Sarı Mürekkeb:
Sarı mürekkeb îmâlinde kullanılan zırnığın iki nev'i vardır: Sarı zırnık (zırnıh-ı asfar); altınbaş zırnığı (zırnıh-ı ahmer). Bu ikincisi turuncu renkli olup, her ikisinden de mürekkeb yapmak maksadıyle istifade edilir. Zırnık tabiatta bulunan çok sert, arsenik sülfür maddesinin, destseng yardımıyle zahmetlice ezilmesi ve arabzamkı mahlûlü katılması ile sarı mürekkeb şeklinde kullanılır. Bu mürekkeb, hokkada değil de kurudukça su ilâve etmeğe müsâid olan deniz kabuğu içinde tutulur (Resim 1). Sarı mürekkeb beyaz zeminde göstermez. Ancak siyah zeminde, sonradan harflerin etrafı iğne ile delinerek kalıb ittihaz edilecek olan celî (iri) yazıların hazırlanması için gereklidir. Bu gibi yazılar levha şeklinde kullanılamaz. Çünkü zırnığın en büyük kusuru güneşde, hattâ gün ışığında bile solup renginin uçmasıdır. Buna rağmen tercih sebebi, zırnıkla yazılırken müteaddid defalar tashih imkânının bulunmasındandır. Celî gibi fazla tashîhe muhtaç yazılarda, meselâ elden beğenilmeyecek bir harf çıksa, bunu, zemînin de rengi olan siyah mürekkeble hemen örtüp, üzerine yeniden yazmak imkânı bulunur (Resim 2). Son devrin celî hattatlarından Ömer Vasfî Efendi (1880-1929) bu şekilde çok kere yazılıp bozulmuş, tekrar düzeltilmiş bir zırnıklı yazısını, hocası Sami Efendi'ye (1838-1912) gösterdiğinde, üstâdı her zaman olduğu gibi kendisine takılarak: "Zırnıkla yaz, mürekkeble sil, tekrar yaz... Beğenme, sil… Kuzum, sen bu kâğıdı yazmadan evvel tartdın mıydı?" demiştir.
Altın Mürekkebi (Zermürekkeb):
Varak altınların arab zamkı veya bal yardımı ile ezilip süzülmesinden sonra, jelâtin mahlûlü ile karıştırılarak sulandırılan altın, fırça vasıtasıyla kalemin ağzına sürülür ve böylece yazılmağa devam edilir. Kuruduktan sonra zermühre denilen parlak küçük bir taş ile mat olarak parlatılır (Resim 3). Altınla yazılmış yazılara zer-endûd (sürme altın) denilir (Resim 4). Zer-endûd yazının hazırlanması için koyu zeminli mukavvaya kalıb silkelendikden sonra, tebeşir tozlarını ta'kîb ederek ezilmiş altınla yazının önce tahrirleri çekilir ve içi altınla doldurulur (Resim 5).
Üstübeçle yapılan beyaz mürekkebden (Resim 6) başka mavi, yeşil ve gül renkli mürekkeblerin kullanılması nâdir olduğundan, burada onları ayrıca incelemeyeceğiz. Meraklıları, sâir yazmadığımız terkiblerle beraber, bunları makālemizin sonunda yer alan me'hazlardan bulabilirler.
Mürekkeble Alâkalı Olarak Kullanılan Malzemeler:
Hokka:
Eskiden yazı ile meşgul olan herkesin cebinde, çekmecesinde bulunan mürekkeb kabına hokka denilir (Resim 7). Umumiyetle mâdenî (Resim 8), nâdiren cam, bâzan da sırlı toprakdan olur. Müzelerimizde çok san'atlı hokkalar vardır. Hokkanın kapağı açık kalırsa, havada dâimî uçuşan toz zerreleri bunun içine doluşup mürekkebi bozar, kamış kalemle hattı çekerken mürekkebe bulanmış tozlar yazıyı taşırıp berbâd ederler. Bunun için kapağın açık kalmamasına dikkat edilir.
Zaman zaman kendilerine yazı târif eden üstâda tâzîmen, pâdişahların elinde makām-ı tevkîre yükselen hokka, yâr-ı vefâkârı kalemle beraber asırlardır bir minârenin alemine yerleşip yazı san'atının sembolü olagelmiştir: Haliç'in Defterdâr semtindeki bu câmiye dâir resimli mâlûmâtı Ömrümün Bereketi 1, İstanbul 2011, s.374-379'da okuyabilirsiniz.
Divit ve Kuburlar
Klâsik güzelliğin tarifinde geçen "hokka ağızlı"dan tutun da kalemin batırıldığı "mürekkeb hokkası"na kadar, dilimizde yer eden hokka edebiyatı, artık bir tarih olmuşdur denilse yeridir. Güldüğünde kulaklara kadar açılan ağızların ve yazarken mürekkebini kendi deposundan harcayan "süper" kalemlerin moda olduğu şu devirde, eh, bize de hokkanın tarihini anlatmak düşer!
