Şiddetin tarihi; insanlık tarihi kadar eskidir. İlk örnek olarak, insanlığın ilk babası olan Hz. Adem ile ilk anası olan Hz. Havva'nın iki oğlundan birinin diğerini haksız yere öldürmesi gösterilebilir.
Asırlar boyunca din, devlet, vatan, millet, şan, şöhret, makam, menfaat gibi gerekçelerle kişisel, kurumsal, toplumsal şiddet uygulamaları olmuştur. Bir şeyleri elde etmenin, korumanın, gözetmenin yahut birilerine karşılık vermenin metodu, usulü, yolu, yordamı haline gelmiştir.
O halde, insanlık tarihinin en başından itibaren bu sorun var. Ülkeler ve toplumlar, değişik zamanlarda ve mekanlarda, çeşit çeşit şiddet olaylarına şahit olmuşlar ve oluyorlar.
Dar anlamda insana, geniş anlamda her türlü canlıya zarar veren, huzursuz eden, acı çektiren, kısıtlayan, yaralanmasına veya ölmesine sebep olan eylemlerin, söylemlerin, olayların, durumların tamamına "şiddet" diyoruz. Günümüz dünyasında, giderek alanının genişlediğini, oranının yükseldiğini, metot ve usullerinin çoğaldığını görüyoruz, biliyoruz.
Yaşanılan her olay, yeni bir ilgi ve tepki dalgası oluşturuyor. Zamanla toplumsal olarak bir kanıksama hali yaşıyoruz ve yenileri fark edilmiyor, eskileri unutuluyor.
Kaçınılmaz gündem haline geldiği zamanlar da daha çok sonuçları üzerinden konuşulan, tartışılan bir mesele. Sebepleri irdelenmediği, tedbirleri üretilmediği için; çoğunlukla yapılan şey, kalıcı çözüm imkan ve ihtimallerini belirsiz gelecek zamanlara havale.
Oysa, şiddetin yürekleri yakan, haneleri yıkan acısı; soy ağacının dalından düşen zehirli meyve gibidir. Koruyucu ve önleyici tedbirlerin üretilebilmesi için; meyvesinden dalına, dalından gövdesine, gövdesinden köküne, kökünden toprağına, hatta havasına, suyuna, güneşine kadar gidilmelidir.
Çünkü, sebepler ortadan kaldırılmadan, sonuçlar değiştirilemez. Kişisel, kurumsal, toplumsal genetiğimizi ifsad eden virüsler temizlenmeden; huzur ve güven iklimi elde edilemez.
Bunun için geniş kapsamlı ve özel bir araştırma, soruşturma süreci başlatılmalı. Doğrudan ve dolaylı veriler iyice incelenip irdelendikten sonra; şiddeti elinden, dilinden, gönlünden, duygularından, düşüncelerinden, davranışlarından, örfünden, adetinden, ahlakından tamamen çıkarıp atacak, silip unutacak bir insan ve toplum modeli oluşturmanın, geliştirmenin planı, programı yapılmalı.
Konuyu sadece kadın ya da çocuk bağlamında ele almak eksik olur, yanlış olur. Kişilerin, kurumların, ülkelerin, toplumların hal ve gidişlerinden kaynaklanan gerçek ya da sanal sebepler; her yaş, seviye ve cinsiyetteki insan unsurunda şiddet eğilimi oluşturur.
Biz bu memlekette kadınların erkeklere, erkeklerin kadınlara, gençlerin yaşlılara, sağlamların sakatlara, annelerin ve babaların çocuklarına, öğretmenlerin ve idarecilerin öğrencilerine, komutanların askerlerine, işverenlerin işgörenlerine, hasılı güçlü ve avantajlı olanların zayıf ve dezavantajlı olanlara çeşitli yol ve yöntemlerle sosyal, psikolojik, fiziki, ekonomik şiddet uyguladıklarına şahit olduk. Yıllarca lise ve üniversite çağındaki gençlerimizi siyasi ve ideolojik kılıflar altında sağcı, solcu, laik dinci gibi kalıplara sokup tezgaha, tuzağa düşürdüler; körü körüne, karşılıklı olarak vurduk, vurulduk.
