Vaziyetten vazife çıkarma zamanı
Bizim halk kültürümüzde, nesilden nesile aktarılan bir kıssa vardır. Gün görmüş, dem sürmüş bir baba ile üç yetişkin oğlunun hikayesi anlatılır.
Adamın biri, babaya haksızlık ve hadsizlik yapıp hakaret etmiş. Büyük oğlu, "Baba bu adama haddini bildireyim mi?" diye sormuş; "Yok oğlum, gerek yok." cevabını vermiş.
Arkasından, ortanca oğlu devreye girip aynı soruyu tekrarlamış. Babanın tavrı değişmemiş ve o da aynı cevabı almış.
Derken, küçük oğlu soru da sormadan, cevap da almadan adamın önüne atlamış. Kaşla göz arasında, iki yanakta iki Osmanlı tokatı patlamış.
Baba, herhangi bir ikazda ve itirazda bulunmadan beklemiş. Arkasından, "Vuracak oğul babaya bakmaz." demiş.
Biz buna, "vaziyetten vazife çıkarmak" diyoruz. İçinde bulunduğumuz şartların gerektirdiği gibi davranmaya örnek gösteriyoruz.
Bir de "kızım sana söylüyorum gelinim sen işit" yahut "oğluma söyleyeyim damadım dinlesin" muhabbeti var. İnsanlar mesajı, muhtevayı ortaya söylüyor; ilgililer ve sorumlular harekete geçip gereğini yapıyorlar.
Kişisel, kurumsal, toplumsal hayatımızda; haneye değil ama mahalleye gönderilmiş mektuplar misali olaylar ve durumlar oluyor. Gelen seferberlik çağrısıysa, vatansever olanlar üstüne alınıp, askere yazılmak için sıraya giriyor.
KAYIP NESİLLER
Geçtiğimiz günlerde, yeni öğretim yılının açılışı yapıldı. Bu vesileyle bir şeyler anlatıldı, bir şeyler hatırlatıldı.
En önemlisi, Cumhurbaşkanımızın İstanbul Kadıköy'de, Atatürk Fen Lisesi'nde yaptığı açılış konuşmasıydı. Dinleyene, anlayana, acıklı bir hal beyanı açıklamasıydı.
Eğitim alanında yapılan yatırımlara, çözülen sorunlara değindikten sonra; önemli bir noktanın altını çizdi. Derin bir hayıflanma üslubuyla; "Eğitimde, Cumhuriyet tarihi boyunca bize özgü bir gelenek oluşturamadık. Böyle bir sistemi maalesef kuramadık. Hukukta, idari düzende, bürokraside olduğu gibi
Eğitimde de Batı'yı kopyalamayı tercih ettik. Açıkçası ne kadim değerlerimizi, ne de Batı kültürünü hakkıyla aktarabildik. Sonuçta kendi değerlerine bigane kalan, aslını inkar eden, Batı kültürüne hayranlık duymanın ötesinde katkısı olmayan kayıp nesiller yetiştirdik." dedi.
Aslında, daha önce de muhtelif vesilelerle buna benzer açıklamaları olmuştu. Teknik ve idari alanlarda pek çok mesafe alınmış olmasına rağmen, muhteva açısından arzu edilen seviyeye gelinemediğinin üzerinde durmuştu.
Fakat, nedense bu ikazları işaret kabul edip harekete geçen olmadı. Aradan aylar, yıllar geçti; durum öncekinden farklı hale gelmedi.
Ne babasına sormadan vuracak oğul, ne kıza söyleneni duyup harekete geçecek gelin çıktı. Bizim derelerin suları, hem de gözlerimizin önünde, başkalarının denizlerine aktı.
NE YAPMALI?
Öncelikle, mesajın muhataplarının kimler olduğunu tespit edip; vaziyetten vazife çıkarması gerekenlerin gözlerinin içine bakmalıyız. Emir ve komuta zinciri içinde yukarıdan talimat gelmesini beklemeden, kaybettiğimiz nesilleri aramaya çıkmalıyız.
İşin bir siyaset, bir bürokrasi, bir akademik camia, bir sivil toplum kuruluşları, bir de özel sektör ayağı var. Bütün bunlar, en büyük sermayemiz olan insan kaynaklarımızın kaybolup gitmesine nasıl ve niçin seyirci kalıyorlar?
Bunca yatırımın ve hizmetin arasında, büyüyen ve gelişen Türkiye'nin kendi kültür ve medeniyet değerlerinden ilham alan yeni, yerli, yeterli bir eğitim modelini oluşturmak, geliştirmek için zaman ve imkan bulamadık mı? Yeni yetme ülkelerin ve toplumların kendilerine uydurma-kaydırma kimlikler oluşturarak hakimiyet kurdukları bir dünyada; ulu çınarlar gibi köklü ve gövdeli din, devlet, vatan, millet, tarih, coğrafya, kültür, medeniyet geleneğimize rağmen hala kendimiz olamadık mı?
Derin uykulardan uyanıp hal ve gidişin farkına varmamız için, başımıza daha hangi balyozların inmesi gerekiyor? Heyhat; kendimiz alacakaranlıkta olsak bile, dünyanın mazlumları ve mağdurları bizden güçlü bir ışık bekliyor.
Unutmayalım ki; hayatın bütün alanlarında ve konularında, düştüğümüz yer de kalkacağımız yer de eğitimdir. Kendileri, çocukları, torunları için huzurlu ve güvenli bir gelecek isteyenlerin; yola ve yolculuğa buradan başlamaları gerekir.
Örgün ve yaygın eğitim safha ve süreçlerinin doğrudan ya da dolaylı muhatapları olan tüm kadrolar, kurumlar olarak; kendi eğitim sistemimizi oluşturmanın, geliştirmenin peşine düşmeliyiz. Kökten gövdeye, gövdeden dala, daldan meyveye giden yolları bulup; geleneğin ihyasından geleceğin inşasına geçmeliyiz.
Geçmişin açığını kapatmak için, bir güne üç mesai sığdırma zaruretimiz var. Kaybedilmiş değerler geri kazanılmayı, kazanılmış değerler korunmayı, yeni değerler de aranıp bulunmayı bekliyorlar.
Zekeriya Erdim
Ancak alıntılanan köşe yazısı/haberin bir bölümü, alıntılanan habere aktif link verilerek kullanılabilir. Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
- Hayatı bilmek, hakikati görmek (08.09.2019)
- Okullardan neler beklenmeli? (05.09.2019)
- “Fısıltı”lar “fısk”a dönüşüyor (01.09.2019)
- Eğitimde “daha iyi” arayışı (29.08.2019)
- Şiddetin soy ağacı (26.08.2019)
- Atın hasta olduğunu kim, nasıl söylesin? (22.08.2019)
- Toplumsal mutabakatın önündeki engeller (19.08.2019)
- Kelebek vadisi (14.08.2019)