Şu yazıyı okumadan önce elinizde, cebinizde veya masanızda bulunan kalemlere alıcı gözle bir bakınız lutfen... Bugün en yaygın şekil olan tükenmez kalem mi, yâhud daha modern görünüşlü keçe kalem mi kullanıyorsunuz? Yoksa, modası geçmiş sayılmakla berâber, asâletinden kaybetmeyen dolma kaleminiz mi var? Bunlardan hangisi olursa olsun; yine de kurşun kalem, yardımcısı silgi ile birlikde hizmete hazırdır. Şimdi onlarla yazmayı bir tarafa bırakın da, sualime bir cevab bulunuz bakalım: Eskiden, bu saydıklarımdan evvel kalem olarak ne kullanırdık?
Tüy kalemi bir yana bırakalım. Çünkü Batı'da yaygındır; ancak XV. Louis stili ve benzeri masaların en mûtenâ yerine kurulur, bizde değil... Bir ahşab, yâhud mâdenî sapa takılı ve hokkaya batırılıp yazılan çeşitli madenî uçlar derseniz; evet, Avrupa menşeli olmakla beraber, bizde yüz yıldan fazla kullanılmışlardır. Peki, daha eski asırlar boyunca yazma vasıtası olarak elde tutulan başka kalemler yokmuydu? Var tabiî... Lâkin biz, önce İlâhî hıtabda geçen kalem mefhûmunu tanıtmağa çalışalım: "Oku! Rabbin sonsuz kerem sâhibidir * Ki kalemle yazmayı öğreten O'dur". (Kur'ân-ı Kerîm, 96 / 3-4)
İslâm Peygamberi'ne gelen ilk İlâhî hıtabda yeri olan "Kalem" in, bu dînin mensubları nezdinde kazandığı şeref ve gördüğü hürmet nâmütenâhîdir. Yine "Kalem" ismiyle anılan 68. sûrenin ilk âyetinde de, Cenâb-ı Hak, bir kavle göre "mürekkeb hokkası" demek olan "Nûn"a, ayrıca "Kalem" e ve onun yazdıkları üzerine kasem etmekdedir: "Nûn, Kalem ve yazdıkları satırlar hakkı için…"
Her iki âyetdeki "Kalem"in, bildiğimiz mânâsından başka, "Levh-ı Mahfûz"u -yâni kâinatın yaradılışında takarrür eden "Kader"i- yazan "İlâhî Kalem" rumuzu olarak tefsîri de vardır. Nitekim, "Allah önce kalemi yarattı ve kendisine 'Yaz' dedi. Kalem 'Ne yazayım Yarabbi?' deyince 'Kader'i yaz' dedi. Kalem de o anda olanı ve kıyamete kadar olacakları yazdı" meâlindeki hadîs-i şerîf de bunu teyid etmekdedir. Mutasavvıf şâir Osman Şems Efendi'nin (1817-1893):
Lisân-ı gayb, olur esrâr-ı gayb iş'ârına kâfî,
Ne gam, olsa nazardan, levh-ı mahfûz'a, kalem nâbûd.
beytinde söylediği gibi, "Kader" yazıldıktan sonra artık "Kalem" yok olsa da "Levh-ı mahfûz"a göre ne gam! Kısacası, Allah indinde hangi mânâda olursa olsun, kalem, üzerine yemin edilmeğe değer.
Nasıl ki, ağzımızda kımıldayan bir et parçası sâyesinde, merâmımızı söyleyebiliyoruz; o nârin kalemin hareketleri de, elimizin lisâna gelmesini sağlamaktadır. Karşımızdakilere dilimizle anlatabildiklerimizi, uzakdakilere, hattâ asırlar ötesindekilere kalemle ifâde ederiz. İşte yüzlerce, binlerce yıl öncesinden kalan yazılı eserler, kalemin mârifeti değil mi?
Câhillere devât ü kalemden ne fâide?
Dilsizlere zebân ile femden ne fâide?"
(Câhillere hokka ve kalemden, dilsizlere dil ve dudakdan fayda gelir mi?)
LİSÂNIMIZDA "KALEM"
Kalemin ehemmiyetini belirtmeğe çalışırken, Türkçe'ye onunla ilgili olarak girmiş kelime ve tâbirlerden bulabildiklerimizi, mânâlarıyle birlikde sıralayalım:
Kalem: (Çokluk şekli: Aklâm) Yazmak için kullanılan her çeşid âlet. Eskiden, bu kelime ile hatıra, evvelâ, "kamışın yazı yazmak üzere yontulmuşu" gelirdi.
Kalem-i A'lâ: Akl-ı evvel, nefs-i küll, Levh-ı Mahfûz.
Kalem: Müfredat defterine aynı sıra veya numara ile yazılan bir kısım eşya.
Kalem: Mâden, tahta veya taş üzerine hâkk etmek (oymak) için kullanılan keskin uçlu çelik âlet.
