Meselenin Adını Koymak
Türkiye PKK terör örgütü ile otuz beş yıldır mücadele ediyor. Bu süreç boyunca farklı çözüm yolları denendi. Doğrudan saldırı metodundan savunmaya, çatışmasızlıktan müzakareye kadar geniş bir yelpazede yer alan bu metotlar ancak konjonktürel sonuçlar doğurdu. Öte yandan PKK ise her fırsatta kendini büyütmeye, alanını genişletmeye çalıştı. 1999'dan sonra başlayan çatışmasızlık sürecinde de aynı stratejiyi izledi, çözüm süreci boyunca da. Artık şu çok açık: PKK'nın hiçbir zaman ne silah bırakmaya niyeti oldu ne de meselenin çözülmesine ilişkin bir niyeti ve iradeye sahip oldu.
Mevcut konjonktüre dönersek, Suriye'de yaşanan kapsamlı ve kaotik iç savaş örgütün maksimalist heveslerini gözler önüne serdi. Gözler önüne serdi diyorum çünkü, aslında bu heves Suriye'de devletin çökmesi ile oluşmadı, sadece ortaya çıktı. Çökmüş bir Suriye'yi fiili bir önemli bir fırsat olarak gördü. Devlet kurma heveskarlığı ile örgüt önce Esed'le anlaştı. Sonra ABD'nin Suriye stratejisinin payandası oldu. Dahası Türkiye'yi Suriye'ye çevirmeye dönük işlere kalkıştı. "Çukur stratejisi", başardıkları takdirde parça parça fiili yönetim kurmanın ilk adımıydı. Başaramazlarsa Türkiye'nin dikkatini Suriye'den içeriye kaydıracaklardı. Böylece Suriye'de güney sınırımız boyunca ABD bayrakları altında bir koridor oluşturacaklardı.
Türkiye'de emellerine ulaşamadılar. Maliyetli oldu ama başaramadılar. Yeni güvenlik konsepti olarak ilan edilen ve teröre karşı bütün cephelerde saldırıya dayanan yeni strateji oldukça etkili oldu. 15 Temmuz sonrasında da Fırat Kalkanı ile başlayan süreç, makro planı bozmuş oldu. Planları bozuldukça saldırganlaştılar. Büyükşehirlerde sivillere yönelik katliamlara yöneldiler. Bir terör örgütü ne yapıyorsa onu yaptılar. Bugüne kadar insan hayatına kastetmekten başka bir şey zaten yapmamışlardı. Bu sefer bunu taşeronluğa da döktüler. DEAŞ ne zaman saldırsa o zaman saldırdılar. FETÖ ne zaman yol açsa o zaman saldırdılar.
Siyasallaşma söyleminin örtüsü altında Doğu ve güneydoğuyu bölge insanı için cehenneme çevirdiler. O dilinden düşürmedikleri halkın vergilerini gasp ederek örgüte aktardılar. Bunu da HDP'li belediyeler aracılığıyla yaptılar.
Bütün motivasyonu Erdoğan üzerinden Türkiye karşıtlığı yürütmek olan okumuş çevreler nezdinde barış güvercini idiler. Bu çevreler örgütün katliamlarını öznesiz kıldılar. PKK siyasal bir meselenin aktörü hatta barış güvercini idi. Postmodern fantazi sahibi Batılı ve batıcı aydınlara göre de iktidarı parçalayan, faş eden sihirli bir alet idi. Bu fanteziler içinde örgüt katliamlara devam etti. Ve en son Trabzon'un Maçka'sında on beşlik Eren'i ve Ferhat Gedik'i şehit etti.
Artık meselenin adını koymak lazım. Ortada bir terör örgütü var. Meselenin adı konulmadığı sürece mücadele daha da zor oluyor. Beledeiyelerden STK'cılığa, üniversitelerden ekonomiye kadar boşluk bulduğu her alanda örgütlenen ve kendi içinde de dönüşen bir terör örgütü var karşımızda. Dolayısıyla terörle mücadelede Türkiye sadece daha kapsamlı değil, aynı zamanda entegre bir strateji ile mücade etmeye devam etmek zorunda. Kapsamlı strateji terörün var olduğu her alanda mücadele etmeyi, entegre strateji ise bu süreci bütünlüklü bir zihniyetle yürütmeyi gerekli kılmaktadır. Bu eğilim arttıkça sonuç almak da kolaylaşıyor.
Veysel Kurt
Ancak alıntılanan köşe yazısı/haberin bir bölümü, alıntılanan habere aktif link verilerek kullanılabilir. Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
- BM’nin DEAŞ Raporu ya da DEAŞ’ın Yeniden Keşfi (11.08.2017)
- Selman - Sadr Görüşmesi Neyin İşareti ? (07.08.2017)
- İdlib Oyunu (03.08.2017)
- S-400 Tercihinin Siyasal Boyutu (31.07.2017)
- Türkiye’nin Merkezi ve Birleştirici Rolü (28.07.2017)
- Yemen: Güç Savaşlarının Kurbanı Bir Ülke (24.07.2017)
- Mescid-i Aksa: Bizim Büyük Çaresizliğimiz (21.07.2017)
- 15 Temmuz’un Açtığı Yol (17.07.2017)