Geçmiş asırlarda yazmakla alâkası olan herkesin cebinde, yâhud kuşak arasında veya yazı çekmecesinde taşıdığı mürekkeb hokkası daha çok madenî olarak yapılırdı. Cam ve seramik hokkalar da vardır. Eskiden, gülsuyu serpmeğe mahsus Çin yapısı gülabdanların boğazı kesdirilip, dip tarafı mürekkeb hokkası olarak kullanılırdı. Bunlar altın, gümüş gibi kıymetli madenlerden yapılan kapak ve ayaklarla tamamlanırdı. Madenî hokkalar yalnız başına kullanılmakdan ziyâde, daha aşağıda tanıtacağım divit ve kubur kalemdanlara bağlı olarak taşınırdı.
Hat üstâdları, yetiştirmekde oldukları talebeye yazı öğretirlerken, talebenin hokkayı elde tutarak hocasına hürmet göstermesi köklü geleneklerimizdendi. Osmanlı Pâdişahları'nın içinde yazı san'atıyla uğraşanlardan Sultan Bayezid-i Velî'nin Şeyh Hamdullah'a (1429-1520), Sultan II. Mustafa'nın da Hâfız Osman'a (1642-1698) hokka tutdukları birer târihî vâkıadır. Hattâ, Hâfız Osman'ın san'atına hayran olan Sultan II. Mustafa, yine bir gün hocasının hokkasını tutarak onun yazışını seyrederken, heyecanla: "Bundan sonra artık bir Hâfız Osman da yetişmez!" der. Bu söz üzerine koca san'atkâr başını, yazmakda olduğu hat şâheserinden kaldırıp, yanında oturan Osmanlı Sultanı'na dönerek, bakın nasıl cevab verir: "Hocası yazarken, Efendimiz gibi hokkasını tutan pâdişahlar bulundukça daha çok Hâfız Osmanlar yetişir Hünkârım!". Bu sözlerin derinliğinde devletin san'ata verdiği kıymet, san'atkâra kazandırılan gayret, o hâl ile san'atın da taşıdığı hürmet gizlidir azîz okurlarım.
Şimdi siz, Avrupa usûlü mürekkeb hokkalarına bakıp da, bizim is mürekkebinin de hokkaya doğrudan doğruya konulduğunu sanmayınız. Öyle bir şey olsa, hokkaya daldırılan kamış kalem o kadar fazla mürekkebe bulanır ki, bunu kâğıda olduğu gibi bırakır. Halbuki hokkanın içine lika denilen ham ipekden bir tutam, su ile yıkandıkdan sonra yerleşdirilip de mürekkeb bunun üstüne dökülürse, lika, mürekkebi sünger gibi çeker ve kalemin hafifçe bastırılmasıyla lüzûmu kadarını onun ağzına bular. Hiç ham ipek gördünüz mü (Resim 9). Tonton bir dedenin bembeyaz sakalından bir tutam gibidir. İşte bu lika, mürekkebi içinde tutduğu için, hokka başaşağı dönse bile dökülme tehlikesi yokdur. Eh, herkesin belinde divit taşıdığı o devirlerde, doğrusu bu çok yerinde bir çâredir (Resim 10). Divit kalem, makta', kalemtıraş gibi malzemenin içine yerleşdirildiği bir hazneye sâhibdir. Bunların sadece kalemleri muhâfaza edecek tarzda olukları olan cinsleri de mevcuddur (Resim 11).
Prof. Uğur Derman
Resimaltları:
Resim 1: Zırnık mürekkebinin içine konulduğu deniz kabuğu (dıştan ve içten).
Resim 2: Nazif Bey'in zırnıkla yazıp sonra is mürekkebiyle tashih etdiği celî sülüs bir kalıbı.
Resim 3: A) Osmanlı varak altını. B) Avrupa varak altını. C) Ezilip bir cam kaba aktarılmış altın. D) Üç aded zermühre.
Resim 4: Tuğrakeş Hakkı Bey'in zer-endûd olarak işlenmiş celî sülüs bir levhası.
Resim 5: Tuğrakeş Hakkı Bey'in zer-endûd bir yazıya ön hazırlığı.
Resim 6: Neyzen Emin Yazıcı'nın üstübeç mürekkebiyle yazdığı celî sülüs bir kalıb.
Resim 7: Mâdenî bir hokka.
Resim 8: Gümüşden ma'mûl bir yazı takımı.
Resim 9: Lika ve yanında hokkası.
Resim 10: Gümüşden ma'mûl bir divit.
Resim 11: Kalem oluklu bir divit.