Kalem: Dokuma üzerine boya ile nakış yapmağa mahsus tüy veya tahta âlet.
Kalem: Aşı maksadıyle, yabanî ağaca konulan ehlî ağaç parçası (Kalem aşısı, aşı kalemi).
Kalem: Çiçek aşısında kullanılan âlet (Aşı kalemi).
Kalem: Eskiden resmî dâirelerdeki yazı işleri kısmı (Muhasebe kalemi, mektubî kalemi, nişan kalemi gibi).
Kaleme gelmemek: Ehemmiyeti olmamak.
(Bu son iki tâbirin kullanıldığı, Muallim Nâci'den (1850-1893) cinaslı bir mısra': "Kendi bâzan gelir ammâ, sözü gelmez kaleme!")
Şeş kalem (Aklâm-ı sitte): Altı kalem. Yazı san'atında Hattat Yâkûtü'l- Musta'sımî'nin (ö. 1298) koyduğu kāidelerle ortaya çıkan altı cins yazı: Sülüs * Nesih * Muhakkak * Reyhânî * Tevkî' * Rıkā'.
Kıl kalem: Müzehhib fırçası.
Kaleme dönmüş: Zayıflayıp kalem gibi incelmiş.
Kalemzen: Yazan, kâtib.
Kalemkeş: Kalem çeken, kâtib.
Kalemzede: Not tutulmuş, yazılmış
Kalemdan: Kalemlik, kalem kutusu
Kalemtıraş * Kalemtıraşcı: Kalem açmağa mahsus âlet ve yapıp satan kimse.
Taklîm: Çok eser te'lîf etmek.
Maklûm: Kesilip yontulmuş.
Ehl-i kalem * Sahib-kalem * Erbâb-ı kalem: Yazdığını bilme, bildiğini yazma meziyetini hâiz kimseler.
Erbâb-ı kalem terbiyet-âmûz-ı ümemdir.
Adâb-ı ümem, mâhasal-i feyz-i kalemdir.
Yenişehirli Avni Bey (1826-1884)
(Kalem erbâbı milletleri terbiye edenlerdir. Milletlerin ilm ü edebi, kalemin feyziyledir).
Erbâb-ı seyf ü kalem: Askerliği meslek edinenlerin edîb olanları.
Kalemrev: Bir hükümdar veya devletin emrine tâbi' olan yerler.
Kalemgîr: Üzerinde kalemin zahmetsizce yürüdüğü kâğıd.
Kalemkâr: Herhangi bir zemine kalemle nakış işleyen.
Kalemkârî * Kalem işi: Kalemle işlenmiş nakış.
Kalemiyye: Yazı ücreti.
Kalem açmak * Kalem yontmak: Kalemi yazacak hâle getirmek üzere kalemtıraşla açmak.
Kalem ucu: Kalemin yazan kısmı, dili.
Kara kalem: Sadece siyah kalemle resim yapma tarzı.
Kalemi kırık: Kitâbeti (yazış tarzı) zayıf olan.
Kaleme almak: Bir mevzuu işleyerek yazmak (Kompozisyon).
Eli kalem tutmak * Kalemi kuvvetli: Yazış tarzı yerinde olmak.
Kaleminden kan damlamak: Kaleminin ifadesi fevkalâde olmak.
Fasîhü'l-kalem: (Yazı san'atında) Elinden fena harf çıkmayan, dâima iyi yazan hattat.
Kalemi lisanından fasîh: Fazla konuşmaksızın yazıyla meşgul olan hattat.
Bir kalemde (Tek kalemde): Bir tek defada.
Kalem böreği: İnce uzun börek.
Kalem parmaklı: Uzun ve düzgün parmaklı olan kimse.
Kalemen: Yazı ile, tahriren.
Ceffe'l-kalem: Düşünmeden hüküm vermek.
Bir takallüb görür isen bende,
Etme ceffe'l-kalem, beni ta'yîb.
Bu takallüb umûma şâmildir,
İnkılâb, etti herkesi taklîb.
Müderris Ferid Kam (1864-1944)
(Bende bir değişiklik görürsen, düşünmeden ayıblama. Zîra, bu değişiklik umûmîdir. İnkılâb herkesi değiştirdi).
Kalem böyle çalınmış: Kader böyle yazılmış.
Kalem tartmak: Yazı yazmak.
Kalem öğretmek: Yazı öğretmek
Kalem çekmek * Kalem silmek: Çizmek, silmek.
Çok emek, zahmet çekip gördüm elem,
Şimdi hoş, "Temmet" deyip sildim kalem
(Çok emek ve zahmet çekip elem gördüm. Şimdi artık "Tamam oldu" deyip hepsini sildim).
Kalem efendisi: Resmî bir dâirenin kaleminde vazîfeli kâtib.
