Gönlü bahçe kucaklı anneler ve babalar olun
Herkese ve her şeye rağmen; hayat devam ediyor. Varlık âlemi içindeki var oluş hikâyemiz; bin bir gece masalları gibi sürüp gidiyor.
Okullar, 24 Ocak Cuma günü; "sanal karne" verdiler. Öğretmenler ve öğrenciler; uzaktan eğitimin, üç haftalık "yarıyıl" tatiline girdiler.
Salgın sürecinin getirdiği kısıtlamalara rağmen; "iç turizm" kısmen hareketlendi. Bu zamanı iyi değerlendirme konusunda; renkli ve süslü seçenekler gündeme geldi.
Medya mecraları; özel haberler, yorumlar yaptılar. Uzman kişiler ve kurumlar; tatili olumlu ve verimli geçirmenin inceliklerini anlattılar.
Sosyal medya guruplarında; özgün paylaşımlar oldu. "Hey gidi günler hey" cinsinden çağrışımlarla birlikte; hatıralar da hayat buldu.
En önemlisi; çocuk ve genç fıtratının dile gelmesiydi. Annelerin ve babaların; "ânın vacibi" olan halin ilmini, tekniğini bilmesiydi.
Çünkü; her sanatın ya da zenaatin yamaklık, çıraklık, kalfalık, ustalık safha ve süreçlerinden geçtiği bilinir. İnsanın oluşma ve gelişme serüveninin başrol oyuncusu olmak; tüm mesleklerden ve meşguliyetlerden daha fazla ustalığı gerektirir.
Biraz romantik bir ifadeyle; "gönlü bahçe kucaklı anneler ve babalar olmak" diyebiliriz. Sanatçının sanat gücü ile eserinin değeri arasında, doğru orantı olduğunu söyleyebiliriz.
Bu bağlamda; biz de birkaç hatırlatma yapalım. Yaparak, yaşayarak öğrendiklerimizin kazandırdığı aydınlanmayla; öncelikli ve önemli gördüğümüz noktalara ışık tutalım.
ÇAĞA UYUN
Malum olduğu üzere, birileri, bilinen ve bilinmeyen tarihi; insan hayatını derinden etkileyen olayları esas alarak, çağlara bölmüşler. Yazının bulunmasından önceki dönemleri, "taş devri" ve "maden devri" diye ayırmış; sonraki dönemlere ise "ilk çağ, orta çağ, yeniçağ, yakın çağ" adını vermişler.
Bu tasnifler; biz yetişkinler ve yaşlılar için, yerinde ve yeterli olabilir. Ancak; çocuklar ve gençler söz konusu olduğunda, bağlayıcı ve belirleyici değildir.
Onlar; okul öncesinde "oyun çağı", ilköğretimde "masal çağı", ortaöğretimde "macera çağı" iklimini ve denklemini yaşarlar. Hayata bu perdeden yahut pencereden bakar; fıtratlarının çağırdığı yöne doğru koşarlar.
Evde, okulda, toplumda yetişme safha ve süreçleri buna göre planlanırsa; hem daha mutlu, hem de daha başarılı olduklarını görürüz. Çocukluk ve gençlik yıllarında, "oynayan tay" olma fırsatı tanınırsa; yetişkinlik çağına girdiklerinde, "şahlanan küheylan" haline geldiklerine şahit oluruz.
Hayatımızın diğer alanlarında ve konularında, "çağa uyma" hassasiyeti gösterdiğimiz gibi; yeni nesillerle ilişki ve iletişim kurma konusunda da, onların yaş ve dönem özelliklerine uygun davranma anlamında, "fıtrata uyma" vacibini yerine getirmeliyiz. Bu anlayışın ve işleyişin; onlar için hak, bizim için sorumluluk olduğunu bilmeliyiz.
Sadece tatil planları değil; kişisel, kurumsal, toplumsal hayatın tamamı buna göre tanzim edilmelidir. Anneler ve babalar, öğretmenler ve idareciler, aydınlar ve yöneticiler olarak; bizim de derslerimize çalışmamız, ödevlerimizi yapmamız gerekir.
