Türkiye'nin son yıllarda en kritik gelişmeleri yaşadığı yıl 2015'ti. Suriye'de DEAŞ'ın Türkiye sınırına yerleşmesi, Ayn El Arab'a yönelik saldırısı sonrası gittikçe büyüyen YPG/PKK tehlikesi, rejimin Türkiye için oluşturduğu tehdit, Rusya'nın Suriye'ye yerleşmesi ve düşürülen uçak krizi, 7 Haziran seçimleri sonrası PKK'nın saldırıları başlatması, çukur (hendek) stratejisi vs… Bütün bu kriz ve saldırıların ortasında önce Almanya sonra da NATO daha önce yerleştirdikleri Patriot füzelerini Türkiye'den çekti. Başka bir deyişle Türkiye'yi hem terör örgütleri hem de uluslararası aktörlerden gelecek her türlü saldırıya karşı korumasız bıraktı. Türkiye bütün bu tehditlerle kendi imkanları ölçüsünde mücadele etti ve önemli bir kısmını bertaraf etti. Aslında bu tablonun bize gösterdiği en önemli şey Türkiye'nin savunma sanayisi alanında hızla adım atmasıydı. Kaldı ki son yıllarda böylesi bir çabanın içine de girmişti.
Özellikle son on yıldır savunma sanayisi alanında gösterilen en önemli çaba bu alanın milli karakterinin mümkün olduğunca artırılmasıydı. 2013 yılında bu açıdan önemli bir adım atıldı ve Türkiye bir savunma sistemi edinmek için bir ihale açtı. İlan edilen şartlar, Türkiye'nin kendi topraklarını korumanın yanında en önemli amaçlarından birinin teknoloji transferi olduğunu gösteriyordu. Hatta bu şart mali yükün de önüne geçmekteydi. Başka bir deyişle Türkiye güvenliğini sağlamak için dışardan ithal yoluna devam ederken, yerli savunma sanayi konusunda da önemli adımlar atmaktaydı. Söz konusu ihalede "%50 ortak üretim" şartı da ithal edilecek savunma sisteminin birkaç yıl içinde geliştirilmesi, farklılaştırılması ve millileştirilmesi için atılmış öncül bir adımdı.
Açılan ihalede öne sürülen şartları en iyi karşılayan Çin firması CPMIEC kazanmıştı. O dönem yaşanan yoğun tartışmaların bir kısmı teknik düzeydeydi ve bu sistemin NATO'ya entegre edilmeyeceğini savunuyordu. İdeolojik olarak Türkiye'nin Batı'dan koptuğu ekseninde yürüyordu. Yaklaşık iki yıl sonra Eylül 2015'te Türkiye'nin kendi uzun menzilli füzesini üretme yolunu tercih edeceği gerekçesi ile ihale iptal edildi. 2013'ten bu yana Savunma Sanayisi alanında önemli mesafeler alındı. Abdullah Erboğa'nın Kriter dergisinin Haziran sayısı için hazırladığı dosya bu konuda oldukça doyurucu bir mahiyete sahip.
Körfez turu dönüşünde kendisine iletilen bir soru üzerine Cumhurbaşkanı Erdoğan S-400 görüşmelerinin sonuna gelindiğini ifade etti. Kamuoyuna yansıyan bilgiler, teknoloji transferi ve insan kaynağına yönelik çalışmaların bu anlaşmanın önemli bir parçası olduğunu gösteriyor. Dolayısıyla Türkiye'nin yukarda zikredilen iki hedefi ile uyumlu.
Türkiye'nin güvenliği söz konusu olduğunda pek de kaygı duymayan Batı kamuoyu, basını ve bürokrasisi bu konuda yine eleştiri oklarını Türkiye'ye yöneltmiş durumda. Bu tavır ABD Genel Kurmay Başkanının konuya dair "kaygı verici" ifadesinde somutlaşmış durumda. Halbuki YPG'nin isim değiştirmesi gerektiğine dair tavsiyelerini bile istihza ile dile getiren yine ABD Özel Kuvvetler Komutanıydı. Suriye'de, birçok devletin envanterinde bile olmayan silahları YPG'ye veren yine ABD'nin kendisi. Bu silahların Türkiye için tehdit oluşturmayacağına dair garantisi ise sözlü ifadelerden başka bir şey değil. Bu durum bize yukarda zikrettiğim Patriot meselesini acı bir şekilde hatırlattı. Türkiye'ye yerleştirilen füzeleri çeken aktörler, en ciddi tehditler için verdikleri garanti sadece kelimelerden ibaret! Dolayısıyla Türkiye tedbirini almak durumunda.
PKK başta olmak üzere Türkiye'nin güvenliğine yönelik en önemli tehditleri barındıran hatta destek veren bu aktörlerin söylemleri ve tutumları neyse ki artık belirleyiciliğini kaybetmiş durumda. Bunu da 15 Temmuz'da görünür olan iradeye borçluyuz.
Esasında sorgulanması gereken nokta şu: 1952'den beri NATO'ya üye olmasına rağmen ve Sovyetler tehdidine en yakın ülke konumundaki Türkiye'nin hala bir savunma sistemine sahip olmamasıdır. Artık Soğuk Savaş şartları geride kaldı ve simgesel anlamda ifade edecek olursak, Türkiye ne NATO ne de Şangay'a tamamıyla bel bağlayarak güvenliğini sağlayacak bir ülke değil. Bu iki kampın sağladığı imkanları da kullanacak ve kendi çıkarlarını merkeze alarak ilerlemek durumundadır.