Bir gizli kahramanın ardından
İnsan ve toplum hayatının tüm safha ve süreçlerinde, yaşadığı dönemin aktif unsurlarından birisi olup, arkasında yol gösterici iz ya da ışık tutucu söz bırakan kimseler vardır. Bunlardan bazıları, geniş kitlelerin tanıyıp bildikleri açık kahramanlar; bazıları da daha dar çerçevedeki ilgililerinin haberdar oldukları gizli kahramanlardır.
Öte yandan, atalar kültürünün veciz ifadesiyle; ak koyun, kara koyun geçit ağzında belli olur. Zor zamanlarda, dar zamanlarda; yol üstüne, adamların adamlığını tartan teraziler kurulur.
Kimileri, dağlar gibi dik durur ve kazaya, belaya direnirler. Kimileri ise, zoru görünce pabuçları yağlayıp kaçar; buğdayı yele, çuvalı sele verirler.
Geçtiğimiz günlerde, genelde Milli Eğitim camiasının, özelde 28 Şubat sürecinde verilen zorlu var oluş mücadelelerinin gizli kahramanlarından birisi olan Ahmet Koçibar'ı; dostları ve yakınları olarak, ahirete uğurladık. İyi bir insan ve samimi bir Müslüman olduğu konusunda hüsn-ü şehadette bulunup, dünyevi ve uhrevi haklarımızı helal ettik; bu vesileyle, kendisini hayırla ve hoşnutlukla andık.
Hakkındaki sevgi, saygı, minnet duyguları; doğaçlama bir şekilde dışa vuruldu. Hem gidenin hakkını teslim edip vefa göstermek, hem de kalanlara kalıcı bir mesaj vermek için; arkasından kayıt düşmek vacip oldu.
Türkiye'nin seksenli ve doksanlı yıllarında, Milli Eğitim Bakanlığı'nın il ve ilçe teşkilatlarında, selam verecek adam bulmakta zorlanıyorduk. Dindar ve muhafazakar kimlikli öğretmenler ve idareciler olarak; bizi öz yurdumuzda parya durumuna düşüren amirlerin yahut denetçilerin elinde, kıvrım kıvrım kıvranıyorduk.
İstanbul İl Milli Eğitim Müdürlüğü bünyesinde; önceleri Müfettiş, sonraları Müdür Yardımcısı sıfatıyla görev yapan biri vardı. Malum çevreler ve onların medya sektöründeki uzantıları; O'nu "gerici" olarak tanımlıyor ve "takunyalı" diye damgalıyorlardı.
Ne zaman bir müşkülümüz olsa, kapısını çalar; fahri rehberlik ve danışmanlık hizmeti alırdık. Kişilerin ve kurumların derdine deva ararken; mesai saatlerinin ve görev mahallinin içinde de dışında da yanımızda bulurduk.
İşinin ehli olduğu için; mevzuatı da maslahatı da iyi bilirdi. Kanunu, yönetmeliği, genelgeyi, yönergeyi tefsir eder; muhatabına en uygun yolu gösterirdi.
28 Şubat postmodern darbesinin eğitim camiasındaki öncelikli hedefi; kişisel olarak dindar-muhafazakar öğretmenler ve idareciler, kurumsal olarak muhafazakar kesime hitap eden özel okullardı. Özellikle Batı Çalışma Gurubu cellatları; kişilere "mürteci", kurumlara "irtica odağı" gözüyle bakıyorlardı.
Öğretmen ve idareci kadroları içinde bulunan bazı tetikçiler; Batı Çalışma Gurubu için belge ve bilgi topluyordu. Şikayet mekanizması abartılı bir şekilde kullanılarak, kişi ya da kurum isimleri veriliyor; ertesi gün oralara ani baskınlar yapılıyordu.
Ahmet Ağabey ile aramızda iki şifreli ifade vardı. Buluşmayı, görüşmeyi gerektiren bir durum olduğunda; ya iş çıkışı "çay içmek" için, ya da "reçete yazdırmak" için telefonla arardı.
Çay içmek; "görüşülmesi gereken acil durumlar var" anlamına geliyordu. Reçete yazdırmak ise; "hakkında belge ve bilgi toplanıp şikayet edilmesi gereken tetikçiler"e işaret ediyordu.
Baskın yapılacak okulları ve dersaneleri tesbit edip, bize haber verirdi. Bilgiyi gece yarısı ilgilisine ulaştırırdık, sabaha kadar alabileceği tedbirleri alırdı.
Kaçırdığımız, göçürdüğümüz şeyler; dine ve dindarlığa dair işaretlerden ibaretti. Başörtülü öğretmen ve öğrenciler, darbeciler ve şakşakçıları ile aramızdaki en büyük dertti.
Hangi durumda nasıl davranabileceğimiz yahut kağıt üzerinde ne gibi ön tedbirleri alabileceğimiz konusunda, bizi aydınlatırdı. Mevzuatın esnek yanlarını, uygulamanın kaçamak yönlerini teker teker anlatırdı.
Bir yandan kendi görevinde ihmaller ve istismarlar yapıp, öte yandan birilerinin canını yakmak için şikayet tellalığına soyunan öğretmenler, idareciler, müfettişler hakkında belgeye ve bilgiye dayalı raporlar hazırlar; ilgili makamlara ulaştırırdık. Haklarında soruşturma açılmasını sağlar; en azından, biz de onları uğraştırırdık.
Başörtü mağduru öğretmenlere ve idarecilere, usul ve muhteva açısından yol gösterirdi. İfade ve itiraz süreçleri hakkında aydınlatma yapar, mümkün ve muhtemel sonuçlar hakkında bilgi verirdi.
Kelimenin tam anlamıyla, gadre uğrayan dostların "Marko Paşa"sı olmuştu. Ayrıca, mevzuatla ve müfredatla başı derde girenlerin; ortak buluşma noktası haline gelmişti.
İki binli yılların başlarında, başka bir çalışmada beraber olduk. Muhafazakar kesimin eğitim yöneticilerini bir arya getirerek, Eğitimciler Birliği gurubunu kurduk.
Uzun süre devam eden periyodik çalışma toplantıları sonunda; Eğitimin Yeniden Yapılandırılması başlıklı dosyalar oluşturuldu. Öncelikli ve önemli konularla ilgili sorun tesbitlerinden ve çözüm tekliflerinden oluşan draje raporlar; dönemin Milli Eğitim Bakanı'na sunuldu.
Sözün özü; kendisini hayırla yad ettiğimiz ve edeceğimiz Ahmet Koçibar; eğitim camiamızın yahut cephemizin çok yönlü emektarlarından biriydi. Biraz yer altı suyu gibi sessiz akardı, zahiren olaylara tedbirli ve temkinli bakardı ama ülkenin ve toplumun temel değerlerini koruma ve geliştirme davasının sadık, cefakar, vefakar bir neferiydi.
Zekeriya Erdim
Ancak alıntılanan köşe yazısı/haberin bir bölümü, alıntılanan habere aktif link verilerek kullanılabilir. Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
- Kavli ve fiili dua zamanı (12.05.2019)
- Kitap fuarları ve Dini Yayınlar Fuarı (08.05.2019)
- Hangi sese kulak verelim? (05.05.2019)
- Hangi Türkçe? (03.05.2019)
- Yükselişe geçmek için... (27.04.2019)
- Eğitimin geleceği, geleceğin eğitimi (21.04.2019)
- Tabip Odası’nın cinsiyeti, cibilliyeti (19.04.2019)
- Zehirli kitaplardan korunmanın yolları (13.04.2019)