Kâğıda dâir - 6
(Bu makâlenin beşinci bölümü geçen hafta neşredilmiştir)
Gerek mıstar, gerekse kâğıd makası kâğıdın ayrılmaz dostlarından olduğu için onlara da bu sahîfeleri açmayı münâsib bulduk. Hiç duvar örülürken seyrettiniz mi? Şâyet seyrettiyseniz, tuğlaları düzgün sıralayabilmek için duvarcının bir ipi duvarın iki ucu arasında gerdiğini, örme intizâmını böylece sağladığını görmüşsünüzdür. Bu ipin ne olduğunu sorsanız usta size, mastar cevâbını verecekdir. Oysa bu, galat bir telâffuzdur ve doğrusu mıstardır.
"Bu akıldâne şimdi de bize duvarcılık dersi mi veriyor?..." derseniz, hâşâ... duvarcılıkla mânen ve maddeten bir ilgim yokdur! Ancak mıstarın yazı san'atımızdaki ehemmiyeti dolayısiyle, bu yazımızın büyük bir bölümünü ona tahsis ediyoruz.
Bırakın eski san'at yazılarımızı, benim gibi seksenini aşmış lâtin alfabesi neslinin tahsil çağlarında, mekteblerin haftada bir saat güzel yazı dersi vardı. Ders veren hoca, karatahtanın iki ucundan gerilmiş ve tebeşir tozuna bulanmış bir ipi şöyle ortasından kendine doğru bir çeker ve bırakırdı. İp, her tarafından hızla dokunduğu karatahtada beyaz ve düzgün bir iz hâsıl ederdi. Bunun hemen yakınında aynı ameliye tekrarlanır, bu çizgilerin dar aralığına Lâtin harflerinin gövde kısımları, üste ve alta da kuyruk uzantıları resmedilerek aynını yapmamız istenir, gözlerimiz intizam ve güzelliğe alıştırılırdı. Şimdi böyle şeyler zâid görüldüğünden, kargacık burgacık yazılar üniversite mezunları için bile tabiî sayılıyor.
Kısacası; yeni olsun, eski olsun her harfin, satır çizgisinde (yani mıstarında) bulunması îcab eden bir yeri vardır. Bunun üstünde veya altında kalan harf, güzel yazılmış olsa bile göze hoş görünmez.
Eski san'at yazılarımızda da harflerin hangi kısmının satır çizgisi hizasından geçeceği, kāide hâlinde hattatlar tarafından bilinir ve bu mıstar kāideleri, hat san'atında yeni yetişenlere de öğretilirdi. Mıstarı düzgün olan yazı için "yazı satıra oturmuş..."; aksine bozuk olanlar için de, "harfler satırda hora tepiyor" tâbirleri eski üstâdlar arasında sıkça kullanılmışdır.
Mıstar kāidelerini bilhassa Osmanlı Türkleri tesbît etmişlerdir. İntizâmın yazıda bir ifâdesi olan bu kāidelere, aynı yazıyı kullanan diğer İslâm kavimlerinde bizdeki kadar riâyet olunmamışdır. Meselâ Mîr Aliyyü'l-Kâtib'in (ö.1528) şu sahifedeki nesta'lîk kıt'asına bakılırsa (Resim 1), bu emsâlsiz kıt'ada kelimelerin, bizdeki ta'lîk mıstarı kāidelerine göre yerleşmediği görülecekdir. Zîra nesta'lîk denilen Îran ta'lîkınde yazının satıra oturması değil, kelimelerin bir âhenk dairesinde elden çıkdığı gibi terkîb edilmesi aranır. Türk ta'lîkınde ise kelimeler yerli yerince satıra oturmuşdur. Bu fark, estetiğin her millete göre tefsirinden doğmakdadır. Bizim zevkımize böylesi uymamışdır.
Harflerin satır çizgisinin üstünde ve altında kalış nisbetleri bellidir. Bunu meraklı okuyucularımıza da göstermek için bir Kur'ân-ı Kerîm sahifesindeki mıstar çizgileri sonradan tarama ucuyla çizilmişdir. Hattat, mıstardaki bu çizgilere rehber kabul ederek harflerini ona göre bu çizgilere oturtmuşdur (Resim 2). Satır çizgileri tesbit edildikden sonra, bunun her sahîfe için tatbikı nasıl olur? Meselâ bir Kur'ân-ı Kerîm yazarken her sahifenin satırlarını ayrı ayrı çizip (satırlar umumîyetle 11-15 arasında değişir), yazılması bitince bunları teker teker silmek başa çıkar mı? Sonra, bu gibi emek isteyen mubarek san'at eserlerinin revaçda olduğu geçmiş asırlarda kurşun kalem ve silgi de bilinmiyordu.
Bu mevzuda eskiler pratik bir çare bulmuşlardır. Meselâ Osmanlı Türkleri'nde en çok kullanılan nesih hattı ile yazılacak sahîfelerin yazıyla kaplanan sâhası ve satır araları bir mukavva üzerinde çizgiyle tesbit edildikden sonra, bu çizgilerin başlayış ve bitiş noktaları arasında bir ibrişim iplik, iki ucu altdan dikişlenerek gerilir, böylelikle çizgiler âdetâ kabarık bir hâle getirilmiş olur (Resim 3). Yazının yazılacağı her bir âharli kâğıd yaprağı, dâimâ aynı yere getirilmek kaydıyla bu mukavvanın üzerine kapatılır. Yıkanıp, yağdan arıtılmış parmaklar, ibrişimin hemen üstüne gelen yerden kâğıda temas etdirilerek dolaştırılırsa, satır çizgileri kabartma iz hâlinde kâğıda çıkarılmış olur. Böyle kâğıdlara mıstarlanmış kâğıd denilir.
Aynı usûl sülüs-nesih kıt'a ve meşkler için de tatbik olunur. Mâil ta'lîk kıt'aları yazarken Yesârî Es'ad Efendi'ye (ö.1798) kadar -Îran ta'lîk tavrı benimsendiği için- mıstara lüzum görülmemiş, son devirlerde ise usta hattatların melekesi, Türk ta'lîk hattını düzgün olarak yazmayı başarmışdır.
Mıstar bahsini bir Îranlı şâirin şu nüktesiyle bitireyim; fakr ü zarûret içinde kalan Kelîm-i Hemedânî diyor ki: "Zâfiyetden vücûdum o hâle geldi ki, altımdaki döşek mıstarlanmış kâğıda döndü!..." Şâir, zayıflıkdan iyice ortaya çıkan kaburga kemiklerinin bir sahîfe mıstarını andırdığını ve döşekde, mıstarlanmış kâğıd gibi iz bırakdığını hazin bir şekilde ifâde etmekdedir.
(Yazının devamı gelecek hafta…)
Resimaltları:
Resim 1: Mîr İmadü'l-Hasenî'nin mâil ta'lîk bir kıt'ası.
Resim 2: Mıstar çizgilerinin belirtilmiş görünüşü.
Resim 3: Kitab ve sülüs-nesih kıt'a için mıstarlar.
Prof. Uğur Derman
Ancak alıntılanan köşe yazısı/haberin bir bölümü, alıntılanan habere aktif link verilerek kullanılabilir. Ayrıntılar için lütfen tıklayın.