir ve birkaç saat öyle bekletilir. Bu arada köpük sertleşir ve kâsenin kenarlarına yapışır. Bu, bir yerinden delinerek dipde toplanan su hâlindeki yumurta akı başka bir kaba aktarılır. Şâyed köpük ayırd edilmeden âhar yapılırsa bunlar sürüldüğü yerde göz göz kalarak orada âharın atmasına sebeb olur. Âharlenecek kâğıdlara bir sünger veya -liflerin kâğıda yapışmaması için- gaz beziyle sarılmış bir tutam pamuk yardımıyle bu yumurta akı sürülür. Eğer âharın hafif olması isteniyorsa bir kat sürmek yeter (tek âharlı kâğıd). Daha kuvvetli âhar icab ediyorsa, kuruduktan sonra (kurutmalar daima gölgede yapılır) birinciden farklı istikāmetde (ilk âhar soldan sağa ise ikincisi yukarıdan aşağı olmak üzere) bir kat daha yumurta akı sürülür. Böyle kâğıda çift âharlı veya çiftâli kâğıd derler.
Nişasta Âharı: Bir kapda su kaynayadursun, başka bir kabda soğuk su ile ezilen nişasta bu kaynayan suyun içine atılır. Bir parça jelâtin de ilâve edilirse daha iyi netice verir. Nişasta iyice piştikden sonra süzülür ve bir sünger yardımı ile bir, yâhud iki kat olarak kâğıda sürülür, üzerine bir kat da yumurta âharı çekilirse bundan daha âlâsı olmaz. Necmeddin Okyay hocamızın anlattığına göre kendilerinin âhar muallimi olan Özbekler Şeyhi Edhem Efendi (1826-1904) nişastanın pişmesini, içine sokduğu yanmış ve külsüz bir kömür parçası ile anlarmış. Kömür sönerse, nişasta daha pişmemişdir, sönmezse pişmişdir.
Un Âharı: Nişasta yerine unla da -jelâtinsiz olarak- âhar yapılmışdır.
Gomalaka Âharı: Cilâcıların kullandığı gomalaka, ispirtoda eritilerek gaz bezine sarılı pamukla âharlanacak kâğıda sürülür. Eski bir kâğıd tomarı içinde gördüğümüz ve üstündeki tarihe nazaran 1296 hicrîde âharlendiği anlaşılan bir kağıdda "Bu kâğıdın âharı gomalaka ve ispirtodan yapılmışdır" kaydı vardı. Çok güzel yazı yazılıp tashih olunabildiğini tecrübe ile anladım. Eski kitablarda bu âhar tertibine rastlanmıyor. Bugün tinerle inceltilmiş selülozik vernik de acele bir âhar olarak kullanılabilir.
(Yazının devamı gelecek hafta…)
Prof. Uğur Derman
Ancak alıntılanan köşe yazısı/haberin bir bölümü, alıntılanan habere aktif link verilerek kullanılabilir. Ayrıntılar için lütfen tıklayın.