Tevkî’ ve Rıkā’ (İcâzet) Hatlarına Dâir
Aklâm-ı sitte olarak adlandırılan altı cins yazının ikisini bahis konusu etmezden önce, bâzı yazı nevîlerinin kalem, bâzılarının da hat olarak anılma sebebini kısaca belirtelim:
Tûmâr gibi bir ana hattın yazıldığı kalemin ağız enlerine göre (nısf, sülüs, sülüseyn…) geliştirilen farklı yazılar kalem olarak adlandırılır: Kalemü's-sülüs, kalemü hafîfi's-sülüs, kalemü't-tevkî', kalemü'r- rıkā'… Buna mukābil aynı kalemlere bağlı olarak sonradan yeni teşekkül edenlerine ise hat denilir: Vazzâh (وضاح), havâşî, kısâs, muâmerât (معامرات)…
Şimdi esas bahsimize girelim. Lugatde "alâmet, nişan, tuğra, tuğralı ferman" mânâsını taşıyan kalemü't-tevkî' ve muhtemelen kalemü'r- rıkā', şâir ve kâtib Yusuf Lakve tarafından -seleflerinin tesbît etmiş bulunduğu- en-nısfu's-sakîlden ayrı bir kalem olarak çıkarıldı. Abbâsî Halîfesi Me'mûn'un vezirlerinden Zü'r-riyâseteyn el-Fazl bin Sehl (ö.818) bu kalemi çok beğenip ona er-riyâsî ismini verdi. Daha sonra kalemü't-tevkî'ât olarak adlandırılan bu yazı, dîvândan sâdır olan resmî yazışmalara tahsîs edildi.
Tevkî' hattının kalem ağzı sülüs kadardır. Fakat harfler sülüse göre daha toplucadır. Ayrı olması gereken harfler bile, sonlarında birbirine değdirilir. Bu sebeble müselsel kaleminin tevkî'den neş'et etdiği kabul edilir. İbn Mukle kardeşlerden Ebû Ali (ö.940) tevkî'e çok ehemmiyet vermişdir.
Tevkî'nin görebildiğimiz en eski örnekleri İbnü'l-Bevvâb'a (ö.1022) âiddir. Yazdığı mushafın sûre başlarında bu yazıyı kullanmış; yine, yazdığı Selâme bin Cendel Dîvânı'nın imzâsını da bununla atmışdır (Resim-1). Fakat onun çağdaşı olan ve İbnü'l-Hâzin lakabıyla bilinen Ebu'l-Fazl Ahmed bin Muhammed ed-Dîneverî, tevkî' ve rıkā' yazılarının klasik ölçülerini yerine oturtmuşdur. Her iki yazının da, diğerleri arasında, hususiyetlerini ilk kazananlar olduğu düşünülmekdedir (Resim-2).
Tevkî' ve rıkā' yazıları, aralarında yaş büyüklüğü çok, fakat birbirine aşırı benzeyen iki kardeş gibidir. Şöyle ki: Sülüs kalemiyle olanı tevkî', nesih kalemiyle olanı da rıkā'dır. Bunun dışında pek az harfde farklılık müşâhede olunur.
Osmanlılarda Dîvân-ı Hümâyûn'dan sâdır olan ferman, berat gibi resmî emirler için, kısa metinlerde tevkî' (Resim-3), uzun metinlerde rıkā' hattı (Resim-4) kullanılmışdır. En eskisi Orhan Gâzî'ye (saltanatı: 1324-1360) âid olan Osmanlı pâdişâh tuğralarını şekillendiren harfler de tevkî' hattından alınmışdır. Esâsen tuğraya tevkî', bunu çeken nişancıya da tevkı'î veyâ muvakkî' denilir.
İlim ve tarîkat dallarında verilen icâzetnâmelerden başka, hat san'atındaki sülüs-nesih icâzetnâmelerindeki izin cümlesi dâimâ rıkā' ile yazılır. Bu sebeble onun diğer adı da hatt-ı icâzedir (Resim-5). Büyük eb'âdlı Kur'ân-ı Kerîm'lerin sûre başları tevkî', küçük eb'âdlı olanlarınınki rıkā' ile yazılır. Bu kısımlar tezhîble bezendiği için is mürekkebi yerine altın mürekkebi veyâ beyaz üstübeç mürekkebi kullanılması tercih edilir.
Her iki hat nev'inin de (Resim-6) kitab yazmakda kullanıldığı pek görülmez. Ancak, nesihle yazılan kitablarda esas metne yapılan ilâvelerin ve hâşiyelerin asıldan tefrîkını sağlamak üzere, rıkā' ile yazılması uygun görülmüştür.
Osmanlılarda hat öğretimi için sülüs ve nesih ile müfredât ve mürekkebât meşklerine mebzûlen rastlandığı halde, tevkî' ve rıkā' meşklerine hiç rastlanmamakdadır. Şahsen, hayatımda bir defa, toplu bir aklâm-ı sitte meşkı içinde tevkî' ve rıkā'ya da yer verildiğini görmüşdüm. Bundan anlaşılan, sülüs-nesih öğrenip icâzet alan kimse, tevkî' ve rıkā'yı kābiliyyeti ve müktesebâtı ile kavramakda ve yazmakdadır (Resim-7).
