Ulaşım ve erişim imkanlarının baş döndürücü bir hızla geliştiği, yaygınlaştığı dünyamızda; artık herkesin herkesle, her şeyin her şeyle ilgisi, ilişkisi var. Coğrafi, siyasi, askeri, hukuki sınırlar; kişilerin ve kurumların, ülkelerin ve toplumların, kültürlerin ve medeniyetlerin iç içe geçmelerine engel olmuyorlar.
Savaşlar, krizler, anarşiler, bunalımlar, doğal afetler; insanları yurtlarından ve yuvalarından çıkarıp, kitlesel göçlere sevk ediyor. Her türlü riski göze alarak tutunacak dal, barınacak yer arayışına çıkanlar; dünyanın çeşitli ülkelerine ve bölgelerine, yeni ve ciddi sorunlarla birlikte gidiyor.
Cennet mekan Abdülhamit Han'ın ifadesiyle; atalarımız, çadırı dört yol ağzına kurmuşlar. Asırlardır; "muhacir" durumuna düşen mazlum ve mağdur milletlerin "ensar"ı olmuşlar.
Şimdi bizler de, onların mirasına sahip çıkıyoruz. Alemin vicdanı olup; ölümden kaçanlara, açlıktan göçenlere, zalimin zulmüne uğrayıp aciz düşenlere kucak açıyoruz.
Bu yaygın ilişki ağı; bir yandan diyalog ve iş birliği imkanlarını artırırken, öte yandan çatışma alanları ve konuları oluşturuyor. Hakim güç olma avantajını elinde bulunduranlar; dünyayı, kendi hesaplarına ve çıkarlarına uygun bir araziye dönüştürüyor.
İşte bu şartlar altında, büyük resme bakarak diyoruz ki; herkes için huzurlu ve güvenli olmayan bir dünya, hiç kimse için huzurlu ve güvenli değildir. Hayatın ana unsuru insan, insanın oluşma ve gelişme sürecinde en etkili unsur eğitim ise; hangi anneden ve babadan dünyaya gelirse gelsin, hangi ülkenin ve toplumun vatandaşı olursa olsun, yetişme çağındaki tüm çocuklar ve gençler, bizi yakından ilgilendirir.
Her biri ayrı bir rengin ve kokunun, desenin ve ve dokunun taşıyıcısı olan çiçekler; hiçbir zaman solmasınlar isteriz. Dünyanın en suçsuz ve günahsız varlıkları olan çocuklar; sınırsız ve sorumsuz çıkar savaşlarının, en barınaksız ve korunaksız kurbanları haline gelmesinler isteriz.
Yetimin ağlayışı, aşı nedir biliriz. Baharsız çiçeklerdir bizim sevgililerimiz.
Düşenler kızlarımızdır, şaşanlar oğullarımız. Analarımız bize yaş dökerler, biz onlara kan ağlarız.
AVRUPA ARKA BAHÇEMİZ
Osmanlı Coğrafyası'nın önemli bir kısmının, Avrupa ülkeleri tarafından parçalanıp bölüşülmüş olması bir yana; bizim bu kıtada, milyonlarca insanımız var. Dün, topraklarımızı işgal ettikleri gibi; bugün de nesillerimizi istismar ediyorlar.
Türkiye'yi Avrupa Birliği'ne kabul etsinler ya da etmesinler; hem tarihi geçmişimiz, hem de fiili gerçeğimiz açısından, oralar bizim arka bahçemiz. Komşumuz sorun çıkarıyor diye; bahçemizden ve içindekilerden nasıl vazgeçeriz?
Kısa, orta, uzun vadeli eğitim politikalarımız; Avrupa ülkelerindeki çocuklarımızı ve gençlerimizi de içine almalıdır. Yad ellerdeki yeni nesiller; yetişkin olduklarında, ülkemizin ve toplumumuzun, kültürümüzün ve medeniyetimizin, doğal temsilcileri haline gelmelidir.
KAFKASLAR AKRABAMIZ
Bugün Rusya Federasyonu'nun hakimiyet alanı içinde kalan özerk cumhuriyetlerde; bizim yakın akrabalarımız var. Karadeniz'in güney sınırındaki Anadolu sahilleri ile kuzey sınırındaki Kafkas dağları; hasret ve muhabbet içinde birbirlerine bakıyorlar.
Şarkılarımız, türkülerimiz, marşlarımız, ilahilerimiz; aynı derin duyguları terennüm ediyorlar. Şairlerimiz, ediplerimiz; "Kardeşiz biz ezelden/ Kanda, dinde, kaderde/ Bir olalım tez elden/ Sevinçte ve kederde" diyorlar.
Rusya Federasyonu ile ilişkilerimizde; onların "teba"sı, Türkiye'nin "akraba"sı olan topluluklar ana gündemlerden biri, hatta birincisi olmalıdır. Eğitim politikalarımız, örgün ve yaygın eğitim hizmetlerimiz; Şeyh Şamil'in torunlarını da içine almalıdır.
SURİYE BİZİM MAHALLEMİZ
Mısır'daki son darbeden önce, yani Mürsi'nin henüz cumhurbaşkanı olduğu günlerde; Kahire'de, "Suriye'nin Eğitim Sorunları ve Çözüm Yolları" konulu bir sempozyum yapılmıştı. O sempozyumda, Ezher'de görev yapan Suriye kökenli bir alim; "Biz, gece gündüz, Suriye'nin yeniden Türkiye'nin eyaleti yahut vilayeti olması için dua ediyoruz" diye ağlamıştı.
Şimdi, milyonlarca Suriyeli kardeşimiz; yurtlarından ve yuvalarından oldular. En yakın akrabalarının kapısını çalıp; "ensar"a emanet "muhacir"ler haline geldiler.
Türkiye devleti ve milleti; diğer ihtiyaçlarıyla birlikte, eğitim ihtiyaçlarını da karşılamaya çalışıyor. Hem kendi güvenliğimizi teminat altına almak, hem de kardeş ülke sınırlarında güvenli bölgeler oluşturmak için; ordumuz, terör örgütleriyle ve onların iplerini ellerinde tutan emperyal güçlerle savaşıyor.
Bu durumda; Suriye'nin yetişme çağındaki çocuklarının ve gençlerinin, bizim ilgi ve sorumluluk alanımıza girmediğini söyleyebilir miyiz? En yakın komşumuzda yangın varken ve çatır çatır bizim evimize, yerimize doğru gelirken; işi hafife alıp, "bize ne" diyebilir miyiz?
DERDİMİZ, DAVAMIZ BÜYÜK
Hasılı, ülke ve toplum olarak; derdimiz ve davamız büyük. Kaderin kaderimiz haline getirdiği tarihi misyon; hem çok ağır, hem de çok şerefli bir yük.
Onun için, içerde, kendi sorunlarımızı en doğru ve en hızlı bir şekilde çözüme kavuşturup; yakından uzağa doğru, çevremize yönelmeliyiz. Gözleri, gönülleri bize endeksli dost ve akraba topluluklara; hasretle bekledikleri ümidi ve güveni vermeliyiz.
Demek ki; sadece "bizim çocuklar"a değil, "dünyanın bütün çocukları"na sahip çıkma sorumluluğumuz var. Daha iyi bir dünya için; dünyayı daha iyi hale getirmeye aday nesiller bizi bekliyorlar.