Semavi dinlerin ortak kabulüne göre; insan, genel anlamda, "Allah'ın yeryüzündeki halifesi"dir. Diğer varlıklardan farklı yaratılmış, üstün özelliklerle donatılmış, yerlerde ve göklerde olanlar hizmetine amade kılınmış, kendisine seçme ve seçilme hakkı tanınmış, yetki ve sorumluluklarını hayır (yani iyilik) için kullanması tavsiye ve telkin edilerek dünyaya gönderilmiştir.
Ancak, "ilk insan" Hz. Adem'in "ilk nesil" çocukları Habil ile Kabil'den bu yana; iyilikle kötülüğün mücadelesi, kavgası, savaşı vardır. İnsanların bir kısmı iyinin ve iyiliğin, diğer bir kısmı kötünün ve kötülüğün yanında yer almış, saf tutmuşlardır.
O gün bu gündür iyiliği kadrolaştırmak ve kurumlaştırmak, uygulamalı olarak tebliğ ve temsil etmek, kötülükle mücadeleyi de kesintisiz bir salih amele dönüştürüp nesilden nesile intikal ettirmek için Allah tarafından seçilen liderlere, önderlere; "resul, nebi, peygamber" denmiş. Risalet zincirinin ilk halkası Hz. Adem'den son halkası Hz.Muhammed(sav)'e kadarki tarihi süreçte ve ondan sonraki dönemlerde bu görevi üstlenen diğer insanlara ise; "yerine geçen, vekalet eden" kişi olarak ve özel anlamda "halife" adı verilmiş.
Uzun zamanlardan beri, Hristiyan aleminde; "Hz. İsa'nın vekili" olarak, iki dini yahut ruhani lider var. Katolik Hristiyanlar, Roma'da (Vatikan'da) bulunan Papa'ya; Ortodoks Hristiyanlar, İstanbul'da bulunan Patrik'e tabi oluyorlar.
İslam dünyasında, "Hz.Muhammed'in vekili" olma yetkisi ve sorumluluğu anlamına gelen Halifelik; önce Emeviler'e, sonra Abbasiler'e, daha sonra Osmanlılara geçti. Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin kuruluşu sırasında ise; "TBMM'nin şahs-ı manevisinde (manevi şahsiyetinde) mündemiçtir (saklıdır)" ifadesi kullanılarak, kaldırıldı ve boşa düştü.
Yıllardır, gönül coğrafyamız içinde yer alan Müslüman ülkeler ve toplumlar ile gayrimüslim ülkelerin azınlıkları durumunda bulunan Müslüman topluluklar; imamesi kopmuş yahut koparılmış tespih gibiler. İhtilafa düştükleri konularda hakemlik yapıp istikamet gösterecek ve herkesin ister istemez kabul edeceği son sözü söyleyecek bir üst makama yahut çatı kuruma sahip değiller.
Bu başıbozukluk; Muhammed ümmetinin en büyük ümit ve güven merkezi olan Türkiye için de geçerli. İmame kopunca; her bir tespih tanesi, kendisinin imame olduğu zannı, vehmi yahut iddiası içine girdi.
Dünyevi ve uhrevi işlerin bütününde; ifrat ile tefrit arasında, yoğun med-cezirler (git-geller) yaşıyoruz. Niyeti ve gayreti bakımından en sağlam ve samimi olanlarımız bile; "iyilik yolu"nun hangisi olduğu ve olacağı konusunda, ciddi endişeler taşıyoruz.
Bırakın kendi insanımızı bir yana, gökten zembille bir adam inse, sırat-ı müstakimi (dosdoğru yolu) sormak ve bulmak için kapımıza gelse; aldığı cevaplar kafasını ve kalbini karıştırır. Allah'ın dinine olan inancını ve güvencini, müthiş bir hayal kırıklığına dönüştürür.
Nitekim çocuk, genç, yetişkin, hatta yaşlı düzeyindeki kitleler; içinden çıkılması güç çelişkiler içindeler. Adı "Müslüman" olan milyonlar; birbirlerini "küfür"le itham edecek kadar ayrışmış yahut zıtlaşmış "alim"lerin, "mürşid"lerin, "halife"lerin peşindeler.
İşte bu durumda, devreye girmesi gereken bir mekanizma olmalı. Al-i İmran Suresi ayet 104'de ifade edildiği gibi; "içimizden hayra çağıran, iyiliği emredip kötülükten sakındıran bir topluluk" bulunmalı.
Onlar, dünya ve ahiret hayatında "kurtuluşa erenler"dir. "Kendilerine açık deliller (Kur'an ve Sünnet) geldikten sonra ihtilafa düşenler, bölünüp parçalananlar" ise, "büyük bir azabı hak edenler"dir.
Resulullah(sav)'in beyanına göre; "Bizim vesilemizle bir tek kişinin hidayet bulması (yani aydınlanması, hayra yönelmesi, iyilik yoluna girmesi) bir vadi dolusu kızıl deveden (yahut dünyadan ve içindekilerden) daha hayırlıdır". Ayrıca, "Bir hayra (iyiliğe) vesile olan kişiye, o hayrı işlemiş (iyiliği yapmış) gibi sevap yazılır".
Açıkça görüyor ve biliyoruz ki; yeni nesiller, özellikle medya mecraları aracılığıyla içkinin, kumarın, fuhşun, zinanın, deizmin, ateizmin ve daha nice belanın tezgahına, tuzağına düşüyorlar. Dini ve dünyayı iyi bilemeyen, tebliğ ve temsil görevinin hakkını veremeyen yetişkinler yüzünden; temel değerlerimizden ve doğrularımızdan uzak bir hayat yaşıyorlar.
Bu durum; idrak ettiğimiz tüm zamanlara, mekanlara, olaylara, durumlara yansıyor. Sosyo kültürel pazarlar ve piyasalar; insanı ve ihsanı, gücü ve imkanı, mevkiyi ve makamı, parayı ve çıkarı ilah edinmiş simsarlarla kaynıyor.
Eskiden beri, "gözünü yumup övenler" ile "gözünü yumup sövenler"den çok çektik. Genellikle, hususi menfaatlerimizi (kişisel çıkarlarımızı) umumi maslahatlarımızın (toplumsal hedeflerimizin) önüne geçirip; yarının ağaçları olacak fidanları, bugünün sofrasına konacak fidelere feda ettik.
Şimdi bizim; Allah'tan başka ilahlara tapmayan, hakikati az bir pahaya satmayan, ilim ve iman iksirine inkar ve isyan zehri katmayan akil ve makul rehberlere, önderlere, yol ve yön göstericilere ihtiyacımız var. Mazlum ve mağdur, kandırılmış ve inandırılmış, azdırılmış ve saptırılmış milyonlar; "kendilerini hayra çağıracak, iyiliği emredip kötülükten sakındıracak" aydınlar ve yöneticiler bekliyorlar.