***
Tevkî' ve rıkā', aklâm-ı sittenin diğer nevîlerinden farklı olarak velûd bir karakter göstermişler, bunlardan da yeni yazı çeşidleri doğmuşdur.
Îran sâhasında değişikliğe uğrayan tevkî'den burada yeni bir yazı bulunmuş, harf veyâ harf grupları âdetâ bir yere asılmış gibi göründüklerinden dolayı buna ta'lîk adı verilmişdir. Îran'daki muhtelif İslâm devletlerinin inşâ denilen edebî vasıflı yazışmalarını kaleme alan münşîler elinde güzellikler kazanan bu yazının da satır sonları tevkî' gibi yukarıya doğru yükselerek biter. Yazması kolay olmadığı cihetle, XIV. asırdan başlayarak tavır değişikliğine gidilmiş; kadîm ta'lîkı (Resim-8) ortadan kaldırdığı için adına da nesh-ta'lîk denilmişdir. Telaffuz güçlüğünden dolayı kısa zaman sonra aradaki خ harfi düşerek adı nesta'lîka dönen bu câzib yazıyı Osmanlılar da XV. asrın ikinci yarısından îtibâren benimseyip adını sadece ta'lîk olarak benimsemişlerdir. Aynı yazı Arab âleminde kalemü'l-fârisî ismiyle bilinir.
Fâtih Sultan Mehmed'in (saltanatı: 1446-1451, 1453-1481) Akkoyunlu hükümdârı Uzun Hasan'ı (saltanatı: 1453-1478) Otlukbeli muhârebesinde (1472) mağlûb etmesinden sonra, Akkoyunlu Sarayı'nda bulunan san'atkârları da İstanbul'a getirmesiyle, bunlar arasında bulunan Seyyidî Muhammed el-Münşî (ö.1502'den sonra) tarafından kadîm ta'lîk hattı İstanbul'a taşınmışdır. O sıralarda Dîvân-ı Hümâyûn'da kullanılmakda olan tevkî' ve rıkā' yazılarına bu kadîm ta'lîk zamanla te'sîr ederek, XIV. asrın son çeyreğinde ortaya çıkan yeni yazıya dîvânî adı verilmişdir (Resim-9). Harekesiz yazılan dîvânî hattı, harf değişiklikleri geçirerek ve zemîni bir kanal hâlinde hareke ve noktalarla doldurularak buna da celî dîvânî denilmişdir.
Celî kelimesi Türkçe'de iki farklı mânâ taşır:
1) İri, büyük; hattın uzaktan okunabilecek büyüklükde olanına denir: Celî sülüs, celî ta'lîk…
2) Göze çarpmayan şeylerin âşikâr hâle getirilmesi, buna da celî dîvânî örnek olabilir.
Celî dîvânî, Kānûnî devrinden başlayarak gittikçe güzellik kazanan bir yola girmiş, her iki hat da XIX-XX. yüzyılda letâfetin zirvesine varmışdır (Resim-10). Dîvân-ı Hümâyûn'dan sâdır olan ferman, berat ve menşûrlar için hep bu iki yazı nev'i kullanılmışdır. Ancak, girift oluşundan dolayı -okuma güçlüğü düşünülerek- XIX-XX. asırda Arab hükemâsına gönderilen buyrultuların klasik tevkî' hattıyla yazıldığına da rastlanmaktadır.
Prof. Uğur Derman
Resimaltı Bilgileri:
Resim-1: İbnü'l-Bevvab'ın Tevkî' hattıyla imzâsı (408/1017).
Resim-2: Abdullah Sayrafî'nin rıkā' hattı (714/1314).
Resim-3: Osmanlı Sultanı Orhan Gâzî'nin tevkî' hattı ile yazılmış fermanı.
Resim-4: Fâtih Sultan Mehmed'in rıkā' hattı ile yazılmış fermanı.
Resim-5: Abdullah Zühdî'nin icâzetnâmesinde rıkā' hattı ile izin ve tasdık cümleleri (1257/1841)
Resim-6: Şeyh Hamdullah'ın bir murakkaasından tevkî' ve rıkā' yazıları.
Resim-7: Mehmed Şevkı Efendi'nin rıkā' hattı (1294/1878).
Resim-8: İhtiyar Münşî'nin kadîm ta'lîk hattı (947/1540).
Resim-9: Sultan Vahîdüddîn'in dîvânî hattı ile fermânı (1337/1919).
Resim-10: Hattat Sâmi Efendi'nin celî dîvânî bir satırı.
Ancak alıntılanan köşe yazısı/haberin bir bölümü, alıntılanan habere aktif link verilerek kullanılabilir. Ayrıntılar için lütfen tıklayın.