Aksi takdirde; notlarımız "düşük", karnelerimiz "zayıf" olur. Hem ettiğimiz ayağımıza, doğradığımız kaşığımıza gelir; hem de yapmamız gerektiği halde yapmadığımız, doğru yapmamız gerektiği halde yanlış yaptığımız şeylerin hesabı bizden sorulur.
"AT BABA" OLUN
Kadim dostlarımızdan biri; evliliği ve aile hayatını bayrak yarışına benzeten, anneliği ve babalığı neslin devamı bağlamında yücelten bir metin gönderdi. Yıllar önce, çocuklarımızla oynarken ürettiğimiz şiire ve oyun ritmine uygun olarak bestelettiğimiz şarkıya atıfta bulunarak; "sizi, hayırla yâd ediyoruz" dedi.
Oturacağımız evi ve mahalleyi, gidip geleceğimiz komşuyu ve arkadaşı; çocuklara göre seçerdik. Seyahat planlarımızı birlikte yapar; tatil yerlerimizi, onların isteklerine ve ihtiyaçlarına göre tercih ederdik.
Yaylalara, yazlıklara gidemediğimiz zamanlar; en büyük odaya, kamp çadırı kurulurdu. Denizlerde, havuzlarda yüzemediğimiz zamanlar; banyo küveti yahut büyük leğenler, ağzına kadar suyla doldurulurdu.
Bildiğimiz tüm evcil ve vahşi hayvanların; ses ve hareket taklitlerini yapardık. Tarlada ekin biçer, çayırda ata biner, derede balık tutardık.
Kazandırılması gereken duygular, düşünceler, davranışlar; oyun, masal, macera kahramanlarının şahsında verilirdi. İlk defa tadacakları yiyeceklere ve içeceklere alıştırmak için; "bir kez diline değsin, şayet beğenirsen yersin" denirdi.
Topluca tekrar ettiğimiz en eğlenceli oyun; "at baba" oldu. Çocuk şarkıları kasetinde yer alıp, radyolarda yayınlanınca; toplumun geniş kesimleri tarafından da duyuldu.
Şimdi bizim çocuklar; yetişkinlik yolunda ilerliyorlar. Hatıraları yâd ettikçe; "ne günlerdi o günler" diyorlar.
Annelerinden, babalarından öğrenirlerse; belki torunlarımız da isterler. Ömrümüz olur, takatimiz yeterse; onlar da "at dede" derler.
Böylece; nesilden nesile intikal eden, güzel bir gelenek oluşur. Dedeler, ebeler ile torunlar; fıtrat çizgisinde buluşur.
İlgi duyup uygulamak isteyenler için; sözleri bir kez daha paylaşmakta fayda var. Bestesini bulup ayak uyduramayanlar; kendilerine göre, yeni bir ritim tuttururlar.
Benim iki bacaklı, / Çok güzel bir atım var; / Gönlü bahçe kucaklı, / Nefesi çiçek kokar.
Omuzuna binerim, / Dünyayı dört dönerim; / Hopladıkça sevinir, / Kişnedikçe gülerim.
Deh deh dıgıdık hoppa, / Bir tur daha at baba; / Keyfime diyecek yok, / Şükür olsun Allah'a.
Zekeriya Erdim
Ancak alıntılanan köşe yazısı/haberin bir bölümü, alıntılanan habere aktif link verilerek kullanılabilir. Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
- Eğitimde birleşik kaplar düzeni (22.01.2021)
- Niçin Boğaziçi? (18.01.2021)
- Bir ipte bin cambaz (15.01.2021)
- Kayıp gençliğin vebali kime ait? (10.01.2021)
- Birleşik şer ittifakı (06.01.2021)
- Yeni yıl mı, yeni hal mi? (03.01.2021)
- Körü körüne karşıtlık ya da taraftarlık (31.12.2020)
- Sıra dışı salgın hikayeleri (26.12.2020)