Kaleme çırağ olmak: Resmî bir dâirenin kaleminde yeni vazîfe almak
Kaleme gitmek * Kaleme müdâvim: Dâire kaleminde vazîfeli
Hokka kalem * Kalem hokka: Basit yazı takımı
Kalem kulaklı: Dik ve düzgün kulaklı at.
Me'hazlarımızdan tesbît edebildiklerimiz bu kadar… Görüldüğü vechile, mektebimizden mutbağımıza kadar giren bir yığın mânâ zenginliği… Dilimizin, şimdiki gibi kuşa çevrilmediği eski devirlerde, bu mefhumları bilip söyleyenler elbette çokdu. Lâkin, artık:
Zamâne dilsizi oldu elimdeki hâme,
Bugünkü Türkçe için, ben de terceman ararım!
Fârisî asıllı hâmenin de kalem demek olduğunu, Tâhirü'l-Mevlevî'nin (1876-1949) bu hüzn-âver beyti bize hatırlattı. Merhum sağ kalıp, bir de günümüzün Türkçe'sini görmeliydi… Hâmenin kalem mânâsıyla yer aldığı, şâiri meçhul bir kıt'ayı da şuraya kayd edelim:
Söyle hâmem, sânihâtü'l-aşk pinhân kalmasın
Mu'cizât-ı tab'ımı inkâre imkân kalmasın
Öyle mahzûnâne tasvîr et ki, cûş-i giryemi,
Arzû-yı giryeden vâreste vicdân kalmasın.
(Söyle ey kalemim! Aşkın düşündürdükleri gizli kalmasın, yaradılışımın mûcizelerini inkâra imkân kalmasın. Göz yaşlarımın akışını öylesine tasvîr et ki, onları dökmek arzusundan kurtulmuş vicdan kalmasın).
Farsça kilk kelimesi de kalem mânâsına gelir. Yesarîzâde Mustafa İzzet Efendi (ö.1849), Mevlevî dergâhlarına yazdığı şâheserlerine bâzan şu manzum imzayı koyar (Resim 1):
Feyz alır dergeh-i Mevlânâ'de / Eser-i kilk-i Yesârîzâde.
(Yesarîzâde'nin kaleminin eseri, Mevlâna'nın dergâhında mânevî saâdet bulur). Tarîkat pîrlerinin adını yazdığı levhalarında ise Sâmi Efendi'nin (1838-1912) şu imzası görülür: Sâye-i Pîr'de alsın nâmı * Eser-i kilk-i Mehemmed Sâmi (Bu tarîkat büyüğünün sâyesinde Mehmed Sâmi'nin kaleminin eseri nam kazansın).
Bu umûmî girişden sonra, şimdi de, ecdâdımızın geçmiş asırlardaki "Kalem Medeniyeti"nden bahsedeceğiz. Kurşun, sâbit, boyalı, demir, mürekkebli (dolma), keçe ve tükenmez kalemlerle mâdeni uçlar (Resim 2), geçen ve geçmekte olan asırların teknik gayretiyle ortaya çıkmışlardır. Mâdenî uçlar, 1839'dan sonra Avrupa'da pahalı olan tüy kalemin yerini almış, mekteblerimizde Fransızca öğretimine başlandıktan sonra bize de girmişdir. Bundan dolayı Batı'da Osmanlı pazarı için خطاط (hattat) markalı mâdenî uçlar îmâl edilmişdir. Târihimizde demir kalem kullanılışına dâir bir istisnâyı da burada belirtelim: Süleyman Âhenîn Kalem (demir kalem) nâmıyla mâruf, XVII. asır hattatlarından biri için, Suyolcuzâde Necîb Efendi, Devhatü'l-Küttâb isimli eserinde diyor ki (s. 61-62): "…Kendisine mahsus timurdan masnû' (demirden yapılmış) kalem ile çok Mushaf-ı Şerîf yazmışdır. Ben kendisiyle görüşdüm. O timur kalemle yazmak için tecrübe ettim, bir nokta bile koyamadım. Halbuki, o yazarken, temâşâsı hayret verirdi…"
Kaz kanadından yapılan tüy kalem ise, eskiden Garb'de kullanılan bir yazı âletiyken, 1839'da îlân olunan Tanzîmat'dan sonra bizde de resmî makamlarca benimsenmeğe başlanmıştır. İşte bu son sayılanlar, kültür târihimizi alâkadar etmedikleri için mevzuumuz hâricinde kalıyorlar.
(Yazının devamı gelecek hafta…)
Prof. Uğur Derman
Resimaltları:
Resim 1: Yesarîzâde Mustafa İzzet Efendi'nin Hz. Mevlânâ levhası altındaki manzum imzâsı (Galata Mevlevîhânesi).
Resim 2: Avrupa'da Osmanlı pazarı için îmâl edilmiş "Hattat" markalı mâdenî uç.