Giderek kurgular, konseptler değişti. İnsanları kandırmak, inandırmak için kullanılan sihirli sözcükler; bir başka şeytan aldatmacasına dönüştü.
Birileri, yeni yetme gençleri, etnik kimlik siyaseti üzerinden kandırıp dağa kaldırıyorlar. İradelerini ipotek altına alıp, canlı bomba haline getiriyor; köyleri, şehirleri ve içlerinde bulunan masum insanları insafsızca vurduruyorlar.
Kaçakçılık, hırsızlık, yolsuzluk şebekeleri ile istihbarat örgütleri de benzer şeyler yapıyor. Şeytanın adamları ve adımları, süslü sözler ve cazip vaatler ile insanları aldatıyor.
Bazan köpürtülmüş intikam duygusu, bazan sahte ibadet kaygısı, kimi zaman kan yahut namus davası, kimi zaman kestirmeden köşe dönme rüyası, yer yer nefret ya da kıskançlık, zaman zaman sarhoşluk ve ayyaşlık şiddeti besleyen, tetikleyen sebepler olabiliyor. Anenin, babanın, öğretmenin, idarecinin, aydının, yöneticinin, liderin, önderin, sanatçının, sporcunun, filim yahut dizi kahramanının, medya haberlerinin ve yorumlarının şiddet içerikli eylemleri, söylemleri; onların etki alanında bulunan çocuklar, gençler ve yetişkinler için taklit edilmesi gereken örnekler haline gelebiliyor.
Bu işin tarihi, coğrafyası, sosyolojisi, psikolojisi, felsefesi, ekonomisi var. Şiddeti tamamen önlemek yahut asgari düzeye indirmek isteyenler; tohumundan ve toprağından başlayarak, soy ağacını bir bütün olarak ele almalılar.
Her şeyden önce, insanlara kurulan gizli ve açık tezgahlar, tuzaklar bozulmalı. Bunun yolu da örgün ve yaygın eğitim aracılığıyla toplumu bilgilendirmek ve bilinçlendirmek olmalı.
Dünya nimetlerinin adalet anlayışı ile dağıtılması, toplumsal sorunlara makul çözümler üretilmesi, iş ve işleyişte herkese eşit muamele fırsatı verilmesi, her kesime mensup insanın aynı oranda saygıdeğer görülmesi gibi tedbirler; şiddetin panzehiri olacaktır. Huzur ve güven içinde, hak edişine uygun yaşayan yahut yaşadığına inanan insanlar; çoğunlukla, barış ikliminin sınırları içinde kalacaktır.
Herhangi bir alanda ve konuda oluşan, gelişen bir mikrop; bin hastanın ve hastalığın kaynağı olabilir. Mesela, aile kurumunda; bilinçsiz yahut isabetsiz evlilik çatışmaya, çatışma boşanmaya, boşanma parçalanmaya, parçalanma şiddetin adayı ya da askeri haline gelmeye yol açabilir.
Ayrıca, şiddetten arındırılmış bir ülke ve toplum oluşturma görevi; sadece devletin şahsında görülmemeli. İnsanın ve toplumun muhatap olduğu kötülüklerden biri olan şiddetin ve dahi diğer kötülüklerin önlenebilmesi için; devlet millet bütünlüğü içinde, "temiz ülke temiz toplum" niyeti ve gayreti içine girilmeli.
Aslında bunun adı, tahrif edilmemiş bütün semavi dinleri ihtiva eden "İslam"dır. Çünkü, Allah'ın emrine ve Resululah'ın sünnetine göre; yaratılmışların cümlesine "iyilik" etmek ödüllendirilmeyi gerektirecek derecede "sevap" iken, "kötülük" etmek cezalandırılmayı gerektirecek derecede "günah"dır.