Eğitimde güven ve istikrar
Hayatın bütün alanlarında ve konularında, herkes ve her şey için; hava gibi, su gibi, güneş gibi gerekli olan bir temel ihtiyaç var. Kendimizi, değer verdiğimiz kimseleri ve şeyleri hem korumak, hem de geliştirmek için; kesintisiz güven ve istikrar.
Bu durum; kadrosundan kurumuna, mevzuatından müfredatına, anlayışından işleyişine kadar eğitim sistemi için de aynen geçerli. Çocuklar ve gençler, anneler ve babalar, öğretmenler ve idareciler, toplumu sevk ve idare eden yöneticiler; sebep sonuç ilişkileri yahut safha ve süreçler içindeki tercihleri bakımından, bugünden yarını görebilmeli.
Ancak, samimiyetle kabul ve beyan edelim ki; büyüyen ve gelişen Türkiye, diğer alanlarda ve konularda yakaladığı güveni ve istikrarı, eğitim alanında yakalayamadı. Saz değişti, söz değişti, beste yenilendi, ritim düzenlendi; fakat ne hikmetse olmadı, olamadı, çala çala bir havayı bulamadı.
Fiziki yönden büyük yatırımlar yapıldı, idari yönden ciddi mesafeler katedildi; ama anlayış ve işleyiş açısından, sular bir türlü durulmadı. Siyasi ve ideolojik mülâhazaları, münakaşaları, değerlendirme dışı tutsak bile; ortalama akıl ve vicdan sahiplerinin çoğunluğunun mutabık olabilecekleri bir sonuca varılmadı.
Geldiğimiz nokta itibarıyla, 2017-2018 öğretim yıllına tartışmalı başladık; anlaşılan tartışmaya devam edecek ve tartışmalı bitireceğiz. Hatta, görünen o ki; bir sonraki öğretim yılına da tartışmalı gireceğiz.
MÜFREDAT MESELESİ
Bilindiği gibi, yeni öğretim yılına girilmeden önce; ilkokul, ortaokul ve liselerde okutulan 51 dersin müfredat programları yenilendi. Eksikler tamamlandı, yanlışlar düzeltildi; gereksiz görülenler çıkarıldı, gerekli görülenler eklendi.
Ancak, hem süreç hem de sonuç bakımından; bazı konular, kıymık gibi zihinlerde takıldı. Beklentilerin bir kısmı boşa düştü; bazı sorular cevapsız kaldı.
Mesela, müzakereler müfredat programları üzerinden yapıldı; bu programların temel altyapısını yahut arka planını oluşturan eğitim felsefesi (insan ve toplum modeli) üzerinde durulmadı. "Nasıl eğitim?" sorusundan önce; nihai hedef olan "Hangi insan?" sorusu sorulmadı.
Öte yandan; yıllardır okutulan üç Batı dilinin (İngilizce, Fransızca ve Almanca'nın) müfredat programları güncellendi. Fakat, ne yazık ki; din dili Arapça, resmen varmış ve talep olursa öne çıkabilirmiş gibi görünse de muteber yabancı diller arasına bir türlü giremedi.
DERS KİTAPLARI SORUNU
Müfredatın uygulama araçları, aparatları olan ders kitapları; bunca yıllık tecrübeye, ilgili yönetmelikte yer alan sistematiğin mükemmelliğine rağmen, gönüllere gölge düşüren aykırı unsurlarla tartışma konusu oldu. İlk göze çarpanlar konuşuldu, tartışıldı, bazı sayfaların yırtılmasına ve bazı kitapların geri toplatılmasına kadar vardı; fakat, bütün kitaplar baştan sona ve her bakımdan incelenmediği için; kimi vahim hataların fark edilmesi ve fark ettirilmesi bir başka bahara kaldı.
Arkasından; kamuoyunu aydınlatacak akil ve makul bir açıklama duyulmadı. Bu arızaların nelerden kaynaklandığı, sorumlularının kimler olduğu, gafletin ya da ihanetin karşılığında nasıl bir cezai müeyyide uygulandığı; ilgili ve yetkili makamlar tarafından, açık ve net bir şekilde ortaya konulmadı.
SINAV SİSTEMİ SENDROMU
Çocukların ve gençlerin yatkınlık alanlarını ve yetkinlik oranlarını tespit ederek, ona uygun okul modellerine ve ihtisas bölümlerine yönlendirmek için yapılması gereken sınavlar konusunda; kısa aralıklarla devam eden artçı sarsıntılar gibi, yatay ve dikey dalgalanmalar yaşıyoruz. Sebepleri görmeden sonuçları değiştirmeye; hücre, doku, organ, organizma bütünlüğünü hesaba katmadan parçacı ve palyatif çözümler üretmeye çalışıyoruz.
Bunun sosyal, psikolojik, siyasal, ekonomik yansımaları oluyor. Ölçme ve değerlendirme sistemi yerleşik düzene dönüşemiyor; sürekli yer ve hal değiştiren göçebe çadırı haline geliyor.
MAKUL ÇÖZÜM YOLU
Böyle durumlarda ilk, hatta tek yapılan şey; faturayı siyaset ya da bürokrasi kurumunun kadrolarına çıkarmak. Karanlığa sövüp saymak; ama bir mum yakma sorumluluğundan kaçmak, geri durmak.
Şüphesiz, karar mevkiinde bulunanların sorumlulukları; yetki alanları ve oranları kadar büyük. Ancak, eğitim derdi ve davası; sadece onlara bırakılmayacak kadar ağır ve anlamlı bir yük.
Okulların pedagojik, üniversitelerin akademik kadroları ile örgün ve yaygın eğitim hizmeti veren sivil toplum kuruluşları da bu yükün altına girmeli. Siyaset ve bürokrasi kadroları ve kurumları ise; iyi niyetle yapıcı eleştirilerde bulunan, mümkün ve muhtemel çözüm önerileri sunan herkesin sesine kulak, sözüne değer vermeli.
Ama bu; alelacele, "mış gibi" yaparak olmaz. Akıntı kaynakları kontrol altına alınmadan, kirlenmeler ve zehirlenmeler temelli kurutulmadan sular durulmaz.
Zekeriya Erdim
Ancak alıntılanan köşe yazısı/haberin bir bölümü, alıntılanan habere aktif link verilerek kullanılabilir. Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
- Eğitimde “üçüncü adres” ihtiyacı (04.11.2017)
- Örneklerle, öykülerle eğitim (01.11.2017)
- Özgür insan için özgün eğitim (28.10.2017)
- Dünyanın bütün çocukları (24.10.2017)
- Yeryüzü Mektebi (21.10.2017)
- Kitap okumak ya da okunacak kitaplar yazmak (18.10.2017)
- Eğitimde oyunun ve oyuncağın önemi (14.10.2017)
- Yetki ve Sorumluluk Eğitimi (10.10.2017)