15 Temmuz'da savuşturduğumuz tehlike bir askeri darbeden çok daha fazlasıydı. Mesele Türkiye'yi kimin yöneteceğine dair basit, teknik bir mesele değil; Türkiye'nin nasıl bir omurgaya sahip olacağı meselesidir. 15 Temmuz Türkiye'yi bir omurga sahibi bir ülke kılmak adına verilen mücadelenin bizzat şahit olduğumuz dönüm noktasıdır. Yüz elli yıllık mücadelenin son on yılda hızlanan ve alenileşen bir dönemeçti. Aziz şehitlerimiz başta olmak üzere hesapsız kitapsız sokağa çıkan her bir ferdin katkısı ile bu dönemeç atlatıldı ama mücadele kaldığı yerden devam ediyor.
...
İkinci dünya savaşından sonra dizayn edilen bölgemizde önüne geçilen bir şey varsa o da bölgenin doğal varoluş imkanlarının hayat bulmasının önünü açacak kanalların sürekli tıkanmasıydı. Böylece ortalama ahalinin iradesinin kurucu bir siyasal momentuma dönüşmesi engellenmiş oldu. Ancak bütün vesayetçi yapılar, askeri darbeler ve işgallere rağmen ne bölgede ne de Türkiye'de ortalama ahalinin iradesi sönümlenmedi ve fırsat bulduğu her fırsatta tecessüm etti. Mısır'da yaşanan 3 Temmuz darbesi tam da bu ümit ve öfkenin kaynaklık ettiği bir siyasal dönüşüm sürecinde gerçekleşti. Bu askeri darbe 2010 yılından beri yaşanan dönüşümü nasıl ki tersine çevirdiyse, benzer bir girişim Türkiye'de yaşanıyordu. Oldukça yakın tarihlerde başlayan Gezi olayları Türkiye'de on yıldır yaşanan dönüşüme açık seçik bir müdahalenin alta yapısını oluşturma gayretiydi. Nitekim 17-25 Aralık girişimlerinin bugün yargı eliyle gerçekleşen bir darbe girişimi olduğuna artık şüphe kalmadı. 15 Temmuz askeri darbe girişimi ise başarısızlıkla sonuçlanan bu iki girişimin yarım bıraktığı işi tamamlamak üzere tezgahlandı. Ancak iradesinin on beş yıldır iktidarda olduğunu gören halk bu tezgahı da bozdu. 15 Temmuz gecesi işgalcilere ve darbecilere karşı gösterilen direniş Türkiye'nin yeniden dizayn edilmesine karşı bir dirençti. Henüz Erdoğan'ın meşhur çağrıyı yapmasından önce can havliyle bir şeyler yapmaya koyulması son on beş yılın ürünüydü. Erdoğan'ın şahsında tecessüm eden iradesine sahip çıkmak için harekete geçti ve başarılı oldu.
On yıllardır envai çeşit liberalin, solcunun ve dahi muhafazakarın diline dolanmış Tiananmen meydanındaki o meşhur görüntünün benzeri görüntüler Kısıklı'da, Ankara'da, havaalanı yolunda yaşandı. Gel gelelim bu envai çeşit entellektüeller ve siyasetçiler önce bunu görmezden geldi. Sonra bunu mahkum etmenin yollarını aramaya koyuldular.
Çünkü 15 Temmuz'dan sonra Türkiye'de aralanan kapıların ne olduğunu gördüler. Devlet içindeki çatlakları dahi onaran millet iradesinin devreye girdiğini anladılar. Siyasal sistemden bürokrasiye, ekonomik dağılımdan kültürel alana kadar memleketin bir arınma ve yeniden inşaya ihtiyacı olduğunu gördüler. Millet iradesiyle çatışan, onu yok sayan, atlatmaya çalışan tavırların bir karşılıklarının olmadığını gördüler. Bu yeni siyasal momente adapte olup, Türkiye'nin yeniden inşası için el uzatacaklarına sahip oldukları tek sermayenin ellerinden kayıp gittiği telaşıyla hareket ettiler. Diktatörlük ve tek adamlık teraneleri, adalet söylemi üzerinden yapılan cambazlıkların hepsi bu telaşın ürünü.
Son bir yılda 15 Temmuz etrafında oluşturulan şüphe, kurulan ağlar, ihtimal bile verilmeyen ittifakların gün yüzüne çıkması; hepsi bize mücadelenin bitmediğini gösteriyor. Millet iradesinin tecessümünü geri çevirecek bir güç yok. Ancak bütün bunlar bizi geciktirmeye, yolumuzu şaşırtmaya hatta sindirmeye yönelik çabalar. Dolayısıyla uyanıklığı, tedbirliği elden bırakmadan mücadeleye devam edeceğiz. Öte yandan 15 Temmuz'un açtığı yeniden inşa yolunda da, İstikbalimize 15 Temmuz'da açılan yolda yürümeye devam edeceğiz.